Nilüfer Göle’nin Batı-Dışı Modernlik Anlayışı | Hilal Kaşık

0
3595

Özet

Bu yazı esas olarak Nilüfer Göle’nin Batı-dışı modernlik anlayışına odaklanmayı amaçlamaktadır. Fakat öncelikle birbirleri yerine sıkça kullanılan modernlik ve modernleşme kavramlarının anlamlarına yer verilmiş ve Göle’nin fikirlerini daha iyi anlamak adına kısaca son dönem tartışılmaya başlanmış olan “çoklu modernlikler” kuramına değinilmiştir. Bu noktada da modernleşme kuramlarına karşı yeni ve farklı bir bakış açısı kazandıran Göle’nin, “Batı-dışı modernlik” kavramsallaştırmasıyla ne ifade ettiği, neden bu kavramı geliştirdiği, bu kavramın modernlik tartışmalarında nasıl bir öneme sahip olduğu gibi temel sorulara yanıt aranmıştır.

Giriş

Modernleşme, tarihsel olarak Batı Avrupa’da 15. yüzyılda gelişmeye başlayan, 19. yüzyıla gelindiğinde ise daha belirgin bir biçimde kendini hissettiren sürecin; toplumsal, ekonomik, politik, sosyal yapısında meydana gelen değişim ve dönüşümünü anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Başka bir deyişle modernleşme; siyasal sistemin, düşünce şekillerinin, kurumların, toplumsal ilişkilerin, mevcut kültürel değerlerin değişmesi veya farklılaşmasını esas alan bir süreci ifade eder. Sosyal bilimlerde pek çok düşünür modernleşmeyi açıklarken farklı tanımlamalar kullanmıştır. Nitekim modernleşmeyi geleneksel yapıların aşılması olarak tanımlayan sosyal bilimciler olduğu gibi teknolojinin gelişmesi ve yeni teknik araçların üretildiği büyük ölçüde dönüşümler yaratan radikal bir değişim süreci olarak tanımlayan sosyal bilimciler de vardır. Aslında modernleşme, tüm bu açıklamaları kapsayan genel bir olgudur. Modernlik ise daha çok; “18. Yüzyıl Avrupa Aydınlanmasından 1980’li yılların ortalarına kadar süren ve sekülerleşme, rasyonelleşme, demokratikleşme, bireyselleşme ve bilimsel düşüncenin gelişimi gibi unsurlarla karakterize edilen dönemdir” (Giddens ve Sutton, 2018: 28).

Uzunca bir süre modernlik, modernleşme, modernite kavramları tartışıldıktan sonra son dönem sosyal bilimler alanında yeni diyebileceğimiz bir kavram gündeme gelmeye başlamıştır. Bu kavram; “çoklu modernlikler” kavramıdır. Bu dönemler aynı zamanda “postmodernlik”, “geç modernlik”, “akışkan modernlik”, “batı-dışı modernlik” gibi kavramların konuşulmaya başlandığı bir dönemdir. Bu anlamda da modernliğin bugüne kadar kabul gören klasik anlayışına karşı yeni eleştirilerin geliştiğini söylemek mümkündür. Bu noktada Taylor’a göre şu soruya yanıt bulmak önemlidir: (2018: 11) Bugünkü toplumsal yapıyı ortaya koymak için tek bir fenomen yeterli midir yoksa modernliğin çoğulluğundan da bahsedilmesi gerekmekte midir? Bu soruya son dönem sosyal teorisyenlerinden bazıları tek bir fenomenin kabul edilemeyeceği, bu yüzden de “modernliğin çoğulluğuna” ihtiyaç olduğu yönünde yanıtlar vermişlerdir.  Başka bir deyişle, toplumsal yapıda meydana gelen olayların sadece modernlik ya da postmodernlikle açıklamanın yetersiz olduğunu düşünen çağdaş sosyal bilimciler, “çoklu modernlikler” kavramının da değerlendirilmesi gerektiğine inanmışlardır. Bunun yanı sıra çoklu modernlikler üzerine çalışan toplum bilimciler, “karşılaştırmalı tarihsel sosyoloji” anlayışını gündeme getirmişlerdir. “Bu teorisyenler kuşkusuz, Avrupa-merkezci modernlik kuramlarına yanıtlanması gereken ciddi sorular dayatmaktadır” (Kaya, 2005: 2). Bu nedenle bu kuram, kendisini modernlik eleştirisi üzerine inşa etmiş ve toplumsal yapının açıklanması noktasında yeni çözüm önerileri sunmuştur. Bu yazıda odaklanacağım sosyal bilimci Nilüfer Göle’nin ortaya attığı “Batı-dışı modernlik” kavramı da toplumsal yapıların açıklanması noktasında yeni bir çözüm önerisi olarak okumak mümkündür.

