Bu yazının temel amacı; hâlâ baş etmeye çalıştığımız Covid-19 salgınıyla ortaya çıkan sosyal kriz sonucu yaşanan sosyo-ekonomik düzeydeki eşitsizliklerin özellikle de işçi ve esnafların yaşadığı işsizlik, genç işsizliği ve bunlar sonucu artan güvencesizliğin “prekaryalaşma”yla neticelendiğini vurgulayarak prekaryanın ne olduğu, neyi ve kimi ifade ettiği, bu kavramın bize içerisinde bulunduğumuz süreçte hangi anlam olanakları açtığı, niçin prekaryanın sesine kulak verilmesi gerektiği gibi temel sorulara yanıt aramaktır.
Her ne kadar prekarya kavramı günümüzde iktisadi, sosyolojik, siyasi ve felsefi bağlamlarda tartışılıyor hakkında araştırmalar yapılıyor olsa da aslında bu kavramın yeni ortaya çıkmadığını, 1980’li yıllarda Fransız sosyologlar tarafından işsiz ve düzensiz çalışanları, geçici mevsimlik işçileri tanımlamak için kullanıldığını biliyoruz. Örneğin, Bourdieu, (1998) “güvencesizliğin her yerde” olduğu iddiasıyla prekaryaya işaret etmiş, Butler (2006) daha çok felsefi bağlamda değerlendirmiştir (Akkuş Güvendi, 2019). Castel ise bu kavramı daha çok “mesleki sosyal bir grup” olarak tanımlamıştır. Ayrıca prekarya kavramının öncüleri arasında Pierre Bourdieu, Michel Foucault, Jurgen Habermas, Michael Hardt ve Tony Negri ve bunların yanı sıra arka planda Hannah Arendt sayılabilir (Standing, 2017, s. 13). Ancak son dönem sosyal bilimlerde bu kavrama dikkat çeken ve tekrar gündeme getiren kişi İngiliz iktisatçı Guy Standing’tir. Standing, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesinde bir toplumsal hareket olarak ortaya çıkmaları ve tecrübe ettikleri güvencesiz yaşam biçiminin onları hata yapmaya meyilli bir duruma getirmesi sebebiyle prekaryayı “yeni tehlikeli sınıf” olarak tanımlamıştır. Buna ek olarak küresel boyutta neoliberal politikaların benimsenmesiyle yaşanan hem sosyo-ekonomik hem de toplumsal boyuttaki değişimlerin neticesinde prekaryanın “küreselleşmenin çocuğu” olarak ortaya çıktığını iddia etmiştir.
Kavram etimolojik köken itibariyle Türkçeye güvencesizlik olarak tercüme edilen precarite (Fransızca), precarity/precariousness (İngilizce) ile proletariat/proletarya gibi birbiriyle ilişkili kavramlara ve tarihsel kapitalizme işaret eden bir anlama sahiptir (Kutlu, 2018, s. 1860). Buna ek olarak prekarya kavramından söz edilmeye başlanmasında hiç şüphesiz birçok tarihsel olay etkilidir. Bunlardan en önemlisi; 1980’lerle başlayan küresel kapitalizmle fordist üretimden pos-fordist üretim tarzına geçişle birlikte yaşanan değişimdir. Bununla birlikte artık fordizmde, ki kitlesel üretim ve Taylorist yöntem postfordizmde yerini esnek uzmanlaşma, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın kullanımına bırakmıştır. Ancak üretim tarzındaki değişim yalnızca ekonomik alana değil ayrıca toplumsal yapıya, kültürel anlayışa ve yaşamın bütününe de etki ederek yeni bir toplumsal düzen inşa etmiştir. Bu etkiyle beraber artık tüketim odaklı bir toplum oluşmuş, bilgi ve iletişim teknolojilerine dayalı hizmet sektörü endüstrileşmiş ve enformasyon çağı başlamıştır. Tüm bu değişimler neoliberal devlet politikalarıyla gerçekleşmiş ve güvencesizlik, yapısal bir sorun olmaya başlamıştır. Dolayısıyla neoliberalizmın ortaya çıkışı bizim prekaryayı anlamamız açısından çok önemlidir. Aslında neoliberalizm; 1970’lerin ortalarına doğru Keynesçi iktisadın etkisiz kalmasıyla canlanmış ve