Heidegger Bir Nazi miydi? | Rıdvan Salih Gezegen

Martin Heidegger’in Hayatı

Martin Heidegger hayatı boyunca da öldükten sonra da çok tartışılan bir düşünür olmuştur. Hayatı Almanya’nın küçük bir yerleşim bölgesi olan Baden’de 26 Eylül 1889’da başladı. Aile bir Katolik olarak bilinse de hiçbir zaman katı bir anlayışı savunmamışlardı.

Heidegger’in eğitim hayatı ise burslarla ve Katolik çevreden edindiği çeşitli yardımlarla gerçekleşmiştir. Ailesinin de etkisiyle dini bir yönde eğitim almıştır. Özellikle teoloji alanında çalışması Heidegger’e büyük bir katkı sağlamıştır. Dönemin Katolik düşünürleri yeni eğitime başlayan Katolik gençlere burs vermiş ve kalacak yer konusunda yardımcı olmuştur.

Heidegger’in kariyerine kısaca baktığımızda 1913 yılında Freiburg Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladığını daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nda kısa süreli posta elemanı olarak görev yaptığını, 1933-34 yılları arasında ise kısa süreli bir rektörlük görevini yaptığını söyleyebiliriz. Aynı zamanda 1933 yılında üye olduğu NSDAP’a 1945 yılına kadar üyeliğini devam ettirir.

Heidegger’in felsefesi çok tartışılan bir konu olmuştur. Felsefe tarihçileri onu genellikle varoluşsallıkla tanımlamaya çalışsa da o hiçbir zaman kendini böyle tanımlamamıştır. Genellikle metafizik ile ilgilenmiş; bilim, yurt, varlık, dasein gibi birçok farklı konuda yazmıştır. En çok etkilendiği kişilerin F. Nietszche ve bir dönem hocası olan E. Husserl olduğu söylenebilir.

“Heidegger Bir Nazi miydi?” Sorusu

Martin Heidegger hem felsefesiyle hem de siyasi anlayışıyla çok tartışılmıştır. “Heidegger Bir Nazi miydi?” sorusu onun parti üyeliğinden ve o dönemki çeşitli yazılarının ve söylevlerinin bir sonucudur. Bu soruyu cevaplayabilmek çeşitli kaynaklardan yararlanmak en sağlıklı bilgiye ulaşmak için gereklidir. Özellike Rüdiger Safranski’nin Heidegger: Bir Alman Üstat adlı kitabı ve Heidegger’in kendi notlarından oluşan Kara Defterler bizim için yeterince iyi kaynaklar olacaktır. Bazı bilgileri ise Kaan H. Ökten’in Heidegger hakkında kaleme aldığı birkaç eserden almak sorunun cevabının netleşmesine yardımcı olacaktır. Son olarak ise Heidegger’in Der Spiegel’e 1966’da verdiği ancak yayımlanmasını ölümünden sonra istediği için 1976’da yayımlanan, “Nur noch ein Gott kann uns retten” (Yalnızca Bir Tanrı Bizi Kurtarabilir) adlı röportajından yararlanacağız.

Rüdiger Safranski ve Heidegger’in Biyografisi

Safranski, Heidegger üzerine geniş kapsamlı bir biyografi yazmıştır. Biyografi Heidegger’in hem felsefi yönünü hem de hayatı boyunca çevresinde bulunan kişileri iyi çözümlemektedir. Kitapta birçok yerde Heidegger’in nazilerle ilişkisine, hayatındaki yerine değinilmiştir. Safranski, Heidegger ile ilgili çeşitli varsayımlarda da bulunmuştur. “Kamusal yaşamdaki çıkar politikasıyla bu kurumsal Sistem ona o kadar rahatsızlık vermiştir ki, sonraları Nazi hareketine sempati duymasının bir nedeni de bu hareketin ruhban sınıfına karşı çıkmasıdır.”[1] Safranski kitapta Heidegger’in birçok farklı nedenle fikirlerinin değişebileceğini söyleyerek bir bakıma bu konuda yorum yapmaktadır.