Batı-Dışı Modernlik

 Modernlik üzerine çalışmalarda bulunmuş olan Nilüfer Göle, modernliğe farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Nitekim Göle, çoklu modernlikler kuramına ait fikirlerini de şu şekilde ifade etmiştir; “Çoğul modernlikler projesi ‘Batı Modernliği’nin tek medeniyetçi anlatımlarına karşı ciddi bir meydan okumadır. Bu proje Batı modernliğinin, izlediği tarihsel ve entelektüel güzargahın yan patikalarında bastırılmış, marjinalleştirilmiş ya da sadece unutulmuş bazı çoğulcu özelliklerini yeniden gündeme getirmeyi denemektedir” (Göle, 2017: 134). Bu bağlamda Nilüfer Göle’ye göre çoklu modernlikler kavramı, bize modernliğe dair yeni okuma fırsatları sunmuştur. Çünkü modernliğin egemen olan “tek biçimli” anlayışına karşı çıkarak ona yeni ve farklı anlamlar yüklemiş, ayrıca hakim olan modernlik anlayışını sorunsallaştırmayı esas alarak modernliğin neden çoğulluğundan bahsetmemiz gerektiğini açıklamıştır. Fakat Nilüfer Göle, çoklu modernlikler kuramından ziyade kendi geliştirmiş olduğu Batı-dışı modernlik kavramını merkeze alan bir düşünce ortaya koymuş ve özellikle de Türk modernleşmesi üzerinde durarak Batı-dışı modernlik kuramını açıklamaya çalışmıştır. Batı-dışı modernlik kavramının ne olduğuna değinmeden önce ise iki tür ayrım yapılması gerektiğini belirten Göle bu ayrımın modernlik ve modernleşme kavramı üzerine yapılması gerektiğini belirtir. Çünkü ona göre: “modernlik, evrenselliği içermektedir. Modernleşme ise farklı ülkelerin tarih ve kültürlerinden yola çıkarak çizdikleri güzargâhın adıdır. Başka bir deyişle modernleşme zaten kendi içinde çoğuldur” (Göle, 2017:162). Bu bağlamda Göle, modernliğe farklı bir açıdan bakılması gerektiğini ifade etmiş ve modernliğin tek biçimliliğine karşı çıkmıştır. Göle’nin yanıt aradığı esas soru ise şudur: “Batılı olmayan toplumların modernlik deneyimleri yeni bir iddia taşıyabilir mi?” (Göle, 2007: 56). Aslında bu soruyla Göle, Batı-dışı modernlik kavramına işaret etmiş ve burada ki “Batı-dışı modernliği, çoğul, yerel ve alternatif modernlik üzerine inşa etmiştir” (Yücedağ, 2010:769). Bundan dolayı da Göle, daha çok Batı-dışı modernlik kavramını kullanmayı tercih etmiş ve bu kavramı sosyal bilimler literatürüne kazandırmıştır. Diğer yerel, alternatif, çoğul modernlikler kavramı ise çeşitli düşünürler tarafından kullanılmıştır. Genel olarak bu kavramlara baktığımız zaman modernliğin çoğulluğu üzerine bir vurgunun olduğunu görürüz. Örneğin “alternatif modernlik”  Batı-dışında bir modernliğe gönderme yapmış ve farklı kültürel deneyimlerin de ötesine geçerek söz konusu olan modernlik kuramını aşmaya çalışmıştır. “Yerel modernlik” ise daha çok yerel olana ve bu anlamda tikel deneyimlere odaklanmıştır. “Çoğul modernlikler” yaklaşımı kültür-dışı ve evrensel kabullerin aşılmasını sağlamaktadır (Göle, 2017: 163-164). Bu bağlamda Nilüfer Göle bu kavramların bazı noktalarının eksik olduğunu ifade etmiş ve aslında bundan ötürü Batı-dışı modernlik kavramını geliştirerek bu kavramları da kapsayan bir yaklaşım ortaya koymuştur. Fakat bu kavramsallaştırmanın da eksikleri olduğuna dikkat çekerek şunları ifade etmiştir:

Batı-dışı deyince Batı karşıtı ya da modern olmayan toplumlar akla gelmektedir. Modernleşme ile Batılılaşmanın on dokuzuncu yüzyıl boyunca özdeş olduğu hatırlanırsa, modernlik olgusu ile Batılılaşma istencini birbirinden ayırmanın zorluğu, hatta sınırları ortaya çıkarır. Burada kavramsallaştırılmaya çalışılan Batılı olmayan toplumların modernliği aktarma, resmetme, hatta yeniden besteleme biçimleridir, yoksa modernliğin dışında kalmaları ya da karşıt olmaları değil (Göle, 2017: 164).

Tüm bunların yanı sıra Göle’nin Batı-dışı modernlik kavramıyla oluşturmaya çalıştığı temel yapı şu şekildedir: “(1) Batı modelinin merkezden kaydırılması, (2) ilerlemeci zaman anlayışından eşzamanlı modernlik anlayışına geçilmesi, (3) eksik yerine ekstra modern olanın gözlemlenmesi ve (4) geleneksel yerine geleneksizleşme tezleri” (Göle 2017:164-165). Bu yapıya baktığımız zaman Göle, Batı modelinin merkezden kaydırılmasıyla bir perspektif değişikliğin olmaya başladığını söyler. Ona göre gerekli olan; “Batı-dışı toplumları modernliğin aynasından değil, modernliği Batı-dışı toplumların aynasından yeniden okuyabilmek” (Göle, 2017: 165) gerekmektedir. Fakat bu Batılı olmayan toplumların kendilerini Batı’nın karşısında konumlandırması gibi bir durumla karşı karşıya bırakmamalıdır. Çünkü Göle’ye göre Batı-dışı modernlik kavramı aslında “Batılı olmayan toplumların modernlikle ilişkisini anlamayı hedefler” (Göle, 2017: 165). Ayrıca Göle, bu kavramsallaştırmayla beraber Batılı olmayan toplumların modernleşme sürecinde sadece “edilgen” bir rol oynamadığını aksine “üretken” bir rol de oynayabileceği vurgusunu yapmıştır. “Batılı olmayan ülkelerin ortak bir özelliği, Batı modernliğini kendi deneyimlerini anlamakta referans noktası almalarıdır. Kendi tarihlerini, toplumsal pratiklerini, standart koyucu olarak kabul eden Batı modernlik modeli karşısında dikey olarak çözümlemekte, konumlandırmaktadırlar” (Göle, 2017: 165). Bu bağlamda düşündüğümüzde Batılı olmayan toplumlar modernleşme sürecinde Batı modernliğini bir “ideal tip” olarak benimsemiş ya da benimsemek zorunda kalmıştır.

