“İnsanın eyleme muktedir olması, ondan her zaman
beklenmedik olanın beklenebileceği anlamına gelir.”
– Hannah Arendt
Günümüz insanı gizemden arındırılmıştır. Bu arınma kelimenin anlamını tersine çeviren bir eylemsel yapıdadır. Arınmak olumlu bir manayı ihtiva ederken gizemden arındırılmış insan kendi manasından yalıtılmış ve yavanlaştırılmıştır. Dolayısıyla her türlü olumsuzluktan ve ötekinden menedilmiş insan donuk ve anlamsız bir billûrluk içerisindedir. Byung-Chul Han, bu toplumu ‘şeffaflık toplumu’ olarak kavramsallaştırır. “Boşluğun olumsuzluğuna yer vermeyen bir toplum mutluluk içermeyen bir toplum olacaktır. Görme alanında boşluk bırakmayan aşk pornografidir. Bilgide boşluk bırakmayan düşünme ise bozularak hesaplamaya dönüşür” (Han, 2021, s.19).
Han, tefekkür için boşluğun, mesafenin yani tekinsiz olanın gerekliliğini vurgular. Anlamın açıklığı iletişimi kuvvetlendiren matematiksel bir unsur değil onu anlamsızlaştıran bir gürültüdür artık. Japon şiirinde var olan boşluk ve mananın gizlenişi şair ve okur arasındaki saygıya, hürmete atıfta bulunur. Anlamın tümünü ayyuka etmek bir saygısızlıktır. Anlamın pornografikleşmesidir. Tefekkürü başlatmak çeşitli öncülleri içler. Anlamın ve bakışın mesafesizliği içinde düşünen akıl, imajlar içerisinde sürüklenir. Bilgi ya da fikir değil enformasyon üretir.
Bu fikirsizlik, tekinsizliğin beklenmedikliğinin yerini şimdilerin berraklığına bırakır. Artık yaşamı anlamlandırdığımız ve onu yarattığımız bucaksız topraklar çorak ve verimsiz hale gelmiştir. Ufuk çizgisinin düşü ateşleyici yapısı yok olmuştur. Bir dağın yüceliğine, bir ormanın hiddetine ya da bir denizin enginliğine hayret etmek, onlara bakarak düşünmek yerini turistik bir ekran bağımlılığına ve görünme ekonomisinin, beğenilme arzusunun ve manasız bir kaçış mitinin ikamesine bırakmıştır.
Düşüncenin mesafesi yerini zorbalığın mesafesizliğine terk etmiştir. Böylece arkaik düşünceler siber zorbalığın şimdiliğinde bağlamsızca beğenmenin köleleri tarafından katledilir. İmajlaştırılır ve fikirden nobranca ayrıştırılırlar. Öyle ki enfokrasinin yozlaştırıcılığından Marx da nasibini almıştır Nietzche de. Franco Bifo Berardi’nin Kahramanlık Patolojisi isimli eserinde benzer bir soruşturma yürütülür. “Troçki, Lenin ve Shakespeare öldü… KAHRAMANLAR YOK. Artık olmayacak” (2018, s.10). Kahramansız, ideolojisiz, tefekkürsüz yani berrak bir enforsferde varlığını sürdüren özne açıklığın vulgarlığıyla mesafesizce muhattaptır. Gorki’nin Pavel’i “insanlar kötüdür, evet. Ama ben dünyada doğru bir şey olduğunu öğrendim öğreneli, daha iyi görünüyorlar gözüme!” (2022, s.34) diyemeyecektir artık. Pavel’in sınıf bilinci bir tefekkürün mesafesine muhtaçtır. O’nun mücadelesi beklenmedikliklerle, beklenmedik bir zulümle varlığını sürdürür. Bu olumsuzluk ve fluluk içinde yaratır güzeli, iyiyi ve öfkeyi.
Öteki, O’nun için yok sayılması gereken yahut görmezden gelinen değildir. Bir kahraman olarak tüm ötekiler O’nun için potansiyel yoldaşlardır. Müttefiklik ya da ortaklık değil yoldaşlıktır aslolan. Çünkü müttefiklik hiyerarşik, spesifik ve kabullenicidir. “… yoldaşlık eşitlikçi, kapsayıcı ve ütopyacıdır. Yoldaşın eşitlikçilik ve kapsayıcılık boyutları onu ütopyacı kılan şeydir. Yoldaşlar arasındaki ilişkilerin gündelik belirlenimleri (nam-ı diğer kapitalist sosyal ilişkileri) yerle bir etmesini mümkün kılan şeydir” (Dean, 2021, s.42). Kahramanlar gibi yoldaşlar da yoktur artık. Yoldaşlık yerine sayılara indirgenmiş tanışıksız arkadaşlar/takipçiler vardır.