Martin Heidegger ve eşi Elfride’nin anlattıklarına bakılırsa, Nazilerin iktidarı ele geçirmesinden sonra artık rektörlüğe gelmek istemeyen Möllendorff’un kendisiydi. Möllendorff Heidegger’le arkadaştı ve rektörlüğün beklenen zorluklarını konuşmak için doğrudan onunla temasa geçmişti. 1932/33 kışında bir yarıyıl izin almış olan Heidegger 7 Ocak’ta Todtnauberg’den Freiburg’a geri dönmüştü. Bayan Heidegger’in anılarına göre Möllendorff, “parti politikasına hiçbir şekilde bağlı olmayan” Heidegger’in rektörlüğü üstlenmesi için “acil dileğini” ifade etmişti.[2]

 O dönem okulunda birçok insan tarafından sevilen Heidegger bir bakıma partiden ayrı gibi gözükse de ileride partiye üye olup yakınlaşacaktır.

Hareketin “resmi” filozofu rolünü isteyen Ernst Krieck, Heidegger’in konumunu “metafiziksel nihilizm” olarak niteler. Jaensch’ten farklı olarak Krieck, eleştirisini 1934’te kendi yayımladığı “Volk im Werden” dergisinde halka açık olarak ifade eder: “Heidegger’in öğretisinin dünya görüşsel temel tınısı, ihtimam-göstermelik ve korku kavramları tarafından belirlenmiştir ve her ikisi de hiçliği hedefler. Bu felsefenin anlamı açıkça ateizm ve metafiziksel nihilizmdir; tıpkı bizde özellikle Yahudi edebiyatçılar tarafından temsil edildiği gibi. Yani Alman milleti için parçalanma ve çözülmenin mayasıdır. Heidegger ‘Varlık ve Zaman’da bilinçli ve kasıtlı olarak ‘gündeliklik’ üzerine felsefe yapar – millet ve devlet, ırk ve nasyonal sosyalist dünya ·görüşümüzün tüm değerleri hakkında tek kelime yoktur. Rektörlük konuşmasında … birden kahramanlık şarkıları söylüyorsa, burada 1933 yılına bir uyum söz konusudur ve ihtimam-göstermeklik, korku ve hiçlik öğretileriyle ‘Varlık ve Zaman’ ( 1927) ve ‘Metafızik Nedir? in (1931) temel tutumuyla tamamen çelişki içindedir.[3]

Dönemin “resmi filozofları” Heidegger’i nihilizm yapmakla suçlamıştır. Burada aslında Heidegger ile Ernst Krieck arasında bir rekabet olduğu söylenebilir. Tabi Heidegger’in nasyonal sosyalizme Krieck gibi bağlı olmadığını da söylemek gerek. Bu yüzden Heidegger’in felsefesine ve onun samimiyetine inanılmıyordu.

“Nazilerden Arındırma Komitesi protokolü, Heidegger’in bu noktaya ilişkin yanıtlarını şu şekilde özetliyor: ‘Hitler’in partinin ve onun doktrininin ötesinde büyüyebileceğine ve hareketin tinsel olarak başka yollara yönlendirilebileceğine, böylece her şeyin bir yenilenme ve toparlanma zemininde bir Batılı sorumluluğunda birleşeceğine inanıyordu.’”[4]

Heidegger’in ağzından bunun gibi birçok alıntı ve yazı vardır. Safranski’nin biyografi kitabından edindiğimiz genel olarak kanı Heidegger’in, Hitler’in ilk yıllarında ondan çok etkilendiği ve onu bir önder olarak gördüğüdür.

Heidegger felsefesini oluşturmasına yardımcı olan düşünür ve aynı zamanda hocası olan Edmund Husserl ile iletişimini kesmiştir. Aynı zamanda öğrencisi ve aralarında romantik bir ilişki olan Hannah Arendt ile de araları açılmıştır. Heidegger rektörlüğü döneminde de Yahudi hocaların üniversite ile olan bağlarının kesilmesine yardımcı olmuştur. Bazı öğrenciler onun hakkında şöyle bilgiler vermektedir:

“Heidegger Yahudi öğrencilerinin doktora yapmasını istiyordu, ama kendi yanında degil” (Max Müller). Arkadaşı olan Yahudi ögretim üyesi Wilhelm Szilasi’ye şöyle der: Şimdiki durumda temaslarımızı koparmamız gerekli.[5]