Nilüfer Göle’nin işaret ettiği ikinci yapı; modernliğin “ilerleme” esaslı anlayışından ziyade modernliğin “eşzamanlı” olarak deneyimlendiği anlayışın benimsenmesidir. İlerleme esaslı modernlik fikrine göre, toplumlar ortak bir deneyim yaşamış gibi görünseler de zaman ve mekan noktasında temel ayrımlar oluşmuştur. Bu ayrımlar: gelişmiş olanlar ve gelenekselliğinden kurtulamamış başka bir deyişle, geri kalmış toplumlar olarak veya “medeni” ve “barbar” gibi sıfatlar kullanılarak yapılmıştır. Göle’ye göre bu modernlik anlayışı hiyerarşik bir konumlandırmaya tabiidir bu yüzden de farklı toplumlarının modernlik anlayışının belirlenmesinde büyük bir rol oynamıştır (Göle, 2017: 166). Bundan dolayı da modernlik, Batı toplumlarının temel kültürel kodları etrafında şekillenmiş ve bunun dışında kalan diğer toplumların da bu kodları takip etmesi gerektiğine inanılmıştır. Aksi takdirde Batı modernliğinin dışında kalan toplumlar modernleşemeyecektir. Bu aşamada baktığımız zaman Türk modernleşme sürecinde en çok tartışılmış olan konulardan birisiyle karşı karşıya kalırız. O da şudur: “Batılılaşmadan modernleşmek mümkün müdür?” Çünkü kendi kültür ve tarihini korumayı esas olan bir grup, geçmişten bağı koparmadan “kendileri kalarak” bir modernleşme yaşayacaklarına inanmışken sil baştan söylemleriyle ilerleyebilmenin önemli koşullarından biri olarak gördükleri geçmişi geride bırakıp şimdiye odaklanarak veya “muasır medeniyet seviyesine erişmek” için hep ileriye vurgu yapıldığını kabul eden diğer bir grup arasında bir gerilim yaşanmıştır. Son olarak Göle’ye göre “eş zamanlılık”: “modernitenin paylaşılan bir olgu olduğuna ancak farklı konumlarda ve farklı biçimlerde yansıma bulduğuna, çarpıtıldığına ya da yeniden şekil bulduğuna işaret eder” (Göle 2017:169). Bunun yanı sıra Göle’ye göre modernite, Batılı olmayan toplumların “toplumsal muhayyilesine”, “kolektif eylemlerine” yansımıştır ve neredeyse toplumsal yapının tamamına nüfuz etmiştir. Bu yüzden bu toplumlar modern değildir demek hatalı olacaktır aksine bu toplumlar da moderndir ve modernliği eş zamanlı bir biçimde tecrübe etmişlerdir. Dolayısıyla modernliği bu şekilde yeniden okumak sosyal bilimler için önemli bir kazanım olacaktır (Göle, 2017: 168).

Nilüfer Göle’nin işaret ettiği üçüncü yapı ise “ekstra modernliktir”. Bu modernlik türü “Batılı olmayan toplumların modernlik istencini dile getirmektedir. ‘Ekstra’yı hem (Batı’nın) dışında hem fazladan anlamıyla düşünebiliriz” (Göle, 2017:170). Toplumsal yapının bazı alanlarında modernliğin fazlasıyla tecrübe edilmiş olduğu fikri göz ardı edilmiştir. Aslında Nilüfer Göle ekstra modernlik kavramıyla, Batı’nın dışında diğer toplumların kendi içinde yaşamış oldukları modernlik tecrübesinin eksik olarak okunmasını eleştirerek modernliğin çeşitli alanlarda “ekstra” biçimde de tecrübe edildiğini ifade etmeyi amaçlamıştır. Bunu daha iyi anlayabilmemiz için Türk modernleşmesinden örnekler vererek açıklamaya çalışmıştır. Örneğin Türk modernleşmesiyle beraber kadınlara tanınan temel haklar birçok Batılı ülke tarafından tanınmamıştır. Türk modernleşme projesiyle beraber kadınlar toplumsal hayatta daha fazla görünür olmaya başlamıştır. Göle, bunun gibi daha pek çok örnek vererek konunun anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

Göle’ye göre Batı modernliğinin yarattığı kavramlar diğer toplumlara taşındığında yeni muhtevalar kazanmıştır. Örneğin, milliyetçilik, laiklik, eşitlik gibi bu karamlar Türkiye’nin toplumsal yapısında etkili olmuş kavramlardır (Göle, 2017:171). Bu kavramlar, Batılı olmayan toplumlar tarafından çeşitli biçimde kullanılmıştır fakat bu kavramlar Batı modernliğinin yaratmış olduğu kavramlar olsa da farklı zamanlarda Batılı olmayan toplumlar tarafından çeşitli anlamlar yüklenerek daha fazla kullanılmıştır. Nitekim Göle’ye göre; Türkiye’de laiklik olgusuna bu açıdan ele alırsak “hem toplumsal muhayyileye nüfuz etmiş hem de Batı laikliğinin bire bir yansıması olarak okunamayacak kadar da özgün bir ifade biçimi bulmuştur” (Göle, 2017:171). Göle’ye göre laiklik, Türkiye’de ideolojinin sınırlarına esir olmayarak kendi içinde bir özgünlük yaratmış ve toplumsal hayatın bir parçası haline gelmiştir. Bu yüzden de ekstra modernlik anlayışıyla modernlik sürecinde kültürel ya da sosyal alanda var olan çeşitli farklılıklara vurgu yaparak Batı-dışı toplumların kendine özgü bir yorumlama biçimleri geliştirdiğini ifade etmektedir.

