Skip to main contentSkip to footer
Kitap İnceleme/EleştiriSosyoloji

‘Şey-Olmayanlar’ Üzerine Bir İnceleme: Byung-Chul Han ve Şeyler Dünyasının Sonu | Dursun Can Şimşek

 

Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde 

yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.

Karl Marx[1]

 

Byung-Chul Han’ın son kitabı Şey-Olmayanlar: Gündelik Hayatın Altüst Oluşu, Enes Özel’in çevirisiyle Ketebe’den çıktı. Han bu kez, gündelik deneyimimizin giderek elle tutulur şeylerden uzaklaşıp soyut, akışkan ve temas etmeye yanaşmayan “şey-olmayanlar” tarafından kuşatılmasını tartışıyor. Diğer eserlerinde olduğu gibi bir kez daha Han’ın parçalı düşünme biçimiyle karşılaşacağımı biliyordum; kısa, yoğun, aforizmaya yakın pasajlar, okuru kavramsal bir sisin içine sokan ama aynı anda keskin uyarılar barındıran bölümler.

Han’ın iddiası basit gibi görünüyor: modern insan artık şeylerle değil, şey-olmayanlarla yaşıyor. Nesneler, maddi dünya, dokunabildiğimiz ilişkiler geri çekilirken; veri, imge, duygu, gösteri ve performans ekonomisi hayatın merkezine yerleşiyor. Bu dönüşümün yalnızca kültürel bir yüzey hareketi olmadığını, yaşama, ilişkiye, duyumsamaya dair ontolojik bir kırılma olduğunu söylüyor Han.

 Şey-Olmayanlar (2025), Byung-Chul Han

 

Yazarın önceki kitaplarında aşina olduğumuz kavramlar bu metne de sızıyor: şeffaflık, performans, göz-fotoğraf, tefekkür, sanat vd. Bu kavramlar Han’ın düşüncesinin kendi kendini tekrar eden döngüsüne de işaret ediyor. Bu döngüyü eleştirmekle birlikte yadırgamıyorum.

Kitaba doğrusal bir biçimde yaklaşmak hem zamanımızın yapısına hem de yazarın tarzına uygun değil. Bu yüzden bu incelemede aynı ritmi koruyacağım; yazı boyunca Han’ın bir kavşak noktasını ele alıp onu tartışmaya açmayı planlıyorum.

Han, enformasyonun insan algısı karşısındaki yıkıcılığını algoritmik anlaşılmazlığın mitik karakterine atıfta bulunarak açıklar. “Algoritmalar tarafından yönetilen dünyada insan giderek eylem gücünü, bağımsızlığını kaybeder. Kavrayışından kaçan bir dünyanın karşısında bulur kendini” der (2025, s.12). Bu hem algoritmik enfokrasiye karşı gösterilen rıza ve uyumun bir eleştirisi hem de tartışmaya açık bir biçimde insan algısının yerine büyük dil modellerinin yarattığı bir taklidin geçeceğine dair öngörüyü içinde barındırır. Dijital rasyonalitenin söylemsel öğrenmenin yerine yapay zekayla öğrenmeyi koyması yani algoritmaların argümanları taklit etmesi (Han, 2022, s.39) insanca olanın mevzi kaybetmesine yol açar.

Han (2022), toplumun kabileleşmesi ve beraberinde getirdiği kimlik diktatörlüğüne bu bağlamda dikkat çeker. Ötekinin yerine bir otantiklik ve hassasiyet baskısı konmuştur. Hassasiyet, ötekini anlamaktan yani bağlamdan koparılmıştır. Ötekini bağlam içinde anlamak zamanı gerektirirken günümüzün enformasyona dayalı yapısı buna alan tanımaz. Kısa süreli güncelliği nedeniyle enformasyon, zamanı parçalarına ayırır (Han, 2022, s.22). Bu baskı kendini onlarca saniyelik bir hassasiyet geçidiyle var eder. Öyle ki tepkisellik kendini yeniden paylaşmaya kadar indirmiştir. Şablonlaşmış tepkisellik, like’laşmıştır. Remiksin mimetikliğinin bile bu noktada daha otantik kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü remiks viral olmadan önce mesajın yeniden yorumlanmasına dayanır. Fakat bugün Instagram hikayelerimize eklediğimiz şablonlar, yeniden paylaştığımız gönderiler bir öznelliği barındırmaz. Like’ın soğukluğundan daha agresif olarak görünür, böylece siber sürüye daha az tehlike alarak dahil olur ve eşraf tarafından akredite ediliriz.

