Düşünceyi sınırlara ayırmak ya da sistematize etmek günümüz koşullarını düşündüğümüzde oldukça zahmetli bir iş. Gerekli olup olmadığı konusunda kesin bir kanıya varmamakla birlikte, böylesine büyük bir dikkat dağınıklığı içinde yaşamak zorunda olan bizler için çizilmesi neredeyse imkânsız sınırlardan birisi. Rivayeti üzerine konuşulan, hep hedef gösterilen ve arzu edilen ‘şeylerden’ yalnızca birisi daha. Aramak ya da sorgulamak ne geçmişi ne şimdiyi ne de geleceği kurban eder. Buna rağmen, günümüzde aramak daha doğru bir ifadeyle şimdiki zamanın pratikleriyle herhangi bir şeyi aramak ya da sorgulamak birçok şeyi kurban etmeyi ön koşul olarak sunuyor. En çok da şimdiyi ve dolaylı olarak gelecek zamanı ipotek altına alıyor bu ön koşul. ‘An’ın varlığının genellikle somut koşullara indirgenmesi herhangi bir konuda gerçekleştirilecek herhangi bir akıl yürütmeyi çileci bir duruma sokmaktadır.
Bu çilecilik gelecekte var olduğuna inanılan ya da hedef gösterilen noktaya ulaşmak ve cevapların ancak bu koşullarda yaratılması muhtemel bir şimdide bulunabileceğine dair geliştirilmiş bir inanca temellenmekte. Bu inanç da yapısı ve koşulları itibariyle bir paradoksu var etmektedir. Sorunların tükenmeyeceği gerçeğiyle yaşamak kabulünü göstermek beraberinde salt bir tatmin duygusunu getirmez bilakis dış dünyaya dair bir teyakkuz halindense tedbirli olma refleksini geliştirmeye yatkındır. Teyakkuz, ihtimaller ya da anomaliler karşısında sürekli bir uyanıklığa karşılık gelir. Anlamı itibariyle tam da bugüne uygun bir yaşam biçimini çağrıştırmaktadır. Seçmek ya da elemek gibi zahmeti ve sürekliliği daraltan ya da kısıtlayan bir yapıdan ziyade, herhangi bir şeyi kaçırmamak için varoluşun tüm uzamlarında aynı uyanıklık halini sürdürmeyi vaaz eder. Artık tedbir ortadan kaldırılmıştır. Tedbir ya da önlem günümüzde teyakkuza evrilmiştir. Sınırsız ihtimallerle çevirili siber-gerçeklikle örülü, uyumayan bir dünyada tedbirler teyakkuzla bütünleşmiş ve sonsuzluk sınırsızlıkla bastırılmıştır. Sonsuzluk bir sonrasızlığa dolayısıyla bir bütünlüğe atıfta bulunur. Sınırsızlığı ya da hudutsuzluğu kapsayan hep orada olacak olan anlamına gelen sonsuzluktur. Fakat sınırların ortadan kalkmasının ya da ihtimallerin somut sonsuzluğunu daha önemli hale getiren şeyse sürekli bir bütünlük taşımaz. Çünkü yeniden üretilmesi ve değiştirilmesi temelinde sınırsızlık özelliğini sürdürebilir. Sınırsızlık, tedbiri gündelik yaşamdan dışarıya iter. Bu itişle ortaya çıkan boşluğuysa teyakkuzla doldurur.
Sınırsız imkanların getirdiği sınırsız sorunlar ve olumsuzluklar karşısında küresel bir teyakkuz ve uyanıklığın zorunluluğu açıktır. Sonsuzlukla algılanan bir zaman örüntüsü yerini parçalılığa bırakmıştır. Bu parçalılık sürekli bir dönüşümü sembolize eder. Dolayısıyla sabitlik ya da süreklilik sonsuzlukla birlikte yok edilmiştir. Artık hiçbir tedbir geçerli değildir. Tedbiri yaratabilecek referans noktaları şimdiki zamana kurban edilmiştir. Dolayısıyla zamanı ve dünyayı algılama pratiklerimizdeki bu değişim bir güvencesizliğe ve güvensizliğe yol açmaktadır.
