Radikal Feminizm | Can Dündar

0
4703

Özet

Feminizm, Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkan, birincil olarak, kadın haklarını gözeten ve gerek kamusal alanda gerekse özel alanda eşitsizlikle karşılaşıp sömürülen kadınların, haklarını ararken dahi ikinci bir sınıfmışçasına karşılanmamaları için çabalayan ideolojidir. İlk feministler, önceleri kadınların sahip olamadığı mülkiyet hakkı veya seçme-seçilme hakkı gibi konularda kadınların da erkekler kadar özgür ve hak sahibi olduğunu savunmuşlardır. Feminizmin zamanla dönemleri ve bazı alt dalları ortaya çıkmıştır. Sözgelimi 1. Dalga Feminizmin başlıca gayesi oy kullanma ve mülkiyet meselesiyken 2. Dalga Feminizmde bu gaye kadının doğurganlığı ile cinselliğin farklı konular olduğuydu. Simone de Beavoir, “kadınların kurtuluşu karınlarından başlayacak” demişti ve sloganlaşan o tabir gelişmişti (kadın doğulmaz, kadın olunur). Ayrıca 3. Dalga Feminizm ise farklılıklar üzerinde durmuştu. Örneğin toplumdan soyutlanmış ve sapmış olarak görülen lezbiyen veya biseksüel kadınların da tıpkı diğer insanlar kadar insan olduğunu söylemişler ve ikincil olarak görülmemeleri gerektiğini savunmuşlardır. Ayrıca feminizmin alt dallara örnek vermek gerekirse; Marksist feminizm, Sosyalist feminizm, Anarşist feminizm, Radikal feminizm ve Liberal feminizm gibi örnekler verebiliriz. Feminist görüşün amaçları zamanla ve yöneldiği alt dala göre değişmiştir. Sözgelimi Radikal feminizm kadınların haksızlığa uğrama sebebine bir örnek olarak sözcüklerin eril olduğundan ve bunun köklü olarak değişmesi gerektiğinden söz ederken Sosyalist feminizm ise kadının haksızlığa uğrama sebebine, kapitalizmin kadınları iki kere sömürmesi demiştir. Biz bu çalışmamızda Radikal feminizm üzerinde duracağız.

Giriş

Radikal feminizm kadınların sömürülmesi ve baskı altında tutulmasının temel nedenini, kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik farklılıkta gören bir kuramdır. Radikal feministler kadının baskı altında olması ve kadın erkek arasındaki çelişkinin temelde aile kurumundan türediğini savunmaktadırlar. Kadınlar eve hapsolmuş, çocuk büyütmeye zorlanmış, ev işiyle meşgul olmuştur ve bunun sonucunda kendilerini baskı altında ve bunalmış hissetmişlerdir. Radikal feminist kuram, “Eylemci Kadınlar” tarafından 1960’ların sonunda ve 1970’in başında geliştirildi. Eylemci kadınlar, savaş karşıtı kampanyalara katılan kadınlardı. Radikal Feminizmin ortaya çıkışını tetikleyen asıl olay ise, 1969’da, Washington’daki karşı-açılış töreninde oldu. Feministler kendi konumlarını sunarken “Yeni Sol”daki erkeklerin alaycı ve aşağılayıcı sözleriyle karşılaştılar. Bu olay sonrasında, radikal feminist kuram, bahsedilen bu “Yeni Sol”daki erkek egemenliğini anlatan kuramları eleştirerek gelişti. Kadınlar bu durumda tamamen “ikinci sınıf” olarak görülüyor olmaktan şikayetçilerdi ve kadın üslubunun erkek radikal örgütler içinde yer edinmesi için çalıştılar. Erkek üslubu çok daha kaba ve saygısızdı. Kadınlar bunun değişmesini ve kendilerine uygun bir üslup tarzının oluşmasını istediler. 