Söylemsel öğrenmenin yerini alan yapay zekâ insanın bilişsel yetilerini her geçen gün biraz daha köreltiyor. Oldukça hızlı bir biçimde kanıksadığımız bu sızıntı; kendini kolaylık ve hız gibi güçlü söylencelerle var ediyor. Artık Google’lamak bile bizim için hantal bir eylem olarak enformatik çöplüğe gitmiş durumda. Basit bir e-postayı yazmak, hediye seçmek, hastalıklarımızı danışmak, yatırım tavsiyesi almak, uzun metinleri ve kitapları özetlemekten tutun ödev yapmaya ve dahası bilimsel üretimi büyük dil modellerine yaptırmaya varıncaya dek etik ya da etik dışı birçok edim için algoritmik araçları kullanıyoruz[2]. Bu hız ve araca bağımlılık bir oto-amputasyonu da beraberinde getiriyor. McLuhan’ı fazla determinist buluyor olmama rağmen içinde yaşadığımız tüm gelişmelerin yarattığı amputasyonu O bile tahmin edemezdi. O’nun medya okuması aracı insanın uzantıları olarak belirler ve kendi organını köreltme etkisini yarattığını savunur. Yani teknoloji bir yetimizi geliştirirken, o yetinin doğal kullanımı zayıflar. En basit örneği yazı ve bellek ilişkisidir (McLuhan, 1964).

Bilişsel yetilerimizi düşündüğünü varsaydığımız bir algoritmalar bütününe teslim etmenin eşiğindeyiz. Yapay zekânın yaratmaya başladığı amputasyon eleştirel düşünmeyi erozyona uğratıyor (Gerlich, 2025). Oysa yapay zekâ insan yerine düşünemez onu taklit de edemez çünkü bilginin kavram zeminine asla erişemeyecektir. Hesapladığı sonuçları kavrayamaz. “Hesaplama, herhangi bir kavram teşkil etmemesi ve bir vargıdan diğerine ilerlememesiyle düşünceden ayrılır” der Han (2025, s.48). Otomasyonun verimlilikle olan ilişkisi onu hayatımıza hızla sokmuş durumda. Artık otomasyon sadece devasa fabrikaların konusu değil gündelik insan işlerinin de konusu olmuş durumda. Yapay zekâ ile güçlendirilmiş bir iş akışı insan çabasını devreden çıkarıyor. Böylece yalnızca kol emeğinin değil bilişsel yetilerin de krizi gündemimize geliyor.

Han günümüzde ‘oyalanmanın’, enformasyonların bizi kısa görüşlü ve tık nefes kılmasından dolayı artık mümkün olmayan bir edim olduğunu öne sürer. “Şeylerde tefekkür ederek oyalanmak, neşenin formüllerinden biri olan hedefsiz bir temaşa, yerini enformasyon avcılığına bırakır. Bugün herhangi bir bilgiye varmadan enformasyon peşinde koşuyoruz” (Han, 2025, s.13). Dijital içerikleri depolamak bir çılgınlığa dönüşmüş durumda. Kaydırma sırasında karşımıza çıkan ve şimdiki zamanda işimize yaracağını düşündüğümüz her türlü materyali/enformasyonu daha sonra kullanılmak üzere kaydediyor, istifliyoruz. Fakat enformasyonun bağlamdan kopuk yapısı ve mecranın zaman politikası bu yığını işe yarar olmaktan çıkarmıştır. Bu sebeple ‘bilgiye varmadan enformasyon peşinde koşuyoruz’. Enformasyonun bağlamdan kopukluğu ve onu kullanırken başvurduğumuz yolları neşenin de gündelik yaşamdan menedilmesine yol açıyor.

Çoğumuz öylece gezinirken boş vakit geçirdiğimiz hissine kapılıyor ve bundan rahatsızlık duyuyor olmamamıza rağmen aslında bunu bile yapamıyor oluşumuzla henüz yüzleşmiş değiliz. Çünkü siber-aylaklık diye bir şey yoktur. Aylaklık da yersel düzene sıkıca bağlıdır. Enformasyon hakikatin aksine varlığın mukavemetine sahip değildir. Zaman alan uygulamaların kayboluşu siber uzamda var olduğunu düşündüğümüz boş vakti geçersiz kılar. Han durumun duygularla doğrudan ilintili olduğunu öne sürer. “Güven, vaat ve sorumluluk da zaman alan pratiklerdir. Bugünün ötesine geçip geleceğe doğru uzanırlar. İnsan yaşamını kararlı kılan her şey zaman ister. Sadakat, bağlılık ve nezaket aynı biçimde zaman alan pratiklerdir” (Han, 2025, s.13).