1945 yılında Fransızlar’ın Heidegger’in bulunduğu şehri ele geçirmesiyle birlikte, NSDAP’ta üyeliği bulunan herkesin konutuna el konulması emri verilmiştir. Ve bunların içinde Heidegger de vardır. Heidegger şehir dışındayken gelişen bu olay karşısında Heidegger şehre gelir fakat durumu engelleyemez ve hatta kütüphanesine de el konulur. Bunun üzerine Heidegger Fransız idareciye bir yazı yazar:

Kişiliğime ve çalışmalarıma karşı yürütülen bu ayrımcılığa kesinlikle itiraz ediyorum. Neden ben sadece evime el konulması şeklinde değil de, aynı zamanda çalışma ortamımın da tamamen elimden alınmasıyla cezalandırılıyor ve bütün şehrin gözü önünde, hatta dünya kamuoyunun gözü önünde iftiralara uğruyorum? Partide asla bir görev üstlenmediğim gibi, ne partide, ne de birimlerinden birinde bir faaliyette bulundum. Ama rektörlüğüm siyasi bir kusur olarak görmek isteniyorsa, herhangi birinin bana karşı getirdiği herhangi bir itiraza ve suçlamaya karşı kendimi savunma imkanının tanınmasını talep etmek zorundayım, yani ilk önce bana ve resmi görev faaliyetlerime karşı ne suçlamalar getirildiğini bilmem gerekir.[6]

Safranski bu yazının, Heidegger’in gelecekteki savunmalarının bir “taslağı” olarak adlandırır.

1945 sonrasında ise dönemin entelektüelleri, özellikle Heidegger ile yakın olan kişiler ona sorular sormuştur. Herbert Marcuse’nin ona bir mektup yazdığını ve Hannah Arendt ile de yeniden görüştüklerini biliyoruz. Ancak Arendt ile görüşmelerini gizli tutmuştur.

Heidegger’in susuşuyla ilgili çok şey söylenmiştir. İnsanlar ondan ne bekler? 28 Ağustos 1947’de Heidegger’e yazan Herbert Marcuse, Heidegger’i nasyonal sosyalizmle “özdeşleşmekten nihayet” kurtaracak bir “söz” bekliyordu, “değişimini ve dönüşümünü herkese karşı itiraf etmesini” istiyordu. Heidegger yanıtında, bu değişimi daha nasyonal sosyalizm esnasında herkesin önünde (derslerinde) gerçekleştirdiğine ve 1945’te eski kanılarından gösteriş için vazgeçmenin artık onun için imkânsız olduğuna, çünkü savaş sonrası kariyerleri uğruna kendilerini aklamak için “en iğrenç şekilde zihniyet değiştirdiklerini duyuran” o “Nazi taraftarlarının” yanına konulmak istemediğine işaret eder. Kamuoyunun talepleri doğrultusunda, milyonlarca Yahudinin katliyle arasına mesafe koyma fikrini, Heidegger haklı olarak bir rezalet olarak görüyordu. Çünkü bu şekilde, bu cinayette yardakçılık yaptığını öne süren toplumsal bir yargıyı, üstü örtülü olarak kabul etmiş olacaktı. Özsaygısı bu kırıcı teklifi reddetmeyi buyuruyordu.[7]

Heidegger aslında bir reddetme içinde değildi çünkü bir taraf olmaktan korkuyordu. Bir şeyleri kabul etmekle etmemek onun için büyük bir sorun oluşturuyordu. Ve özür dilemek ise aklında hiçbir şekilde yoktu.

Kara Defterler

Kara Defterler, Heidegger’in Kara Orman Dağları’ndaki kulübesinde yazdığı, 1931-1975 arasındaki düşüncelerini içeren 34 defterden oluşmaktadır. İlk olarak 2014 yılında yayınlanmaya başlanmıştır. Bu defterlerde bizim bakacağımız kısım onun rektörlük döneminde ele aldığı kısımlardır.

1933-34 yılları arasında Freiburg Üniversitesi’nde rektörlük konumunda meslektaşlarının ve Nazi iktidarının uygun görmesiyle göreve başlamıştır. Heidegger ülkedeki iktidar değişiminden sonra rektörlük görevine başlamış ve yeni politikalarla üniversite için yepyeni bir dönemin başladığını söylemiştir.[8]Heidegger rektörlüğe gelirken çekinceleri olsa da üniversite konusunda hayalleri vardır. Aynı zamanda bu dönemde kendi felsefesini (Kara Defterler’de ki notlardan anlaşıldığı gibi) nasyonal sosyalizmle birleştirmeye çalışmıştır.