Ataerkilliğin kadınları ikinci sınıf ve meta olarak görmesinin sonucunda kadınlar bununla mücadele etmeliydi. Kadınların baskı altında yaşamasının kökenini ise Engels şöyle açıklar: “Analık hukukunun yıkılması, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile, yönetimi elde tutan erkek oldu; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi.” (Engels, 2013: 66)

Analık hukuku, soy ilerlerken temel aile üyesinin anne olduğu ve soyun devamının ön koşullarından annenin belli olmasının çok önemli olduğu görüşündeydi. Komünal toplumlarda anaerkilliğin baskın olduğu bir gerçektir. “Komün içinde bugünkü gibi görevler ve haklar gibi bir anlayış bölünüş yoktu. Her şey herkes tarafından doğal bir işbölümü içinde başarılırdı. Örgütlenmenin ana ekseni kadındı. Babanın kim olduğunun bilinmediği ve bilinmesinin de önemli olmadığı bu dönemde kadın ateş yakma, ateşin devamım sağlama, daha sonralarıda barınağın mağaranın bakım ve ihtiyaçlarını karşılama ile; erkek ise av bulmak, yiyecek temin etmekle görevlenip tarihteki (daha doğrusu tarih öncesindeki) ilk doğal işbölümü meydana gelmişti. Buna bölünmüşlük denirse tarihteki ilk bölünüş buydu.” (Esinoğlu, 1996: 23-24)

Dinin ilk biçimleri kadın “tanrıçalar”dı. Şöyle ki, gördüklerini çözmeye çalışan insanoğlu rüya sayesinde animizmi yaratmıştır. Brian Morris, Durkheim’den şöyle yorumlar: “Animist için dinin kökeni rüya deneyimlerinden, natüralist içinse belli kozmik olgulardan çıkar.” (Morris, 2004: 201) Daha sonra kadının doğurduğunu görmüş olmaları onların gözünde ilk tanrıları ortaya çıkardı. Bir insan doğuran kadın insanlığın ilk tanrıları oldu ve ilk dualar onlara yapıldı. Çünkü doğurmak yeni bir yaşamı yaratmak demekti ve bu kutsal bir şeydi. Yani komünal dönemde ana hukuku vardı. Bu anaerkil dönem tarım devrimine kadar ilerledi ve tarım devrimi olduğunda her şey değişmişti.

Engels bize bu ataerkil toplumun ilk önce mülkiyet ile ortaya çıktığından bahseder. “Tarım ile kadınlar değişim değeri kazanır” (Engels, 2013: 64). Demek ki kadınlar mülkiyet ile birlikte metalaşmıştı ve eve hapsolmuştu.

Kate Millet’in “kişisel olan politiktir” sözü radikal feminizmin sloganı haline gelmiştir. Bu özel olanın politik olması başta aile olmak üzere bütün kamusal ve özel alanlarda geçerliydi. Önceleri aile içi şiddet vakalarında eve gelen polis bunun aile meselesi olduğunu düşünüyor ve önemsemiyordu. Kadının şiddet görmesi onları ilgilendirmiyor aksine bunu doğal karşılıyorlardı. Hem fiziki hem de ruhsal olarak şiddet gören kadının, devlet dahi yanında olmuyordu. Kocası tarafından tecavüze uğrayan kadının bile ev içi bir ilişki olduğu söylenerek haksız bulunuyordu. Ancak radikal feminizm ile birlikte bu gibi olayların politik olduğu söylendi ve ceza hukukunda bu tür suçlara da yaptırım uygulanması söz konusu oldu. Bizim gördüğümüz şekilde radikal feminizm de kadın haklarının ihlalinin ceza hukukunda yer alması gerektiğini belirtti. Dana Densmorge “Cinsel Devrimden Bağımsızlık”(1917) kitabında kadın özgürlüğünün cinsel özgürlükle paralel olmadığını belirtti. Kadının özgür olmasının koşulu, cinsel özgürlük dahil, ruhsal özgürlük ve kadının özel alanının ihlal edilmemesi gibi konularda gerçekleşecekti. Cinsel özgürlük zaten ataerkil sistemin bir ideolojik aygıtı halindeydi. Ataerkil yapı, kadınlara kendi istekleri ve inançlarını anımsatmak için “aşk”ı kullanmıştır. Cinsel özgürlük ve aşk gibi kavramlar; Marx’ın din için kullandığı, “Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur”(Marx, 2004: 142) sözleri gibidir. Aşk, kadınların kendilerini düşünememesine sebep olmuş ve olacak olan bir uyuşturucu- afyondur. Feministler ayrıca, ataerkil sistemde evliliğin de kadına uyuşturucu etkisi yaptığını söylemiştir. Eril yapıda evli olan kadın ve politik olarak baskıcı erkek yaşamı vardır. Buna göre evlilik, kadınlara eziyet etmenin meşru koşulu olmuştur. Kadınlar ev işi yapmış, çocuk bakmış, eşine hizmet etmiş ve ayrıca fiziksel ve ruhsal şiddet görmüştür. Radikal feministler evlilik ve kurumunun kesinlikle hem teoride hem de pratikte reddetmişler, erkek egemen toplumun meşru baskısına müsaade etmeyeceklerini dile getirmişlerdir ve bunu somut olarak da gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca feministler üyelerinin evlenmesine veya bir erkekle yaşamasına kota koymuşlar ve bunu denetlemişlerdir. Radikal feministler, bahsedilen aşk konusuna da kesinlikle eleştireldirler. Aşk, erkeğe bağlı olma duygusunu getirmiş ve kadının bağımsızlığını engellemiştir. Kadınlar hiçbir zaman yaşamak için erkeklere ihtiyaç duymuyordu ve duymayacaktı. Hatta bazı feministler evlilik kurumunun yok olması için, üremenin rahim dışı yollarla geliştirilmesi gerektiğini söylüyorlardı.