bununla birlikte “1970’lere damgasını vuran Vietnam Savaşı dönemi ve OPEC petrol fiyatı şokları ile bağlantılı toplumsal ve iktisadi altüst oluşlarla birlikte gelişmiştir” (I. Palley, 2007, s. 44). Neoliberalizmde işçiler sözleşmelerle çalıştırılır ve bu düzende esneklik maksimum düzeye çıkarılmak için kısa vadeli sözleşmeler yapılır. Böylece parçalanmış bir emek piyasası ortaya çıkar ve emeğe karşı bir saldırı başlar. Bu saldırı; devletin sosyal güvenlik hizmetlerinden çekilmesiyle, teknolojide yaşanan büyük gelişmeler sonucu işsizliğin kaçınılmaz oluşuyla gerçekleşir ve bunun sonucu olarak sermayenin emek üzerinde kurduğu tahakkümü mutlaklaşmış olur. Böylece işçiler, “kısa vadeli sözleşmelerin kişiye özel bir şekilde sunulduğu bir emek piyasasıyla karşı karşıya kalır” dolayısıyla artık kadro garantisi geçmişte kalmış, önceden işveren ve devlet sorumluluğunda olan sosyal güvence yerini bir “kişisel sorumluluk sistemi”ne bırakmıştır (Harvey, 2015, s. 177).
Prekaryanın sınıf olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği başka bir yazının konusu olsa da “kime prekarya denir?” sorusuna aradığımız yanıt için Standing’in tanımına ihtiyaç duyulmaktadır. Standing’in prekaryayı, küreselleşmenin çocuğu olarak gördüğünü yukarıda belirtmiştim. Bunun sebebi küreselleşme denen sürecin bugün “ayrıcalıkların ve mahrumiyetin”, “servetin ve yoksulluğun”, “gücün ve güçsüzlüğün” “özgürlüğün ve kısıtlamanın” yeniden dağıtımını içeren bir kavram oluşudur. Dolayısıyla bunların bir sonucu olarak dünya çapında yeniden tabakalaşma süreci yaşanmaktadır (Bauman, 2018, s. 87). Aynı zamanda küreselleşmenin giderek hayatımıza girmesiyle hükümetler ve şirketler emek ilişkilerinde sürekli esnekleştirmeye gitmiş bu yüzden de güvencesiz işlerde çalışanların sayısı giderek artmış bununla birlikte eşitsizlikler de artmış ve esnek emek piyasası sanayi toplumunun temelindeki sınıf anlayışını değiştirmiştir (Standing, 2017, s. 20). Bu yüzden Standing’e göre, prekarya işçi sınıfı değildir dolayısıyla proletaryanın bir parçasını oluşturmaz. Çünkü proletarya kavramıyla uzun süreli, sürekli, sabit-zamanlı ve işçinin nasıl ve ne şekilde ilerleyebileceği belli olan, sendikalaşmanın olduğu, kolektif sözleşmelerin yapıldığı işverenlerin isimlerinin ve özelliklerinin bilindiği bir toplum akla gelirken, prekaryada işverenlerin bilinmediği ve sürekliliğin olmadığı, geçici sözleşmelerin imzalandığı, güvencesizliğin olduğu bir toplum söz konusudur. Ayrıca prekarya orta sınıf da değildir çünkü onlar orta sınıfın sahip olduğu öngörülebilen sürekli bir maaş, statü ve çeşitli haklara sahip değildirler (Standing, 2017, s. 20). Dolayısıyla prekarya ne proletaryadır ne de orta sınıftır. Bunlara ek olarak prekaryanın temel özellikleri onu anlamamızı daha da kolaylaştıracaktır. Her şeyden önce prekaryanın homojen bir yapıya sahip olmadığını belirtmemiz gerekir. Çünkü Standing’e göre birçok farklı gruptan insanlar bu sınıfa girmektedir. Örneğin; çağrı merkezi çalışanları, stajyerler, göçmenler, üniversite mezunu gençler, emekliler vs. ancak hepsinin ortak noktası geçici işlerde çalışıyor olmalarıdır. Öte yandan prekarya kavramıyla ilgili karışıklığı ortadan kaldırmak için Standing, (2017, s.21) iki yola başvurur bunlardan birincisi; “prekaryanın farklı bir sosyo-ekonomik grup olduğudur” ikincisi ise prekaryayı “Marksist anlamda düşündüğümüzde