Kaan H. Ökten’in aktardığına göre Heidegger’in ilk siyasi söylevi aslında rektörlüğünden aylar önce yaptığı bir konuşmadır. Bu konuşmada Heidegger’in milli duyguları ön plana çıkar. Konuşmanın yapılma nedeni ise 1923’te Fransız işgal güçlerince idam edilen ve ilk “Nazi Şehidi” sayılan Leo Schlageter için düzenlenen anma törenidir(1933). Heidegger bu konuşmada aslında felsefesini ve siyasi görüşünü bir bakıma birleştirmiştir.

…Varlık ve Zaman’da tarif edilen varolma idealini gerçekleştirmiş bir kişidir…O, ölümü bizatihi, doğrudan devredilemez bir imkân olarak idrak ve icra etmiştir. Bunun için ihtiyaç duyduğu kudret ona, memleketinin toprağı ve kimliğince verilmiştir … kendini Dasein’ın kudretine memleket toprağı üzerinde teslim etmiştir.[9]

Heidegger Rektörlük törenini özenle düzenlemiş ve siyasi ontolojisini belirleyen konuşmayı ilk defa orda yapmıştır.

…Alman Üniversitesinin Kendini Hâkim Kılması (başlıklı) konuşmasından sonra Alman milli marşı okunmuş… sonrasında NSDAP’ın parti marşı olan «Horst Wessel Marşı» söylenmiş, sağ eller Hitler selamına kaldırılmış ve “Sieg Heil” (“Zafer Kutlu Olsun!”) eşliğinde tören görkemli biçimde sona ermiştir.[10]

Heidegger daha sonra rektörlüğü döneminde öğrencilere savunma ve bilim kampları başlığı altında SA ve SS ile eğitim verdirtmiştir. Bilim Kampı sadece erkek katılımcılar için verilirken kampta uyanış, yatış ve çalışma saatleri kesin bir biçimde belirlenmiştir. Kampın amacı ise Dasein’ın yeniden kendi kudretine kavuşmasıydı.

Bilim kampının düsturu “birlikte yaşamak, birlikte çalışmak, birlikte düşünmek” idi… Heidegger’in bizzat seçtiği bir grup hoca ve öğrenciden meydana gelen kamp katılımcıları, SA ve SS üniformaları giyerek uygun adım düzeni içinde Freiburg’tan çıkmışlardı.[11]

Heidegger, rektörlük dönemi ile ilgili ele aldığı satırlarda çokça “Führer” ismini geçirir ve ondan övgülerle bahseder:

Önder’in (Führer) bizim düşünüşümüzü doğru yola sokan ve itici güç sağlayan yeni bir gerçekliği uyandırmış olmasının büyük tecrübe ve mutluluğu.[12]

Nasyonal sosyalizmin gerçek bir oluşturucu kudret olması için bütün yapıp etmelerinin ve sözlerinin arkasında sakladığı bir şeyi olması gerekir- ve güçlü şekilde istikbale doğru etki eden bir ardında bir şey-saklamaklıkla etkin olması gerekir.[13]

Nasyonal sosyalizm bitmiş ve tamam bir hakikat olarak gökten bir zembille inmedi- öyle ele alınırsa bir yanılgı ve saçmalık olur. Nasıl kendisi oluşmuşsa ileride de oluşmaya devam etmeli ve kendini şekillendirmeli- yani oluşmuş bir şey olarak onun karşısında geride durmalı.[14]

Kara Defterler’in ilgili bölümlerinde Hitler’in adı Önder olarak anılarak birçok olumlu gönderme yapılmıştır. Aynı zamanda nasyonal sosyalizmin teorisi hakkında da birçok önerme bulunmaktadır.

Eğer ufukta beliren Alman Dasein’ı büyük olursa, o zaman önünde binlerce yıl açılacaktır-bize düşen buna uygun olarak her şeyi düşünüp taşınmaktır…[15]

Ancak rektörlükte birinci yılının sonlarına doğru Heidegger bir şeylerin yanlış olduğunu düşünerek umutsuzluğa kapılmaya başlar. Üniversite istediği gibi bir konuma gelmemiştir ve iktidarın zorla yaptırdığı uygulamalar onu sıkmaya başlamıştır.