Kadınlar sömürülmesi kararlaştırılmış bir kast haline gelmişti. Tıpkı bir sömürge ülkesi gibi kadınlar da sömürülmüştü ve özgürlükleri tamamen kısıtlanmıştı. Bir sömürge ülke emperyalisti ile mücadele edebilirdi ve bu sınırlı ülke veya ülkelerdi fakat kadın, bütün erkek egemenliği ile çatışmaya girmeliydi ve bu çatışma çok çetrefilli bir özellikte çatışmaydı. Kate Millet şöyle yazar: eğer bir grup bir diğerini yönetiyorsa, ikisinin arasındaki ilişki politiktir. Böylesi bir düzenleme uzun bir dönem boyunca sürdürülürse, bir ideoloji gelişir. Tüm tarihsel uygarlıklar ataerkildir; ideolojileri erkek egemenliğidir. Hükümet güçle ele geçirilir; bu, ya rızayla desteklenir,  ya da şiddete dayatılır. Bir ideolojiye dayanma, birincinin gelişmesine yol açar. Fakat rızanın geri alındığı bir anda ikincisine sığınılabilir. (tecavüz, saldırı, alıkoyma, cinayet) Cinsel siyaset, her iki cinsin ataerkil siyasalarda “toplumsallaşması” aracılığıyla rıza sağlar. (Millet, 1970: 111) Antonio Gramsci’nin bahsettiği devletin ideolojik ve zor aygıtları burada da bulunur. Ataerkil devlet kadınların ideolojilerine erkek egemenliği aşılar ve erkeğe hizmet etmesi için zorlar. Kamusal alanlara özgürce çıkmaması gerektiğini öğretir ve özel alana hapseder. Yani devlet de ataerkildir ve bu ataerkil yapının taşıdığı, kadına ikinci sınıf muamelesi, devlet için de geçerlidir. Devlet kadınların bilincine aşıladığı bu erkek egemenliğini öyle başarılı bir şekilde uygular ki kadınlar bile kendi aralarında özgürlüğü savunan kadınları “harici” olarak görür. Kadınlara kast gibi görünmeleri öğretilmiştir ve kadınlar bunun doğru olduğuna ikna olmuştur. İşte radikal feministlerin değiştirmek istediği de budur. Devletin ataerkil oluşu edebiyat ve sanata kadar işlemiştir. Kadınları metalaştırma şiirler ve resimlerde dahil görülmeye başlanmış ve devlet bunu normal bulmuştur. Doğal olarak radikal feministler buna isyan etmiştir. Örneğin pornografi, kadını bir tür obje gibi göstermiş, soyulabilen, zevk alınan bir meta haline getirmiştir ve devlet pornografi hakkında hiçbir sorun görmemiştir. Ataerkil sistemin yeniden üretimi için önemli unsurlardan birisi “aile”dir. Feministler, ailede eğitim gören çocuğun inançlarına erkek egemenliğinin aşılandığını belirtirler ve bunu eleştirirler. Feministlere göre tecavüz, keyfi bir şiddet değil, politik bir eylemdir. Tecavüz güçlü sınıfın güçsüz sınıfa uyguladığı tecavüz şeklidir. Tecavüz bir eril ideoloji haline gelmiştir ve tecavüzcü teröristtir. Brownmiller, pornografi ve fahişeliğin kadın bedenini aşağılayan ve tecavüzü etkileyen bir faktör olduğunu savunur.