Son ve dördüncü yapı ise “geleneksizleşme”dir. Özellikle de Batılı olmayan toplumlar için sıkça tartışılmış olan konulardan biri olarak; modern ve geleneksel ayrımı karşımıza çıkmaktadır. Gelenekleri modernlik karşısında birer engel olarak algılayan birçok Batı-dışı toplum kendilerini geleneksizleştirme üzerine inşa etmiştir. Nitekim Nilüfer Göle bu durumu şu şekilde özetler:

Geleneksel toplum klişesinin aksine, bu toplumların geleneksizleştirildikleri söylenebilir. Gönüllü otoriter modernizasyon projelerinin (Türkiye, Çin) etkili olduğu durumlarda geçmişten ve gelenekten kopuş, sömürgeci modernizasyon (Hindistan) daha radikal olmaktadır. Hindistan, kendi geleneğiyle arasındaki bağları sahiplenmiş, hatta bunu sömürgeciliğe direnişin bir biçimi haline dönüştürmüştür. Türkiye ve Çin gibi ülkelerde ise, geçmişin radikal biçimde reddi, “yenilikçilik” “ideolojinin”, “yeni hayat” arayışlarının temelini oluşturmuştur (Göle, 2017:172).

Sonuç

Sonuç olarak Nilüfer Göle, klasik modernlik teorilerinin esas aldığı; bütün toplumların benzer süreçlerden geçerek modernleşeceğini varsayan ve modernliği “çizgisel ve ilerlemeci” yani pozitivist bir perspektiften ele alan yaklaşıma eleştirel yaklaşarak modernliği farklı bir biçimde değerlendirmiştir. Batı-dışı modernlik kavramsallaştırmasıyla da Batı-dışı toplumların modernleşme seyri üzerine odaklanarak şimdiye kadar kabul görmüş genel yargıların ötesinde alternatif bir yaklaşımın üzerinde durulması gerektiğinin altını çizmiştir. Çünkü Göle’ye göre, farklı toplumsal yapılar modernleşmeyi farklı düzeylerde yaşamışlar ve her toplumsal yapı modernleştirici aktörler yardımıyla ve ekonomik, siyasi, dini, kültürel farklılıklar nedeniyle de farklı düzeylerde modernliği deneyimlemişlerdir. Bu yüzden de özellikle de Batı-dışı toplumların modernlik deneyimi üzerinde durarak Batı modernleşmesinden hangi noktalarda farklılık ve benzerlikler yaşadığına odaklanmıştır. 

Kaynakça

Giddens, A., & W. Sutton, P. (2018). Sosyolojide Temel Kavramlar. (A. Eskin, Çev.) Ankara: Phoenix Yayınları.

Göle, N. (2017). Melez Desenler: İslam ve Modernlik Üzerine. İstanbul: Metis Yayınevi.

Göle, N. (2007). Batı Dışı Modernlik: Kavram Üzerine . T. Bora, & M. Gültekingil içinde, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık (Cilt 3, s. 56-67).

Kaya, İ. (2005). “Çoklu Modernlikler Perspektifi” ve Toplumsal Kuramlar. Sosyoloji Dergisi(14), 1-20. İstanbul: İletişim Yayınları.

Taylor, C. (2018). Modern Toplumsal Tahayyüller. İstanbul: Metis Yayınları.

Yücedağ, İ. (2010). Nilüfer Göle’de Batı-Dışı Modernliği Anlamak. Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 69-82.