Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan, Türkiye’de ise izleyiciyle ilk olarak İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma’sında buluşan ve ardından özellikle Adana Altın Koza’da kazandığı ödüllerle dikkat çeken Sanki Her Şey Biraz Felaket, Umut Subaşı’nın dört kısa filminden sonraki ilk uzun metrajlı filmi. İlknur Burcu Keser’in Umut Subaşı ile sinemada mizah ve Sanki Her Şey Biraz Felaket filmi üzerine yaptığı söyleşiyi ilginize sunuyoruz.

İlknur Burcu Keser: Mizahın rolü ve anlamı, özellikle de sinemada kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz? İlk uzun metrajlı filminizde mizahın bazen sert, yer yer de hicivsel bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Kara mizah, toplumsal normlara karşı bir eleştiri ve başkaldırı aracı olarak mı işliyor sizce? Bu tür mizahın sinemada nasıl bir işlevi olduğunu düşünüyorsunuz? “Normalleştirme” ve “direniş” arasında mizah sizin için nerede konumlanıyor?
Umut Subaşı: Mizah benim için hayatın saçmalığıyla başa çıkabilmek için bir araç. Bu günlük hayatta da böyle. Bunun yanında mizahın gücünün geri kalan her şeyden daha fazla yakıcı etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda olan biteni hafifleştirmek değil buna karşı bir tepki biçimi olarak görüyorum. Tam tersi şekilde de kullanılabilir elbette ama benim eğilimim bu değil.
İlknur Burcu Keser: “Sanki Her Şey Biraz Felaket” gibi bir filmde, mizahın, varoluşsal bunalımları işleyen dramayla olan ilişkisinin nasıl bir dengeye oturduğunu düşünüyorsunuz? Mizahın dramatik yapıya etkisi nedir sizce?
Umut Subaşı: Sanki Her Şey Biraz Felaket’te mizah diğer işlevlerinin yanında seyircinin filme yaklaşımını benim için doğru bir yerden yapmasını sağlamak için kullanılıyor. İzleyici karakterlerin bedbaht hayatına ortak olmasın, bu hayatı onlara reva gören şeylerin üstüne düşünebilsin istiyordum. Bu yüzden özdeşliği engellemek için de kullandım biraz. Bir yandan da kafamda bir ton vardı o tonu tutturabilmek için epey önemliydi. Mizahın dramatik yapıya doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu senaryo yapısıyla ilgili bir şey.
İlknur Burcu Keser: Kısa metrajlı filmlerin ardından uzun metrajlı filme geçmek, yönetmenler için yaratıcı ve teknik açıdan büyük bir adım olabilir. İlk uzun metrajlı filminizi çekerken, kısa metrajlı filmlerle karşılaştırıldığında ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Kısa metraj ile uzun metraj arasındaki yaratıcı farklar nelerdir?
Umut Subaşı: Kısa ve uzun film aynı araçlarla üretilen ama yapısal olarak birbirinden oldukça farklı iki tür. Ben kısa filmler yaparken uzun için bir yol olsun diye değil yalnızca kendi formunda iyi filmler yapmak için çabalamıştım. Bu süreçten sonra uzun film yazarken sıfırdan başlıyormuş gibi davrandım. Uzun film yapısında kendimi nasıl var edebilirim onun üzerine kafa yordum. İyi kısa film yapan biri iyi uzun da yapacak diye bir şey yok hatta bu durum epey istisnadır, bunun bilincinde olduğum için kendi kendime bir yeniden ispat süreciydi diyebilirim.
İlknur Burcu Keser: Kısa filmden uzun metrajlı filme geçiş, sadece süre değil aynı zamanda finansal, yapısal ve üretim ilişkileri açısından da bir zorluk. Bu geçiş sürecinde karşılaştığınız en büyük ekonomik ve sektörel engeller nelerdi?
Umut Subaşı: Filmlerin finanse edilmesinden dağıtım aşamasına kadar olan süreçte bütün sorunların ortak olduğunu düşünüyorum. Uzun filmde maliyet çok daha fazla olduğu için çoğu şey daha zorlayıcı elbette. Kısa filmdeki özgürlüğü ve kaygısızlığı kaybetmemeye çalıştım sadece.