Firestone, kadınların baskı altında oluşunun nedenine biyolojik olarak bakar. Kadının üreme işlevi, ataerkil toplumun onun üstünde bir hak iddia etmesi sebebi olduğunu söyler. Erkeğin ve kadının farklı üreme biçimleri olmasından dolayı bahsedilen kast sisteminin oluştuğundan bahseder. O, oedipus kompleksinin çekirdek ailenin politik durumu olduğunu söyler ve çekirdek ailenin üremenin ilk biçimi olduğunu söyler. Eğer eril aile modeli yok edilirse kadınlar özgür olabilir. Firestone, kadınların özgürlüklerini yeniden kazanması için bir diğer koşulunda yapay üreme olacağını söyler. Örneğin, yapay plasenta ve tüpte döllenme gibi aygıtlar bunun için kullanılabilecektir. Bu sayede kadınlar da erkekler de ilkel üreme biçimi olmaksızın çocuk sahibi olabileceklerdir ve toplumsal cinsiyetteki rol ayrımı yok olmuş olacaktır. Kız çocuklarının yeterli cinsel eğitim görmemesi, oğlanların ise cinsel özelliklerinin yüceltilmesi sonucunda kadınlar cinsel bilgi konusunda yetersiz kalmış ve erkek kendisini kutsal saymıştır. Bu yüzden kadınlar bütün duygularını ve enerjilerini bir erkek için harcamış bunun karşısında erkek özgür olmuştur. Çoğu yanlış tutum gibi bu da kadının sınıfsal olarak geride kalmasına sebep olmuştur.

Firestone’a göre erkeğin aşık olması cinsel dürtüsünü kapatmasından başka bir şey değildir. O, erkeklerin cinsel olarak bağlanırken, kadınların güvenlik karşılığında bağlandığını söyler. Kadının aşık olması paralel olarak özgürleşmelerine engel olacaktır. Aşk konusu tamamen kadınları erkeğe bağımlı kılan ve eril ideolojiyi kabul ettiren bir konudur. Kadınlar aşık olduklarında yaşam gayelerini aşkta görürler. Kendilerini erkeğe özdeşleştirip onun yaşamak için bir sebep olduğunu düşünürler. Evlilikte de durum aynıdır. Çocuğu olan kadın kendisini ve çocuğunu aynı parça gibi görürken erkek aynı şekilde hissetmez ve başına buyruk davranır. Bu yüzden boşanmalarda çocuk kadında kalır. Kadınlar bu gayelerini unutmaları dolayısıyla kendilerini ve özgürlüklerini unuturlar ve kendilerine yabancılaşırlar. Erkeğe hizmet etmeyi ve ev içi çalışmayı birer görev olarak görürler ve özel alana hapsolurlar. Firestone, çekirdek ailenin yerine sözleşmeli ailenin geçmesi gerektiğini ve ev içi sorumlulukların aile içindeki bireylere eşit şekillerde dağıtılması gerektiğini söyler. Bu şekilde yabancılaşma ortadan kalkmış olacak ve dönüşümlü görevler gerçekleşecektir. Ev işinin eşit dağılımı paralel olarak şehir hayatını da etkileyecek, bu sayede kentleşme seviyesinde gözle görülür farklar meydana gelecektir. Firestone, bu şekilde kültürün yok olması gerektiğini söyler. Firestone’un bu şekilde biyolojiye önem vermesi, eleştirileri maruz kalmasına sebep olmuştur.

