İnsanın Görünüşü ve Gerçekliği Üzerine | M. Uğur Karaoğlan

0
1389

İnsan, gerek gündelik hayat içerisinde gerçekleştirdiği toplumsal bir eyleminde gerekse sosyal çevresinde çoğu kez fiziksel yapısı, mizahı ve mizacı merkezinde diğerleri tarafından kişiselleştirilen bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Dışsal faktörlerin betimlemeleriyle oluşan bu nitelemeler her insanı farklı kodlarla algılanmasına neden olur. Jest ve mimiklerin kullanış şekilleri, giyim-kuşam tarzları, üslubun ifade ediliş biçimi gibi mekânın başat olduğu pek çok fiziksel faktör gündelik hayatta bireyin sosyal anlamda kimlikleş(tiril)mesinde önemli rol oynar. Sembollerin gerçeğin yerini aldığı bir dünyada kurulan tüm beşerî iletişimler sadece görünüşü odağa almaktadır. Görünüşün istisnasız gerçek olarak kabul edildiği yüzyılda duygunun varlığından bile söz açılmaması olağan karşılanmaktadır. Neyin düşünüldüğünden çok nasıl davranıldığı, neyin hissedildiğinden çok bireysel ve toplumsal anlamda somut olarak nelerin karşılandığının önemi içinde yaşadığımız yerküre de adeta yapısallaştırılmıştır. Sosyal hayatta birden fazla ben(ci)likle dolaşan insan yüzlerinin bulunması gerçek duyguların körleşmesine neden olmuştur. İnsanın spiritüel doğası gündelik rollerde sahte ve simüle edilmiş maskeler içerisinde adeta kaybolmuştur. Hisler, davranışın cazibeliğine yenilmiş; görünüş ise gerçekliğin karşısında zaferini ilan etmiştir. Artık Kierkeegard’ın Ölümcül Hastalık Umutsuzluk adlı eserinde dediği “insanı hayvanlardan üstün kılan şey acı çekmesidir” anlayışı Erving Goffman’ın Gündelik Yaşamda Benliğin Sunumu eserindeki “maskelerle yaşayan insanın, duygularının hem sadık hem gizli hem de mükemmel olabilen donmuş ifadelere” yerini bırakmıştır. Çıkılan her sahnede birey benliğini performe ederken tek bir duyguyla hareket eder hale gelmiştir: Mutluluk duygusu. Acısını gizleyen, maskelileştiren insanın bir mutluluk duygusu. Bundan ötürü insanlar arası diğerkâmlık zayıflamıştır. Bu büyüye aşırı kapılan kişiler ise çoğu kez bazı kalıp yargılarla ikincil veya üçüncül kişileri davranışlarına bağlı olarak eleştirmektedirler. Oysa yapılan tenkitler bile hiçbir duygusallığın yer almadığı, görüntünün baskın olduğu sahte bir fiile yöneliktir. Fakat insan davranışlarının yanı sıra hislerinin ve tutumlarının da sahibidir. Diğer bir ifadeyle zihin duyguları, duygular ise eylemi harekete geçirir ve insanın sosyal sahnede kendi benliğini sunmasına olanak tanır. Bu yüzden insan bilişsel, sosyal, psikolojik ve davranışsal olmak üzere eklektik varlıktır. Sırf insanların davranışsal özelliklerine odaklanarak ön yargıyla ve hareketlerine bağlı olarak yaklaşmak, onların duygularını, tutumlarını, zevklerin, hazlarını ve iç fırtınalarını ignore etmek anlamını taşır. İşte göz ardı edilen bir şey varsa o da insanın aslında bir “İceberg” olduğunu unutmaktır.