Böylece hem düşünme biçimlerini organize etme hem de gündelik yaşam pratiklerini sınırlandırmak konusunda sorunlar yaşıyoruz. Sınırların ortadan kalkması bir özgürlük getirmemiştir. İşin ve iş dışı zamanın arasındaki sınırın kalkması boş zamanın yeniden bir gaspı anlamına gelmektedir. Kamusal olan ile özel arasındaki sınırın kalkması ise her alanın özelleşmesi ya da kamusallaşması sonucunu doğurmamış adete tuzlu ve tatlı suların birleştiği noktalara özel bir karşıtlığı beraberinde getirmiştir. Özel olan yer değiştirmiştir. Aradaki sınırın kalkması netliği de beraberinde götürmüştür. Sanal kamusal mekanlarda ise bu sınırdan söz etmek neredeyse imkansızdır. Tam tersi istikamette reel yaşantılarında ifşa etmekten imtina duyacakları her ayrıntıyı bir var olma ya da orada bulunma pratiği olarak normalleştirmiş insanlar, o alandaki içeriği yaratmak görevini de sessizce benimsemişlerdir.
Sınır muhafazakârlığına karşı yürütülen bir sınırsızlaştırma yönelimi, çokluğu ya da çoğulculuğu çağırdığını iddia eder. Ancak sınırları ortadan kaldırmak gibi belirsiz ya da neye karşılık geldiğini hakkında pek fazla fikrimizin olmadığı soyut bir edimin somut çıktılarından birisi olarak başka olanın sınır dışı edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Sınırların ya da sınırlandırma refleksinin yok edilişi tespiti mümkün olmayan bir akışa alan açmıştır. Bu akışın içeriği hakkında da en ufak bir fikrimiz yok. Bu sebeple sürekli teyakkuz halinde olmamız gerekmektedir.
Şimdilerden meydana gelmiş bir zamansal düzlem içinde, hedef gösterilen tatminin ya da nihai ödülün neredeliğini sorgulamayan birey, sürekli bir sonra hedefi içerisinde tüketmeye ve üretmeye dolayısıyla tüketilmeye devam eder. Gerçekleştirdiği her haz eylemi kısıtlandırılmış bir yapıdadır. Anlam inşa edilen ya da hazzın sürekliliğinin farkına varılan eylemlerin varlığı, şimdinin sürekliliğini tehlikeye atar. Bu yüzden en sıradan görünen eğlence aktiviteleri bile hep sonrası tarafından ipoteklenir. Sürekli yapacak bir işi olan günümüz öznesi asla dinlenemez. Çünkü aklı atılması gereken tiklerle doludur. Bunların kısa zamanlı bitişiyle planlar yaşamını. Bu bitişin yeni bir şimdiye açılacağını bilir daha doğrusu bir yenilemeye karşılık geleceğinin farkındadır. Ancak rutin arzu edilen bir sürekliliğin uhrevi parçası olduğu için bir ahlak halini almıştır. Bu ahlak yapılması gereken şeylerin sürekli ve düzenli bir biçimde yapılmasının devamlılığı üzerine temellenir. Rutin’in ahlakı, hazzın hakkına karşı muzafferdir artık. Mutluluğun peşinden koşmak hakkının evrensel bir hak olduğunu herkes bilir ancak bunun yolları konusunda çok azımızın fikri vardır.