Heidegger hayal kırıklığı sonucunda, öğrencilerden ve yeterince itici bir kuvvet olmayan uygulamalardan bahseder ve asla yapmayacağı veda konuşmasını defterine yazar:

…kendini hâkim kılmanın birleşik ve köklü kuvveti Alman üniversitesinden uzaklaşmıştır…Tehlikeli olan şudur: durumun giderek artan şekilde üzerinin örtülmesi…Acıklı olan bu son değildir- onun gerçekliğinin üzerinin örtülmesidir acıklı olan.[16]

Heidegger hiçbir zaman okumayacağı veda konuşmasında Hitler’in adını bile anmaz. Genel olarak üniversitelerin ve öğrencilerin durumunun kötülüğünden bahseder. Rektörlükten ayrıldıktan sonra ise aynı üniversitede ders vermeye devam eder. Fakat belirli zamanlarda Heidegger iktidar gözlemcileri tarafından izlenir, derslerinden özellikle dışarıya bilgiler aktarılır.

1938 tarihli bir NSDAP soruşturma kaydı ise Heidegger hakkında çevresindeki kişilere sorulan soruları ve cevapları bize gösterir:

  • …Çocukları bir nasyonal sosyalist gençlik örgütüne üye midir? –Evet
  • …Nasyonal sosyalist devlete evet demekte midir? –Evet
  • …Yahudilerden alışveriş yapmakta mıdır? – Hayır
  • …Politik açıdan güvenilir midir değil midir? -Güvenilirdir[17]

 Yalnızca Bir Tanrı Bizi Kurtarabilir – Der Spiegel Röportajı

Heidegger ile 23 Eylül 1966’da gerçekleştirilen bu röportaj, Heidegger’in isteğiyle ölümünden sonra Der Spiegel’de yayınlamıştır. Röportajın ilgili kısımlarına bakarsak Heidegger genel olarak çoğu olayı bir iftira olarak adlandırmakta ve bazı ihtilaflı konulara ise açıklık getirmektedir.

…rektörlüğümden önce politik olarak hiçbir şekilde etkin değildim. 1932-33 yıllarının kış döneminde izinliydim ve zamanımın çoğunu dağ evimde geçiriyordum.[18]

…Görevden alındığı gün von Möllendorf bana geldi ve şöyle dedi: “Heidegger, şimdi rektörlüğü devralmalısın.” Hiçbir idari tecrübem olmadığı için buna karşı çıktım. Ancak o zamanlar rektör yanlısı olan teoloji profesörü Sauer da beni yeni seçimde aday olmaya sevk etti, çünkü aksi takdirde sadece bir görevlinin rektör olarak adlandırılacağı şeklinde gerçek bir tehlike vardı. Birkaç yıldır üniversite yönetimiyle ilgili meseleler tartıştığım genç meslektaşlarım, rektörlüğü devralmam için istekleriyle beni kuşattılar. Uzun bir süre tereddütte kaldım. Sonunda, Akademik Senato’nun oybirliğiyle desteğinden emin olmak kaydıyla, sadece Üniversitenin çıkarları için görev devralmaya hazır olduğumu beyan ettim. Bu arada rektörlük için yeterliklerim hakkındaki şüpheler sürdü, bunun üzerine seçim sabahı Rektör makamına gittim ve azledilen meslektaşım von Möllendorf’a ve Rektör yanlısı Sauer’a görevi devralamayacağımı söyledim. İkisi de seçimin şimdiye kadar zaten sürdüğünü, bu noktada adaylıktan çekilemeyeceğimi söylediler.[19]

Heidegger bu noktada aslında rektörlüğe bir bakıma zorla geldiğini söylüyor. Genel olarak bunu üniversite için ve arkadaşları tarafından motive edilerek kabul ettiğini anlatmakta. Bu kısımda Heidegger hakkında bazı kişilerin şüpheleri olduğunu birkaç farklı kaynaktan onaylayabiliriz fakat röportaj içinde Heidegger biraz fazla kendini savunuyor gözükmekte.