Bir diğer önemli feminist kuramcı ise Ti-Grace Atkinson’dur. Atkinson, tıpkı Engels gibi, kadınların ilk ezilen ve baskı altına alınan sınıf olduğunu ifade etmiştir. Komün toplumundan tarım toplumuna geçerken ortaya çıkan mülkiyet kavramı ilk önce kadın üzerinde etkili olmuş sonrasında bu etki sömürme, baskı altına alma ve zorla ev hapsine dönüşmüştür. Atkinson sorunun tam olarak biyolojik olmadığından bahseder. Politik sınıflar, insanları kategorileştirmiştir. İnsanın bir sınıf üyesi olması, onun özgür bir şekilde gelişmesini engelleyebilir. Örneğin, geleneksel bir ailenin kızı, başlık parasına aşina olarak büyür. Ona göre, yok edilmesi gereken cinsiyetlerin rolüdür. Toplumsal cinsiyet rolleri kimi konularda kimi bireyleri diğerlerinden farklı kıldığından özgürlüğü ve eşitliği engeller. Bu yüzden toplumsal cinsiyet yok edilmelidir. Kadın kendi politik sınıf kimliklerinden ayrı olarak yeni kimlik kavramları geliştirmelidir. Kadın kimliğini, dışarıdan ataerkil sistem etkilememeli aksine kadın kimliğini kadınlar içeriden düzenlemelidir. Dışarıdan düzenlenen kadın kimliği otomatik olarak eşitsizlik getiriyordu çünkü ataerkil hegemonya kimlik oluşumunu ataerkil yapının lehine yapıyor ve bu durum kadının ikincil bir konuma doğru yolculuğunda önemli bir konum teşkil ediyordu.  Kadınlar, radikal bir değişimle bu hegemonyayı reddetmeli ve yeni bir kültür oluşturmalıdır. Kadınlar, baskı altında olduğundan ve kendilerinin yetersiz olduğuna inandırıldıklarından erkeklere boyun eğiyordu ve bu artık değişiyordu. Kadınlar tek başlarına da yaşayabiliyordu ve bir erkeğin egemenliği altına girmesi gibi bir zorunluluğunun olmadığını öğreniyorlardı. Tarih öncesi dönemlerde erkekler, kadınların varlığını işgal etmiş ve erkekler yeni bir kültür oluşturmuştur.

Atkinson, kadınların ve erkeklerin bu durumunun patolojik olduğundan bahseder ve aşk olgusu da bu konuya dahildir. Ona göre aşk, “kadınlara eziyet etmek için var olan psikolojik bi etkendir.” Kadınlar “aşk” olgusu ile hem kendilerine hem de diğer sınıflarla bir tür ilişki kurma biçimi olarak kullanırlar. Atkinson, kadınların aşık olarak erkeklerin güçlerinin bir kısmını kendilerine aktarmak için kullandığı psikolojik bir yöntem olduğunu söyler. Bu tam olarak öz yetersizliğini gidermek için yapılan bir eylemdir. Kadın aşk olgusu ile erkek kadın rolleri ikiliğini belirsiz hale getirmeye çalışır. O, özgür olduğumuzda aşkın olmayacağını belirtir.

Daly bize gerçekliğin dil yoluyla gerçekleştiğini söyler ve eğer bir değişim istiyorsak bunun ön koşulunun dilde bulunan kalıpların değişmesi olacağını ileri sürer. Ona göre eril hegemonya kendi günlük konuşma kalıplarını oluşturur ve bu kalıplar eril kalıplardır. Örneğin kadınlar için: “çenesi düşük, saçı uzun aklı kısa, kocakarı, cadı” gibi kötüleyici ve aşağılayıcı kalıplar vardır. Bu kalıplar kadınların inançlarına etki eder ve kadınlar dilin sayesinde bu vahim durumu kabullenirler. Bu yüzden dilin yapısı çözülmeli ve yeni kelimeler ortaya konulmalıdır. Bu yeni kelimeler de bahsedildiği gibi ataerkil toplumun kötü kalıpları yerine yeni bir dişil kültür oluşturmak için kullanılmalıdır. “Dil bir simgeler dünyasıdır.” (Esinoğlu, 1996: 28)