kendi için sınıf olmaktan ziyade, henüz oluşum sürecinde bir sınıf” olduğu düşüncesidir. Bunların yanı sıra Standing, (2017, s.22) prekaryayı daha iyi anlayabilmemiz için iki kitabında da günümüz kapitalist toplumlarının sınıf yapısını yedi farklı şekilde açıklar. Bunlardan ilki az sayıda olan ancak ekonomik olarak diğerlerinin çok üstünde bir zenginliğe sahip olan “elit” ya da “pülütokrat” sınıf, bunların altında bulunan sınıf ise sınıf atlama kapasitesine sahip sabit ve iyi ücretli “maaşlılar”, bir diğeri “profisyenlerdir” Standing bu grubun profesyonel ve teknisyen kavramlarının birleşimi olarak düşünülebileceğini, bunların daha çok danışman ya da kendi işinde çalışan kişilerden oluştuğunu ifade eder. “Profisyenler”in de altında emeğini satarak geçimini sağlayan “işçi sınıfı” yani “proletarya” vardır. Bu grupların altında ise “bir tarafta işsizler ordusu diğer yanda da toplumun uç kısımlarında yaşayan ve onun genel yapısıyla uyuşmayan ayrıksı bir kesimle kuşatılmış ‘prekarya’ adlı giderek büyüyen bir sınıf bulunmaktadır” (Standing, 2017, s. 22). Prekaryanın altında ise işsizler bulunmaktadır onların altında ve son sınıf olarak ise “lümpen prekarya ya da sınıf-altı” grup yer almaktadır. Prekaryanın bu sınıfların altında yer almasının en büyük sebebi elbette onun küreselleşmeyle ortaya çıkan ve bizim daha önceden bildiğimiz ve tanımladığımız sınıf türlerinden daha farklı oluşudur. Çünkü prekarya; uygulanan neoliberal politikalar sonucu değişen emek biçimini ve sürecini diğer sınıflardan farklı deneyimleyen bir özelliğe sahiptir ve bu yüzden de Guy Standing onu küreselleşmenin çocuğu olarak tanımlamıştır.
Son olarak prekaryayı niçin önemsemeliyiz sorusuna yanıt arayacak olursak, artık toplumsal gerçekliğimizi oluşturan Covid-19 salgınıyla kronik bir hal alan güvencesizlik, prekaryayı oldukça olumsuz etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir. Bu yüzden de prekarya, her yerde ve her an mevcut olan bu belirsizlikle mücadele etmekte güçlük çekmektedir. Aslında 1980’lerden bu yana neoliberal politikalar sonucu prekarya benzer zorluklarla baş etmeye çalışmaktadır. Ancak içinde bulunduğumuz küresel salgın sonucu yaşanan değişimler prekarya için artık baş etmekte oldukça güçlük çekilen bir durum haline gelmiştir. Nitekim yaşanan intiharlar, borçlanmalar bunun birer göstergesidir. Dolayısıyla “prekaryayı niçin önemsemeliyiz?” sorumuzun cevabı burada aranmalıdır. Çünkü prekaryanın tecrübe ettiği yaşam tarzı onu “tehlikeli” olarak değerlendirmemize sebep olur. Başka bir deyişle, prekaryanın tehlikeli bir sınıf olmasının sebebi Standing’e göre; bu insanların “birtakım kirli odakların sesini dinlemeye, oylarını ve paralarını nüfuzu giderek artan siyasi bir platforma vermeye meyilli oluşlarıdır (2017, s.11). Ayrıca bu insanların yaşadıkları duygular da tehlikeli olarak görülmesinde büyük rol oynar örneğin; “stres, ekonomik güvencesizlik ve hayal kırıklığı uyuşturucu kullanımına, basit suçlara, ev içi şiddete ve intiharlara yol açıyor ve açmaya da devam edebilir” (Standing, 2017, s.42). Bunlara ek olarak, prekaryanın “öfkesinin ve dolayısıyla mücadelesinin neye/kime karşı olacağı da belirsizdir” (Hacısalihoğlu, 2015). Bu yüzden de prekarya tehlikeli olarak görülmektedir. Ayrıca Standing “Prekarya Bildirgesi” kitabında tehlikeli olmasının diğer sebeplerini prekaryanın katı ve ayrıştırıcı