…o sıralarda Nasyonel Sosyalistlerle beraber üniversiteyi doğrultabileceğinizi düşündüğünüzü mü anlamalıyız Profesör?

 Bunu söylemenin yanlış yolu bu. “Nasyonel Sosyalistlerle beraber” değil, Üniversite tamamen kendi başına bir tefekkür yoluyla kendini yenilemeli ve böylece -az önce bahsettiğim anlamda- bilimin politikleşmesi tehlikesine karşı sağlam bir konum kazanmalıdır.[20]

Normalde Heidegger’in o dönemki konuşmaları Führer’e atıflarla doluyken burada üniversite ve o dönemki siyasi durumu birbirinden ayırarak konuşmaktadır. Çelişkili diyebileceğimiz veya sonradan fikir ayrılıklarını belli eden ifadeler kullanmaktadır.

…Fakat bu noktada, bugün katılacağınızı hayal bile edemeyeceğimiz başka bir ifadeye -bu üzücü alıntılarla yakında bitireceğiz- değinmeliyiz. 1933 sonbaharında şöyle dediniz: “Öğretiler ve düşünceler, varlığınızın kuralları olmasın. Führer, yalnız başına kendisi, bugünün ve gelecekteki Alman gerçekliği ve yasasıdır.”

Bu cümleler rektörlük konuşmamda değil, yalnızca 1933-34 kış döneminin başında yerel bir Freiburg öğrenci gazetesinde yer aldı. Rektörlüğü devraldığımda, taviz vermeden hayatta kalamayacağım açıktı. Değindikleriniz, bugün artık yazmayacağım cümlelerdir. Bu gibi şeyler söylemeyi 1934’te bıraktım.[21] 

 Belki de Heidegger burada özür dilemek yerine bunları bir daha söylemeyeceği şeyler olarak adlandırıyordur. Ama görüyoruz ki kendini hiçbir şekilde suçlu hissetmemekte.

…Nazi Partisi ve organizasyonlarıyla iş birliğiniz hakkında size karşı birçok suçlamanın yapıldığını biliyorsunuz ve bunlar, inkâr edilmemiş olarak kamu hafızasında varlığını sürdürüyor. Bu nedenle, öğrenci birliğinin ya da Hitler Gençliği’nin kitap yakma olaylarına katılmakla suçlanıyorsunuz.

Üniversite binası önünde yapılması planlanan kitap yakımını yasakladım.[22]

Bazı kaynaklar bu durumu doğrularken bazıları da bunun tam tersini iddia etmektedir.

…Ayrıca Yahudi yazarların kitaplarının Üniversite kütüphanesinden veya Felsefe Seminerinden kaldırmakla da suçlanıyorsunuz.

Seminer Yöneticisi olarak sadece Seminer Kütüphanesi üzerinde yetkim vardı. Yahudi yazarların kitaplarının kaldırılmasına yönelik tekrarlanan taleplere uymadım. Bugün, seminerlerimdeki eski katılımcılar, sadece Yahudi yazarların kitaplarının kaldırılmadığına değil, aynı zamanda bu yazarların, her şeyden önce Husserl’ın, tıpkı 1933’ten önce olduğu gibi alıntılanıp tartışıldığına tanıklık edebilirler.

Bu tür söylentilerin kaynağını nasıl açıklıyorsunuz? Garez m?

Bunu varsaymak isterim ancak kaynaklar hakkındaki bilgime göre iftiranın nedenleri daha derindedir. Rektörlüğü devralmam muhtemelen bunun için bir fırsattı, belirleyici neden değil. Bu nedenle polemik, fırsat sunulduğunda muhtemelen tekrar tekrar alevlenecektir.[23]

Heidegger görüldüğü gibi suçlamaları kabul etmemekte ve kendini savunmaktadır belki de bu röportajın ölümünden sonra yayınlanmasını istemesi bundandır. Röportajın ilerleyen kısımlarında konu eski arkadaşları ve yakın olduğu Yahudi kökenli kişilere gelir. Heidegger Karl Jaspers hakkında sorulan soruyu şöyle cevaplamıştır:

…Karl Jaspers ile uzun zaman samimiydiniz. 1933’ten sonra bu ilişki bozulmaya başladı. Söylentilere göre bozulmanın, Jaspers’ın bir Yahudi eşi olduğu gerçeğiyle bağlantılı görülmesi gerekiyor. Bununla ilgili bir şey söylemek ister misiniz?