Yeni kelimeler oluşurken, olumlu kadın prototiplerine ihtiyaç vardır. Bahsedilen kötü kalıplar Daly için kahramandır. Radikal feminizm, Daly’ye göre, bir adın oluşumu anlamına gelir. Bu adın oluşumu aşaması ona göre, yeni bir dünya keşfetme amacı taşır. Bu dünya ataerkilliğin dışında bir dünyadır. Bu dünya dışındaki dünyaya giriş yeni dünyalar yaratmak demektir. “Yeni” dünyayı keşfederken kadınlar doğru yola ilerlemek için çabalar. Daly, kadınların ataerkil sistemi yok ederken şeytan çıkarma ayini yaptıklarını söyler.

Feminizm ve radikal feminizm kuramlarında beyaz kadınların olduğu kadar siyah kadınların da etkisi vardır. Birçok siyah kadın, feminizme geldiler çünkü sorun sadece siyah olmaları değil, siyah kadın olmalarıydı. Elbette siyah erkekler ikinci sınıf vatandaştı ama siyah kadınlar hem siyah hem de kadındı. Ataerkil sistemde kadın olmak sorunken bir de siyahi olmak onların tamamen aleyhine olmuştur. Feminizmde, diğer ideolojilerin aksine siyahlar ve beyazlar uyum içerisinde çalışmışlardır ve ırkçılık bu konunun tamamen dışındaydı. Beyaz kadınlar diğer kadınların sorunlarının farkında değillerdi başlarda ve siyahi kadınlar “biz kadın değil miyiz?” diyerek kadın olduklarını ifade ettiler. Feminizm, ırk, etnik köken ve sınıf farkları gözetmeden kadınların maruz kaldığı baskıyı açıklamak ve bu baskıları çözümlemek için mücadele etmekti.

Siyah kadınlar, beyaz kadınlardan farklı deneyimler yaşadıklarını kanıtlamak istemişlerdi. Siyah kadınlar iki kez ayrımcılığa uğrar, birincisi siyah olduklarından ikincisi ise kadın olduklarından. Ayrıca siyah kadınlar evi geçindirmek için zorla çalıştırılırlar. Çalışan siyah işbölümünün çoğu kadınlardan oluşmaktaydı ve siyah kadınlar beyazlar tarafından durmadan tacize uğramışlardır. Beyaz sömürgeciler, siyahi kadınları ekonomik yönden de zor durumda bırakmışlardır. Siyah kadın daha çok çocuk sahibi olmuş, tek bırakılmış, daha çok çalıştırılmış, daha az eğitim almış, daha az kazanmış, daha erken dul kalmış ve ailenin ekonomik gücünü taşımak zorunda bırakılmıştır. Bu ekonomik gücü taşımak demek, bazıları için siyahilerin anaerkil olduğunu ileri sürmelerine sebep olmuştur. Ancak durum böyle değildir. Siyahi kadınlar buna zorlanmıştır.

Siyah ve beyaz feministler arasında belirgin farklar vardır ancak kadınlar bu farklardan dolayı farklı ideolojiler üretmek istememişler, aksine beraber çalışıp bunu düzeltmeleri gerektiğini söylerler. Lorde, “cemaat olmadan özgürleşme yoktur” der. Lorde, siyahi kadınların Afrika’dan getirilirken eşitsizliğin başladığını ifade eder çünkü kölelik başlamıştır. Ayrıca siyahi kadınlar o dönemde iki kez köle olmuşlardır. Erkekler zorla çalıştırılırken kadınlar hem zorla çalıştırılmış hem de tacize uğramışlardır. Bu siyahi feministlerin olduğu tarafa ise renkli radikal kadınlar denmiştir. Renkli radikal kadınların önemli bir özelliği ise ırklarını ve etnik kökenlerini muhafaza etmeye çalışmalarıdır. Kültürlerini korumak isterler. Siyahi kadınlar, ataerkil sistemde annenin kızlarını büyütürken yaşadıkları sorunlardan bahseder. Ataerkil yapıdaki annelerin inançları, ideolojik aygıtlar tarafından başarılı bir şekilde manipüle edilmiştir ve sıra kızlara geçmiştir. İnançları değişen anneler artık ideolojik aygıt haline gelmiştir. Anneler kızlarına erkeklerin “iğrenç” olduğunu ama yaşamak için birisiyle olmaları gerektiğini söylemişlerdir. Erkeklerden ve isteklerinden kaçış olmadığını söylerler ve bununla başa çıkmanın tek yolunun uyum sağlamak olduğunu söylerler. Aslında ataerkil yapının en güçlü kolu burasıdır. İdeolojik aygıt haline gelen “anne”. Ataerkil yapıyı yayma işini üstlenirler dersek yeridir. Bu kadınların suçu değildir, aksine kadını kadın düşmanı yapan eril sistemin suçudur. İdeolojik aygıtlar öyle güçlü bir şekilde organize olurlar ki bunu anlamak gerçekten çok zordur. İlerlemek için şunu bilmeliyiz: “Annemden farklı olmalıyım!” Eğer anne ve kızı arasında bu ilişki değişirse o zaman amaç başarılı olur. Kadınların organize oluşu o zaman çok daha kolay olur.