Tüm kavramlar, değerler ve görece fikirler tüketime teşnedir. Bununla ilk kez karşılaşmadığımızın farkındayız. “Kültür endüstrisi durmadan vaat ettiği şeylerle tüketicisini durmadan aldatır. Fiyakalı olay örgüleriyle görüntülerin vaat ettiği haz, vadesi sürekli uzatılan bir senet gibi geciktirilir: Bu gösteri, haince bir biçimde, hiçbir zaman yerine getirilemeyecek bir vaatten ibarettir…” (Adorno, 2013, s.72). Kültür endüstrisi her türlü değeri kendi içerisinde eriterek üretim bandının konusu haline getirebilirdi. Yani her şey tüketimin konusu olabilirdi; isyan dahil.
Bugün kültür endüstrisi kavramı çoğunlukla aşılmış durumda. Adorno’nun ortaya koydukları halen bir zemin teşkil etse bile zamansal açıdan çeşitli dinamikleri açıklamakta görece yetersiz kalmaktadır. Bu kısa alıntının satır aralarından bile halen bir anlatının ne biçimde dönüştürüldüğünü, sinsice de olsa hazzın ertelenmesinin halen zamanla bağının olduğunu anlamak mümkün. Günümüzde saniyeler içinde hazzı tadabiliyor ve hemen yenisini aramaya koyuluyoruz. Artık hazzı yaratmak için düşünmeye ya da fantazyaya yer yok. Çünkü karşımıza çıkması muhtemel her tüketim nesnesi ya da içeriği yalnızca hazzın hızlıca tüketilmesine dayanmaktadır. Olumluluklarla örülmüş bir evren.
Beklenmedikliğin yitimi yalnızca soyut bir tartışmanın konusu değildir. Uyaranlar sadece siber uzaya değil reel olana da sirayet etmiş ve dönüştürmüştür. Somut dinamikler ve yapıp etmeler üzerine temellenen sanal mekân hızlıca gerçek olanı işgal etmiştir. Bugün bir bildirim baskısı altında yaşıyoruz. Dikkatimizi celbeden bu sürekli akış telefonun kilitli olmasına aldırmıyor. Onunla ilgilenmezken bile arka planda akan bir yaşantının varlığını dayatıyor bize. Bu bir aldatmacadır. Kişisel bilgisayarlarımız, akıllı telefonlarımız, akıllı saatlerimiz, tabletlerimiz ve gözlüklerimizle, nesnelerin internetiyle birbirine bağlanan bir sürü akıllı ev aletlerimizle sürekli bağlantıda olma ve veri yaratma hali tüm beklenmedikliğimizi elimizden alıyor. Anlamsız ve bağlamsız verimlilik söylenceleri insanı soyut ve somut manada bir iş istasyonuna dönüştürüyor.
Süregiden bu baskı sağlıklı olmayı da bir şart haline dönüştürüyor. Diğer birçok kavram gibi sağlıklı olma hali de dolaşıma sokulan bir ideale eklemlenmiş durumda. Zygmunt Bauman buna “fitness ideali” diyor: “Sağlıklı yaşamdan farklı olarak fitness idealinin doğal bir sonu yoktur. Sonu gelmeyecek bir sürecin yalnızca içinde bulunulan aşaması için bazı hedefler konulabilir -fakat önceden belirlenmiş bir hedefi tutturmanın vereceği tatmin duygusu geçicidir. Hayat boyu süren fitness arayışında durup dinlenecek bir an bile yoktur ve aradaki tek tük başarı kutlamaları, bir sonraki zorlu etap başlamadan önce verilen kısa bir moladır. Fitness ideali peşinde koşanların kesin olarak emin oldukları tek şey, yeterince fit olmadıkları, çalışmaya devam etmeleri gerektiğidir” (2023, s.118). Çağımız insanı sonsuzluktan menedilmiştir. Onun zamanla olan bağı artık geri döndürülemez biçimde bozulmuş sürekliliğin yarattığı bir sanrıda sadece şimdiki zamanların sahte tatminleri içerisinde uykusuzca dolanır. Hiçbir şeye yetişemediği gibi ölemez de.
Ölemez çünkü kendinin tutsadığıdır. Kendini sürekli parlatır, görünmez oluncaya kadar yapar bunu. Anlamın ortadan kalktığı çünkü ötekiden, negatiflikten yalıtık irrasyonel bir siber uzaydadır. Avatarına öyle narsistçe tutkundur ki ölmeyi unutur. Terry Eagleton “Sadece iyiler ölmeyi becerebilir” der. “Ölüm, eğer başarıyla gerçekleştirmek istiyorsanız, yaşarken provasını yapmanız gereken bir kendinden vazgeçiştir. Aksi takdirde ölüm bir ufuk değil bir fasit dairedir” (2020, s.27). Eagleton “Kötülük Üzerine Bir Deneme” isimli eserinde bizi harika bir edebi yolculuğa çıkarır. Romanlar üzerinden kötülüğü ve ölümü okur. Her ikisinin de ardında yatan anlamı keyifli, metinler arası diyalektik bir okumayla serimler. Bence bu kısa metin daha uzun bir övgüyü hak ediyor. Ne yazık ki burada oldukça yüzeysel bir geçiş yapmak zorundayım. Eagleton’ın anlatısı anlama içkin bir dünyayı konu alıyor. Yani anlamı anti-anlamla reddedebilen bir kötülüğün ve erdeme kör bir iyiliğin çelişkisini gösteriyor bize. Bu da bir reddiye olarak hiçliği var edebiliyor olduğumuz çağlara gönderme içeriyor.