Jaspers ile arkadaşlığım 1919’da başladı. 1933 yaz dönem boyunca onu ve eşini Heidelberg’te ziyaret ettim. Bana, 1934-1938 yılları arasındaki tüm yayınlarını “yürekten selamlarla” gönderdi.[24]

Eski hocası ve arkadaşı olan Edmund Husserl ile olan ilişkisine dair onunla hiçbir şekilde ırkından dolayı karşı karşıya geliş yaşamadığını söylemiştir. Varlık ve Zaman’da, Husserl’e yaptığı atfın bir süre sonra kaldırılması hakkında ise şöyle demiştir:

…Varlık ve Zaman’ın (1941) beşinci baskısının yayımlanmasında Husserl’e yapılan orijinal ithaf dahil edilmediği için eleştirildiniz.

Doğru. Bu meseleyi Dile Giden Yol kitabımda açıkladım. Orada şöyle yazdım: “Yaygın olarak dolaşan ithamlara karşı koymak için, Varlık ve Zaman’ın ithafının 1935’te dördüncü baskısına kadar Varlık ve Zaman’da kaldığını açıkça belirtmek isterim. 1941’de, yayımcılarım beşinci baskının tehlikede olabileceğini ve aslında kitabın yayımlanmasının yasaklanabileceğini hissettiğinde, Nemeyer’in öneri ve arzusu üzerine ithafın baskıdan çıkarılması nihayet kabul edildi fakat benim koyduğum sayfa 38’de notun kalması şartıyla – aslına bakılırsa bu ithafın nedenin belirten ve devam eden bir not: “Eğer ki aşağıdaki araştırma, ‘kendinde şeyler’ in açığa çıkarılmasına yönelik herhangi bir adım atmışsa, yazar her şeyden önce, soruna doğrudan eğilen kendi kişisel rehberliğini sağlayarak ve yayımlanmamış çalışmalarını serbestçe teslim ederek, yazarı Freiburg’taki öğrencilik yıllarında fenomenolojik araştırmanın en çeşitli alanlarıyla tanıştıran E. Husserl’e teşekkür etmelidir.” (Being and Time, [New York: Harper and Row, 1962] s. 489.)[25]

Heidegger devamında Husserl’in cenazesine neden gitmediğini ailelerinin bağlarının kopmasına dair yazdıkları bir mektupla açıklar. Ancak hocasına hala minnettar olduğunu söylemektedir. Bunları söyledikten sonra Heidegger, Husserl’e neden kötü davranmayacağını rektörken iki Yahudi profesörün atılmasına karşı çıkmasıyla destekler. Burada görüyoruz ki Heidegger kendi durumunu netleştirmek için rektörlük dönemindeki çeşitli ihtilafları kullanmaktadır.

Rektörlük döneminden sonrası sorulduğunda ise devir törenine katılmadığını ve sürekli izlendiğini aktarır.

…Rektörlükten istifa ettikten sonra Nazi Partisi ile ilişkileriniz değişti mi?

 İstifa ettikten sonra kendim öğretim sorumluluklarımla sınırladım. 1934 yaz döneminde “Mantık” üzerine ders verdim. Sonraki dönem 1934-35’te Hölderlin üzerine ilk dersimi verdim. 1936’da Nietzsche dersleri başladı. Bunu duyabilen herkes, bunu Nasyonal Sosyalizm ile bir yüzleşme olarak duydu.

…Halefiniz kendini adamış bir Parti üyesi miydi?

Hukuk Fakültesi mensubuydu. Parti gazetesi, Der Alemanne, onun Rektör olarak atanmasını sürmanşetten duyurdu: “Üniversitenin İlk Nasyonal Sosyalist Rektörü”. [26]

Heidegger röportajın bazı kısımlarında felsefi olarak da düşüncesine temel oluşturmaya çalışarak kendi içinin rahat olduğunu göstermektedir. Röportaja genel olarak baktığımızda ise tartışılan bazı konular netleşse de hala şüpheli gözlerle bakılan bir düşünür olarak kalmaktadır.