Lezbiyen feminizm, feministlerin lezbiyen karşıtı oluşlarını eleştirir. Lezbiyenlerin de kendi yaşam stilleri vardır ve onlar da kadındır. Lezbiyen feministler, kadınların baskı altına alınmasının sebebini “heteroseksüelciliğin” kurumsallaşması olarak tanımladılar. Lezbiyen feminist kuramcılar, tıpkı siyahi feministler gibi iki kez ayrımcılığa uğradılar. Birincisi kadın olmalarıydı, diğeri ise lezbiyen olmalarıydı. Eşcinsel olmaları onları erkeklerden de kadınlardan da uzakta tutuyordu. “Radikalezbiyenler” ise NewYorklu bir ikinci dalga radikal feminist akımıydı. Radikal lezbiyenler, lezbiyenliğin sadece bir cinsel kimlik ya da cinsel eğilim olmadığını ayrıca kadınlığını ve enerjisini diğer kadınlara ayırmış, erkeklerin ve ataerkilliğin terimlerini reddeden bir grup olduklarını anlatmak istediler. Onlara göre lezbiyen, küçüklükten beri toplumun izin verdiğinden daha özgür olan ve kadın olmak için daha çok çabalayan, kadınların patlama noktasına gelmiş gazabıdır. Lezbiyenler, toplumun kendilerine dayatmış olduğu kadın rollerini tamamen inkar etmiş ve “özgürlüğü” sonuna kadar yaşamışlardır.

Lezbiyen terimi ise kadının, bağımsız olan kadının yerini belli etmek için kullandığı bir terimdir. Lezbiyenler, erkekler ile mücadele edebilen kadındır. Ataerkil sistemde gerçek bir kadın olmanın koşulu bir erkeğin cinsel mülkü olmaktır. Radikal lezbiyenler bunu reddeder ve hiçbir adama bağlı olmayan bir kadın olurlar.

Radikal lezbiyenler, kadınları bir erkeğin kimlikleriyle anılmayı reddetmeye çağırırlar. Erkek tanımının reddedilmesini isterler. Erkek tanımını içselleştirmek demek kendi tanımını unutmak demektir. Heteroseksüellik, bir erkek ve bir kadın arasındaki ilişki olmakla birlikte ayrıca, kadının, evde bir erkeğe evin dışında ise bütün erkeklere karşı zorunlu bir sadakat olarak paylaştırılan bir görevdir. Bu yüzden radikal lezbiyenler, lezbiyen olmanın ayrıcalık olduğunu söylerler. Çünkü erkek egemenliği, kadınların sosyal, ekonomik ve duygusal olarak erkek bireylerin etkisi altına alınmasını heteroseksüellikle sağlanıyorsa, kadınlar heteroseksüellikle mücadele etmeli ve heteroseksüelliğin kurallarını yıkarak diğer kadınlarla işbirliği yapmaları gerekir.