bir devlet ile yüz yüze olmaları ve çoğu insanın da kendisini metalaştırılmış, çalışmaya zorlanan birer nesne olarak görmesi sonucu olarak değerlendirir. Başka bir deyişle, çalışmadıkları zaman kendilerini siyasetçiler tarafından aşağılanan ve cezalandırılan birer nesne olarak görmektedirler (Standing, 2017, s.42). Özetle işsiz, güvencesiz ve kayıt dışı bu kesim kendilerini öfkeli, geleceksiz, umutsuz ve mutsuz hissettikleri için her türlü manipülasyona ve yönlendirmeye açıktır işte bu güç onların tehlikeli olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Standing, bu tehlikeyi önlemek için çözüm önerisinde bulunur bu öneri; prekaryanın kendi için sınıf olması ve siyasetçilerin “cennet siyaseti” yaratması için prekaryayı bir güç olarak değerlendirmesidir. Ancak bizim önemsememiz gereken şey onların tehlikeli olmalarından dolayı yaşanacak sonuçlar değil aksine prekaryanın içerisinde barındırdığı değişim fikrine ön ayak olacak umudu, sınıf bilincine sahip bir toplumsal hareketlilik olabilme potansiyelidir. Nitekim Alpan Telek’in “siyasal prekarya” kavramı da bu beklentiye karşılık verme iddiasında bulunmaktadır. Çünkü Telek’e göre prekarya, tehlikeli olmasının yanı sıra umutlu da bir gelecektir. Ayrıca Telek, Artık Hepimiz Prekaryayız kitabıyla “uçurumun kenarında olanlara” yani tehlikeli olarak görülen, kendisini yalnız ve mutsuz hisseden herkesin yaşadığı duyguların aslında pek çoğumuzu ortak paydada buluşturduğu belirtmektedir. Dolayısıyla “siyasal prekarya” kavramı, duygular ve yaşam tarzı konusunda ortak bir bilince sahip daha adil, eşit ve yaşanılır bir dünya arzulayan küresel bir aktör olmaya adaydır. Bu yüzden belki de Marx’ın 19. yüzyılda Kapital’in ön sözünde proletarya için söylediği “De te fabula narratur!” Türkçeye “anlatılan senin hikayen” olarak tercüme edilen sözünü 21. yüzyılda prekaryanın önemini anlamak ve anlatmak için tekrar söylemek iddialı olsa da yanlış olmayacaktır. Çünkü “prekarya ne bir kurban, ne bir hain ne de bir kahraman sadece içinde hepimizden bir şeyler var” (Standing, 2017, s.300). İşte tam da bu yüzden prekaryayı önemsemeliyiz.
Kaynakça
Akkuş Güvendi, M. (2019). Prekarya Tartışmaları: Kavram, Tanım ve Durum. İnsan ve Toplum, 1-17.
Bauman, Z. (2018). Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları. (A. Yılmaz, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Hacısalihoğlu, E. (2015). Prekarya: Yeni ve Tehlikeli Bir Sınıf(mı?). Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 249-253.
Harvey, D. (2015). Neoliberalizmin Kısa Tarihi. (A. Onacak, Çev.) İstanbul: Sel Yayınları.
I. Palley, T. (2007). Keynesçilikten Neoliberalizme: İktisat Biliminde Paradigma Kayması. A. Saad-Filho, & D. Johnston içinde, Neoliberazim: Muhalif Bir Seçki (Ş. Başlı, & T. Öncel, Çev., s. 42-58). İstanbul: Yordam Kitap.
Kutlu, D. (2018). Prekarya ve “Prekarya Bildirgesi” Üzerine Bir Kaç Soru, Gözlem ve Görüş. D. Kutlu içinde, Sosyal Yardım Alanlar (s. 1860-1880). İstanbul: İletişim Yayınları.
Standing, G. (2017). Prekarya Bildirgesi: Hakların Kısılmasından Yurttaşlığa. (S. Çınar ve S. Demiralp) İstanbul: İletişim Yayınları.
Standing, G. (2017). Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf. (E. Bulut, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Telek, A. (2020). Tehlikeli ve Umutlu Gelecek: Artık Hepimiz Prekaryayız. İstanbul: Notebene Yayınları.