İlknur Burcu Keser: Uzun metrajlı film üretmek, kapitalist sinema endüstrisinin kısıtlamaları ve hibe/sponsorluk ilişkileri ile doğrudan yüzleşmek de demek sanki. Bu sürecin yaratıcı özgürlüğünüze etkileri konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Umut Subaşı: Bahsettiğiniz finans yapısı yaratıcı özgürlüğü ister bilinçli ister farkında olmadan doğrudan etkiliyor. Ben bu özgürlükten feragat etmemek için başka birçok şeyden vazgeçmeyi göze aldım. Projeyi de en başından buna uygun tasarladım. Gerçekten istediğim gibi değil de şartların getirdiği şekilde ve onu sağlamak için bir film yapsaydım film başarılı olsa da mutsuz olacağımı biliyordum. Bu yüzden birçok aşamada hüsrana uğrama ihtimali olan ama yaratıcı hiçbir kararadan ödün vermeyeceğim bir film yapma yoluna girdim.
İlknur Burcu Keser: “Sanki Her Şey Biraz Felaket”i izlerken yer yer bir Albert Camus kitabı okuyor hissine kapıldım. Filme dair yaratıcı sürecinizde Albert Camus’nün etkisini var mıdır? Özellikle, Camus’nün ‘absürd’ felsefesinin filmde nasıl bir yansıması var?
Umut Subaşı: Hayatın her anı yaratıcı süreci besliyor benim için. Yaptığım her şey bu sürece etki ediyor ama hiçbir şeyi de yaratıcılığı beslesin diye yapmıyorum bir yandan. Okuduklarım da elbette etkiliyor. Camus’nün filme etkisi var mı bilmiyorum ama bana olduğu kesin. Sinemayı bir kendini ifade etme aracı olarak gördüğüm için bu etki filme yansımış olabilir. Bu tarz şeyleri doğrudan bir ilhamla yapmıyorum genellikle. Sonradan fark ediyorum ya da başkası söyleyince anlıyorum.
İlknur Burcu Keser: Sinemada politik ve toplumsal eleştiri üretmek isteyen bağımsız yönetmenler, kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı sınırlamaları nasıl aşabilir? Kendi deneyiminizden örnekler paylaşabilir misiniz?
Umut Subaşı: Felaket’i gerçek bir bağımsızlıkla hayata geçirebildik ama bunu bir örnek olarak anlatmam yanlış olur çünkü birçok etmenin doğru zamanda bir araya gelmesiyle, projenin bunun uygun tasarlanmasıyla, benim ve yapımcılarımın uzun seneler bu film için yaptığımız hazırlıkla mümkün olan bir şeydi. Sürdürülebilir bir model olmadığının da bilincindeyim. Endüstrinin teknik ve anlatı beklentisini gözardı edip çok daha yaratıcı olmaktan başka bir çözüm gelmiyor aklıma.
İlknur Burcu Keser: Filmin yorumunu ve anlatılmak isteneni “seyirciye bırakmak” gibi bir yaklaşım var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yönetmen olarak, “benim bir derdim var ve bunu film aracılığıyla net bir şekilde anlatırım” mı demeli, yoksa seyircinin doldurması için boşluklar mı bırakmalı?
Umut Subaşı: Ben seyirciye alan bırakmayı seviyorum. Bu, filmin anlam dünyasının genişlemesini sağlıyor. Elbette Sanki Her Şey Biraz Felaket’in bir açık yapıt olduğunu söyleyemeyiz. Dertleri var, bunları anlatıyor ama izleyiciye de fırsat tanıyor bazı açılardan. Sinemanın yarattığı konfor hissini biraz bozduğu için bir takım seyircinin bu durumdan hiç hoşnut olmadığının farkındayım ama bazı filmler böyle bir izleme deneyimi talep edebilmeli.
İlknur Burcu Keser: Toplum ve Ütopya’ya vakit ayırdığınız ve söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Umut Subaşı: Teşekkürler.
Umut Subaşı Hakkında: Umut Subaşı 1990 yılında Ankara’da doğdu. Lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü’nde tamamladı. İstanbul Film Festivali ve SİYAD Ödülleri’nde En İyi Kısa Film Ödülü’nü kazanan “Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var”ın da aralarında bulunduğu dört kısa film yönetti. İlk uzun metrajlı filmi “Sanki Her Şey Biraz Felaket” dünya prömiyerini 2023 yılında Rotterdam Film Festivali’nde, Kuzey Amerika prömiyerini New Directors/New Films’te yaptı.