Bugün hiçliği var edebileceğimiz bir anlam mevziisine sahip değiliz. Ancak Eagleton’ın işaret ettiği ölemeyen kötülerin bu edimsizliğinin silik ve bilinçsiz bir yansımasını görüyoruz her yanda. Peki neden ölemiyoruz? Beklenmedikliği, gri olanı, tekinsizliği yani tılsımını kaybetmiş bir dünyada yaşıyoruz.
Rastlantılar bu zamanda elemine edilmesi gereken anomaliler muamelesi görüyor. Çağımız öznesi sürprizleri sevmez; kâr edecek olan kişi belirli olanı talep eder. Onun için rastlantı değil fırsat vardır. Beklenmedikliği verimlilikle bağı olduğu ölçüde tolere eder. Bu yalnızca gündelik yaşamımıza değil düşün dünyamıza da sirayet etmiş durumda. Sorgulamalar sonuca varmak bir kenara dursun bunun için çabalamıyor bile. Sonuca ulaşmak ya da önermek adeta bir korkuya dönüşmüş durumda. Herkesin her şeyi söyleyebildiği bir çağda (!) yeni bir şey söylemek yahut popüler muhafazakarlığın vaaz ettiği sınırları aşmak teyakkuzu da beraberinde getiriyor.
Böylece sonunu bildiğimiz entelektüel rakstan öteye geçemeyen metinleri konuşuyor, aynı alanda tepinen filmleri dolaşıma sokuyoruz. Bu noktada tümden kapanmacı bir tavır takınmayacağımı da belirtmek isterim. “İktidarın olduğu her yerde direniş de vardır” der Michel Foucault (1976, s.95). Bu sebeple kinik bir betimlemenin ötesinde beklenmedikliği, oyun dürtüsünü canlı tutmak ve bunda ısrarcı olmak eylemi gerektirir. Zamanı anlamaksızın reddetmenin ötesinde onu kanıksamamak bir eylemlilik biçimidir. İçinde bulunduğumuz durum öznenin kendini ifade ettiği özgür bir alan olmaktan ziyade, post-kapitalist sistemin gönüllü uyum mekanizmalarından birine dönüşmeyi imler (Şimşek, 2025, s.112).
Dolayısıyla insani olanda ısrarcı olmak etik ve politik bir düzlemde değerlendirilmek zorundadır. İnsanın elindeki enstrümanlar öyle fütüristik bir yapıda da değildir. Kadim olanlardır. Bu enstrümanların en etkilisi elbette sanattır. Popüler olanda değil insani olanda sergilenen etik ısrar bahsi geçen eylemliliğin inşasında kritik bir sürece karşılık gelir. Sanal olanın oradasızlığı ve zaman aşkınlığına karşın, yeni bir auratik spektrumun varlığı da zaruridir.
Sokakta olmak yani kent hakkını elinde bulundurmak ve bu etik kodların birer söylence olmadığını, gündelik hayatın ve somut olanın konusu olduğunu anlamlı tekrarlarla yinelemek gerektiği görüşündeyim. Kedi videoları beğenmek yerine halen kedilerin olduğu sokaklara sahip çıkmak yalnızca somutluğun devinimiyle gerçekleşecektir. Dünya halklarının feryatları ‘play’ tuşuna basma insafına kalamayacak kadar yüksek ve normalleştirilemeyecek, sıradanlaştırılamayacak kadar canicedir.
Beklenmedikliğimizi geri alabilmek umuduyla…
Kaynakça
Adorno, T. W. (2013). Kültür endüstrisi kültür yönetimi (Çev. N. Ülner, M. Tüzel & E. Gen). İletişim Yayınları.
Arendt, H. (1958). The Human Condition. University of Chicago Press.
Bauman, Z. (2023). Akışkan modernite (Çev. S. O. Çavuş). Tellekt.
Berardi, F. B. (2018). Kahramanlık patolojisi: Toplu katliam ve intihar (Çev. N. Kurunç). Otonom Yayıncılık.
Dean, J. (2021). Yoldaş: Siyasi aidiyet üzerine bir deneme (Çev. A. Karatay). Minotor Kitap.
Eagleton, T. (2020). Kötülük üzerine bir deneme (Çev. Ş. Bezci). İletişim Yayınları.
Foucault, M. (1976). The history of sexuality: Vol. 1. An introduction (R. Hurley, Trans.). Pantheon Books.
Gorki, M. (2022). Ana (Çev. Z. Biberyan). Yordam Kitap.
Han, B.-C. (2021). Şeffaflık toplumu (Çev. H. Barışcan). Metis Yayınları.
Şimşek, D. C. (2025). Dijital kapitalist özne ve iletişimin dönüşümü: Performans, dolaşım ve direniş. Global Media Journal Turkish Edition, 16(30), 98–114.