Bireysellik bir öykünme halini almıştır. İşaret edilen etik kodların yeniden üretilmesi yani taklidine temellenmiştir. Etiğin artık ilerlemek ve zamana ayak uydurmak yani gelişmek gibi bir kaygısı kalmamıştır. Rutin ahlakının gelişimi yekpare bir sabitliği ve öngörülebilirliği çağırır. Rutin ahlakının en makbul müritleriyse gündelik yaşam pratikleri içerisinde belirsizliğe asla yer vermeyen, yürüyen birer hatırlatıcı ya da ajanda gibi davranan insanlardır. Her an verimliliği çağrıştırmalı, çıktı sağlamalı ya da bunun için bir hazırlık aşamasına karşılık gelmelidir. Rutin ahlakı başarıyı önceler ve bir ön kabul ya da koşul olarak sunar. Böylelikle yalnızca tekrara dayalı bir ahlak anlayışı olmaktan çıkarak tüm negatifliği yok eder. O sadece performansın, üretkenliğin ve başarının ahlakıdır.
Bu ahlak anlayışı hislerin yarattığı anlamlandırma işlevini kabul etmez. Sınırları içerisinde ancak görevlere ve karşılık geldikleri olumlu sonuçlara yer vardır. Ulaşılması arzulanan tek nokta hareket halindeki bir faydadır. Fayda sınırsız bir genişlemeyi sembolize eder. Sonsuz değildir, sınırsız olmak zorundadır çünkü rutin sürekli genişlemeyle temellenmiş bir yaşam biçimidir. Sergilenen davranışların biçimi ya da yolu önemli değildir, soyut bir rutinin varlığı somut bir faydaya karşılık geldiği sürece etik hiçbir koda yer yoktur. Rutin ahlakı etiği yalnızca bir denetleme aracı olarak kullanır. Rutin ahlakının varlığına izin verdiği tek etik kod, verimliliğin devamıdır. Bunu da basit ve derinlikten yoksun birtakım uhrevileştirmeyle sağlar. Sürekli fayda üretmekle mükellef performans öznesinin düşünmek ya da sorgulamak için ne vakti ne de kaynağı vardır. Mülkiyet ya da sahiplik gibi kavramlar da onlara kaynak sağlayamaz çünkü onlar ve türevleri artık akışkandır. Bir şeye sahip olabilmek için onu sürekli yeniden üretmek zorundalığına bağlıdır mülkiyet. Statik bir yapıdan koparılmış, zamanın parçalılığına gömülmüştür, böylece devamlılık arz etmeyen bir süreklilik sağlanmış olur. Elde edildikçe, mülkiyet hakkının devamlılığı ve sahip olmak arzusunun karşı konulmazlığı bireyi bir kısır döngü içerisine hapseder.
Rutin ahlakının öznesi sürekli yokuş aşağı gider. Gitmesi için gerekli enerji düzlem tarafından sağlanır, o artık sürekli koşmak zorundadır, koşuşun ivmesi bir tercih değil zorunluluk halini almıştır. Durmak için göstereceği mukavemet onu parçalara ayıracaktır. Üretmek bir ayrıcalık değil zorunlu bir tüketimdir. Tüketerek üretmek ve bireyselliği sürekliliğe kurban etmek bir doğallığa sahip olmuştur. Sanki hep oradaymış hissini vererek organikleşir, tanrısallaşır ve tercihsiz hale gelir. Rutin dışında yaşayan insanların sistem içerisindeki yaşantılarının imgeleştirdiği ibret kavramı, ‘durmak’ fikrini yok eder. Tüketimden feragat etmek bir statü intiharı anlamına gelir, rutinin vaaz ettiği tüketime karşı koyamaz ancak ‘minimalist’ yaşayabilirsiniz. Çünkü sınırları tüketim tarafından belirlenmiştir, yolu ve araçları belli bir başka tüketim sprektümuna alternatif bir geçiş yapmak ve rutini odağa koymak zorundasınızdır. Rutin halini almış her türlü eylem cilalanır ve bir arzu nesnesine dönüşür. Böylece rutin tercihsiz bir yaşamı var eder.
*Yazı görseli: Office in a Small City (1953) — Edward Hopper