Doğa, coğrafyanın merkezinde yer alan bir kavramdır. İnsan eylemlerinin, süreçlerinin ve varoluşunun el değmemiş -ilk etapta- merkezidir. Zamansal (tarih) ve mekansal (coğrafi) olarak deneyimlenen dışsal fenomenlerin yerleştiği bir kayıp cennet miti gibidir. Marksçı teoriye, coğrafi perspektifi eklemlemeyi amaçlayan Marksist coğrafyanın tanınmış yüzlerinden olan Smith, eşitsiz gelişimin analizine tam da bu nedenle doğanın incelemesiyle başlar. Eşitsiz gelişimin ilk hareket ettiricisi, ilksel doğa kavrayışının tahrip edici ideolojisiyle başlar. Bu ideolojinin öyküsü tarihsel olduğu kadar mekansallık da içerir ancak sosyal bilimdeki baskın tarihsellik vurgusu Marx’ın dahi dikkatinden kaçmış bir haldedir. Kitabın ilk baskısının yapıldığı 1984 yılında; SSCB’nin gerileyişi, karşı kutupta sermaye imparatorluğunun küresel ölçekte artan coğrafi genişlemesi, kentlerin metropolleşerek eşitsizlik dinamiklerinin belirginleşmesi ve artan sağ popülist iktidarların varlığı kitabın yazılmasının Marksist coğrafya anlamında sosyo-politik arka planı oluşturmaktadır. Smith’in doğa incelemesi böyle bir eksikliğin yarattığı kavrayış eksikliğini kapatmak için girişilen bir çabanın ürünüdür. Batı toplumunda doğa kavrayışlarının bir incelemesinden yola çıkan Smith bilimsel ve teknik ilerlemelerle gelişen yeni bir doğa kavrayışının öne çıktığına dikkat çekmektedir. Bu anlayış, -daha sonraları burjuva doğa ideolojisinin de özünü oluşturacak olan- doğa üzerinde baskın tahakkümü kurmanın gelişimle, medeniyetle özdeşleştirildiği anlayışıdır. Doğa, bu söylemde bakir formundan arındırılarak insanın etkileşim süreçleriyle ehlîleştirilmesi gereken bir anlama dönüşmüştür. Marx’ın kapitalist sistem eleştirisinde bu kavrayış kısa ve dağınık halde kendini göstermektedir. Oysaki, kapitalist dünya sistematiğinde doğanın bu ideolojik tahakküme tabi tutulması birçok örnekle sabit bir gerçektir. Peki bu doğa ideolojisi kendini nasıl pratik etmiş ve doğa nasıl üretimin merkezinde bir nosyona dönüş(türül)müştür? Doğa, ilk bakışta kendini ortaya çıkarmaz. Bu durum, sanayi kapitalizmine içkin bazı süreçlerin kendini mekanda gerçekleştirmesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Sermaye birikimi, sermayenin dolaşımı ve kapitalist ekonomik gelişmenin baskın gelmesiyle oluşan bir sürecin sonunda doğa üretilir. Burada toplumsal iş bölümü, mübadele üretimi, emeğin üretimi, toplumsal sınıfların varlığı ve eşitsiz gelişim parametreleri gibi kavramlar Marksçı bir doğa perspektifinden yansıyarak çözümlenir. Kapitalist doğa, bambaşka açılımları gerektirir. Buradaki doğal tahribat ve tahakküm, sistemin kendi doğasına içkindir. Kendinden önceki bütün üretim ilişkilerini, doğa ideolojilerini ve toplumsal yapıları sönümlendirir ve Kolonyalizm bayrağıyla genişleyerek artı değeri korumak adına saldırır. Doğanın çevresel determinist tasavvuru bu saldırı karşısında alt edilir bir pozisyona dönüşmüştür. Kapitalist doğanın mutlak rüyası bu alt etmeyi sonsuz kılabilmektir. İlkel doğa, yitiktir ve adeta üzerine ikincil bir doğa tasavvuru üretilmiştir. Doğa kavrayışı ve tahrip edilen doğaya dönüşün hüznü ise şehirlerde hafta sonu yapılan “doğa” kaçamaklarında, çocukların gittiği “doğa” kolejlerinde, evlerin misafir odalarında, kat bahçeli balkonlarda veya günümüzde olduğu gibi cam plazmaların iş dünyasında etrafı süsleyen tropik bitkilerle giderilir. Smith’in doğa anlayışı böyle bir tarihsel analize dayalıdır. Burada kapitalist doğanın tahrip edici sürecinin bir analizi yapılırken alternatif doğa ideolojisine ilişkin pek bir açıklama görülmez. Kapitalist sisteme ilişkin eşitsiz gelişim dinamiklerini çözümleyen Smith, doğayı eşitlik temelinde ve sömürüye dayanmayan insani bir denetimin sosyalist bir toplumun temelini oluşturması gerektiğini salık verir.
* Yazıda Neil Smith’in “Eşitsiz Gelişim – Doğa, Sermaye ve Mekan Üretimi” adlı kitabının ilk iki bölümü incelenmiştir.