Rich, zorunlu heteroseksüelliğin, kadınların ikincil oluşunun ön koşulu olduğunu dile getirir. Zorunlu heteroseksüellik, bir erkeğe zorunlu bağımlılığı gerektirir. Rich, bir kadının bir erkeğe aşık olmasının tamamen kendini yıpratmak anlamına geldiğini söyler.  

Sonuç

Radikal feminizm, toplumda temel kötülüğün toplumun üzerinde şekillendiği kadına yönelik baskı (veya ataerkilli) olduğu ve düzenlenmeye karşı çıkmanın temelini tüm standart cinsiyet rolleri ve erkek hakimiyetine karşı çıkmakta gören feminizmin bir koludur. Onlara göre Marksizmle kadınların özgürleşmesi mümkün değildir. Tarihte ilk sömürülen sınıfı kadın olarak görürler. Kadınların sömürülmesinin önüne geçilmesinin temel koşulu ise üretim mekanizmaları ve üreyim mekanizmalarını yeniden ele almaktır. Bu yüzden bir kısım radikal feministler kadın ve erkeğin biyolojik farklılıkların en aza indirilmesi gerektiğini söylerken bazı radikal feministlerde kadınlığın kutsallaştırılmasının gerekli olduğunu söylemişlerdir.

Radikal feminizme göre cinsiyet, toplum yapısını belirleyen en önemli ve mutlak parametredir. Cinsiyetler, biyolojik-sosyal olarak farklıdır ve ikisi arasında eşitlikten bahsetmek imkansızdır. Yapılması gereken kadının erkeğe eşitliğini savunmak degil, kadının rolünü bu biyolojik-sosyolojik farklar üzerinden yeniden tanımlamaktır.  Bu şekilde cinsiyet çatışmasının önüne geçilmiş olunacaktı. Radikal feministler, kadının baskı altında olması ve kadın erkek arasındaki çelişkinin temelde aile kurumundan türediğini söylerler.

Aile, ataerkil düzen içinde kadınları erkeklere hizmet etmeye ve bu hizmet etme rolünü kabul etmeye şartlandıran erkek egemen ideolojisinin, yeniden üretilmesini sağlayan kurum olarak görülmektedir. Bu nedenle aile kurumunu radikal feministler reddetmektedirler. Kadınların çocuk doğurma ve büyütme yükümlülüğünün onların toplumsal rollerini ve eylemlerini etkileyen temel unsur oldugunu savunur. Kadın toplumsal olarak özgürleşmek icin biyolojik rolünden kurtulmalıdır. Hamileliği önlemeye yönelik yöntemler ve kürtajın yaygınlaşmasını savunur. Fakat asıl ilginç önerisi çocuk üretimi konusundadır. Firestone, tüp bebek yöntemi ile laboratuvarlarda cocuk yapılabilmesinin mümkün olduğunu, çocukların doğduktan sonra anne-babalar tarafından değil devletin kurduğu çocuk yetiştirme kurumlarında yetiştirilmesi gerektiğini, böylece anne ve babaların biyolojik rollerin baskısından kurtulup gerçek bireyler olabileceğini iddia eder. Aile kavramını böylece biyolojik olarak yıkılacağını ve patriarsinin ortadan kalkacağını söyler.

Ayrıca toplumsal cinsiyet kavramı kesinlikle Marksist feminizm ve Sosyalist feminizm gibi feminist kollarıyla çözümlenemez, asıl sorun dildir ve hegemonyadır. Hegemonyanın çözünmesi gerekir. Çözünen hegemonya, ataerkil sistemin yok olması demektir.

Kaynakça

  • B. Morris (2004). Din Üzerine Antropolojik İncelemeler. Çev. Tayfun Atay. İstanbul: İmge Kitabevi
  • E. Durkheim (2010). Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri. Çev. Prof. Dr. Özer Ozankaya. İstanbul: Cem Yayınevi
  • E. Birant (1996). Dinlerin Gizemi. İstanbul. Ceylan Yayıncılık
  • F. Engels (2013). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Çev. Hasan İlhan. İstanbul: Sayfa Yayınları
  • K. Marx (2009). Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi. Çev. Kenan Somer. İstanbul: Sol Yayınları
  •  M. Özbek (2007). Dünden Bu Güne İnsan. İstanbul: İmge Kitabevi