Heidegger Hakkındaki Düşünceler

Heidegger hakkındaki genel düşünceleri Dieter Thomä şöyle sınıflandırmıştır:

  1. Heidegger’in felsefesiyle siyasi tutumu arasında herhangi bir bağ bulunduğunu düşünmeyenler (Rorty, Arendt)
  2. Siyasi ortam nedeniyle birtakım sebeplerden dolayı nasyonal sosyalist siyasete meyletmiş olduğunu savunanlar (Palmer, Sluga)
  3. Heidegger’in kendi şahsına münhasır bir şekilde nasyonal sosyalizm sergilediğini savunanlar (Young, Pöggeler, Fedier)
  4. Heidegger’in nasyonal sosyalizmle ilişkisinin aslında karmakarışık ve heterojen olduğunu ve bir tür hatalar silsilesinden meydana geldiğini savunanlar (Steiner)
  5. Heidegger’in siyasi angajmanının onun hayatının sadece sınırlı bir dönemine ait olduğunu savunanlar (Löwith, Lacoue-Labarthe)
  6. Özellikle Varlık ve Zaman’daki öznellik karşıtı felsefesinin Heidegger’i nasyonal sosyalist düşünceye sevk etiğini savunanlar (Tugendhat)
  7. Heidegger’in hem erken dönem hem geç dönem felsefesinin nasyonal sosyalist düşünceye zemin oluşturduğunu savunanlar (Rockmore, Ebeling, Ferry/Renaut)
  8. Heidegger’in nasyonal sosyalist bir felsefeci olduğunu savunanlar (Adorno, Farias, Levy, Nolte)[27]

Sonuç Yerine

Heidegger bütün bu bilgilerin ve görüşlerin sonucunda, ilk başta bir sempatizan ve işbirlikçi olarak gözükmekte daha sonra hem kendinden hem de NSDAP’ın yaptıklarından dolayı hayal kırıklığına uğramış olarak gözükmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise geçmişte yaptığı yanlışları asla ama asla açık olarak kabul etmemektedir. Bu durumda bazı arkadaşlarının aktardığı gibi üzgün de olabilir veya bu durumu hiç umursamamış da. Heidegger tarihin bir döneminde bir “nazi” gibi gözükse de hayatının tümü bunun üzerinden kurulmuş bir karakter değildir. Felsefede büyük bir alanı kaplayan külliyatı ve düşünceleri vardır.


[1] Rüdiger Safranski, Heidegger- Bir Alman Üstat, çev., Ali Nalbant, İstanbul: Kabalcı Yayınevi (2008), ss. 35-36.

[2] Safranski, age., s. 344.

[3] Safranski, age., s. 382.

[4] Safranski, age., ss. 334-335.

[5] Safranski, age., s. 369.

[6] Safranski, age., s.470.

[7] Safranski, age., s. 585.

[8] Kaan H. Ökten, “Heidegger’in Kara Deterleri’nde Rektörlük Dönemi”, Cogito 80 (2015): ss. 274-304.

[9] Ökten, age., s.282.

[10] Alıntılayan Ökten, age., s. 283.

[11] Safranski, age., ss. 374-375.

[12] Alıntılayan Ökten, age., s. 288.

[13] Alıntılayan Ökten, age., ss. 290-291.

[14]Alıntılayan Ökten, age., s. 291.

[15] Alıntılayan Ökten, age., s. 294.

[16] Alıntılayan Ökten, age., s.302.

[17]Alıntılayan Ökten, age., ss. 281-282.

[18] Martin Heidegger, “Yalnızca Bir Tanrı Bizi Kurtarabilir”, Söyleşiyi yapan: Rudolf Augstein ve Georg Wolff çev., Suat K. Küçükler, noktasız 2 (2020): s. 35. Bu söyleşi ilk kez 1977’de Der Spiegel’de yayımlamıştır.

[19] Heidegger, age., s.36.

[20] Heidegger, age., s. 38.

[21] Heidegger, age., s. 38.

[22] Heidegger, age., s. 39.

[23] Heidegger, age., s. 39.

[24] Heidegger, age., s. 39.

[25] Heidegger, age., s. 40.

[26] Heidegger, age., s. 42.

[27]Aktaran Ökten, age., ss. 276-277.