Yazar gündelik yaşamımızda var olan ancak görünmeyen ve dolayısıyla ilgimize mazhar olmayan kavramları tartışmaya açar. Yalnızca son eserinde değil bu eğilim yazınının geneline yayılmış durumdadır. Bir negatiflik olarak ötekinin artık aramızda olmadığı konseptini ısrarla işler. “Bugün bizim ötekilere ayıracak vaktimiz yok. Kendinin zamanı olarak zaman bizi ötekilere karşı kör kılıyor. Ancak ötekinin zamanı yoğun bağı, dostluğu, evet, cemaati meydana getirir. O iyi zamandır (Han, 2025, s.82). Kendine ve kendi gibi olana eğilmek şimdinin buyruğudur. Sürekli bir kaygı unsuru olarak yetişmek ya da kovalamak zamanı algılayış biçimine dönüşür. Zaman, fırsatlardan dolayı kovalanır ve sürekli bir verimliliği çağırır. Ancak zaman sonsuzluğu içleyen bir yapıda değildir artık. Bu sebeple susuzluk hastalığına tutulmuş develer gibi şimdiki zamanı kanmamak üzere içtiğimiz bir rutin ahlakı içinde yoldaşlık hukuku boşa düşmüş, demode olmuştur. Han’ın sorguladığı biçimde şeylerin dünyasında kalmıştır. Artık bir şeylerin olgunlaşmasına izin vermek, bu özeni ve sabrı göstermek imkansızlaşmıştır. Gelecek şeffaflığın zamansallığına ait değildir; “şeffaflık, şimdiki zamanın ve mevcudiyetin hakimiyeti altındadır” (Han, 2024, s.28). Böylelikle algı her kılcal alanı yeniden belirler. Güncellemeler artık uzamımızın birer parçasıdır. Şey olmayan ‘software’ şeyler dünyası üzerinde sürekli bir tasarrufa sahiptir. Sosyal olan, bir yeni dayatması olarak güncellemenin konusudur. Ancak bu güncellemeler şey-olmayanlar dünyasını şeffaf buyruklarından oluşur.

Tekrar kaybolmuştur. Oysa tekrar iletişim için kaçınılmaz bir edimdir. “İçinden her türlü tekrarın çıkarılıp alındığı yaşam ritimsiz, ölçüsüzdür” (2025, s.83) der Han. Böylece enformasyon yani mesaj yeniden tartışmaya açılmalıdır. Bugün enformasyon kendini tekrar ya da anolojiyle var etmez. Bunun yerine taklit, remiks ve mimetik olanla ikame edilir. Fakat bu bozuk, dönüşmüş ve aslından uzaklaşmış bir ikamedir. Böylece mesaj yüzbinlerce farklı mimetik çakmasıyla viralite olarak enjekte edilir.

İçinde yaşadığımız dünya yani şeylerin dünyasından, şey-olmayanların dünyasının arasındaki dünya bakış ve ses konusunda yoksuldur. Dünya ötekiliği kaybediyor ve tecrübeleri belirleyen ekran, bizimle gerçeklik arasına bir perde örüyor (Han, 2025, s.58). Sesin ve bakışın yoksulluğu sanatın da şeysizleşmesinden kaynaklanıyor. Han (2025, s.71), sanat eserinin kendisinden çıkarılmasına müsaade ettiği bütün anlamlardan daha fazlasını ihtiva ettiğini belirtir. Günümüz sanatının asıl probleminin önceden belirlenmişlik olduğuna dikkat çeker. Bu belirlenmişlik; bir fikri, ahlaki ya da politik bir itikadı paylaşmaya yani enformasyonlar iletmeye yatkın oluşundan kaynaklanır. Her şeyden evvel çağdaş sanat bir sahtekârlıktır diyor Avelina Lesper (2022). Çağdaş sanat, galerilere ve küratörlere muhtaçtır yani bağlamsallaştırılmış ve yalıtılmıştır. Yani gündelik yaşamdan azledilmiş şeysizleştirilmiştir. Lesper manifestosunda şöyle yazar:

“Yorumlamak, analiz etmek ve sorgulamak bizi toplum karşıtlarının tarafına geçirir. Bu sahte sanatı icra eden sanatçılar kurumlara asalak gibi yapışır, kaynakları emer, iktidarı rahatsız etmeyen sınırlar içinde hareket eder, galeri aktivizmini benimser, mızmıza dayalı bir isyankârlık yaparlar. Eleştirmenler onlarla omuz omuza durur, antisosyal diye suçlanmalarını engeller. Elbette bu satılmışlığın meyvesi boldur: Bugün dalkavukluk eden yarın bir sergiye küratör olur” (Lesper, 2022, s.15).

Oysa sanat gündelik yaşamın içinde var olagelmiştir. Onu yalıtmak ya da bir zümrenin tekeline bırakmak bizim için mümkün değildir. Ancak buna karşın Lesper’in vurguladığı dalkavukluk dünyanın her yerinde kendini göstermektedir. Ruben Östlund’un The Square (Kare) (2017) isimli filmi bu ikiyüzlülüğü çarpıcı bir biçimde eleştiriyor. Filmde Stockholm’s X-Royal Museum of Contemporary Art’ın küratörlüğünü yapan Christian’ın “kare” isimli projesinin galasında performans sanatçısı Oleg, zengin konuklardan oluşan salonda maymun taklidi yaparak dolaşmaya başlar. Filmde Terry Notary’nin hayranlık uyandıran fiziksel performansı, önce merak ve utangaçlıkla izlenen, ardından giderek tedirginleştiği ve korkuya kapıldığı bir atmosfer yaratır. Östlund sahneyi gerçek zamanlı çekmiştir, gerilim sürekli artar. Bu bölüm hiçbir müzikle desteklenmez; böylece izleyici tümüyle salonun içinde konumlanır. Oleg, tüm sosyal sözleşmeyi ve nezaketi ortadan kaldırır. Bu an nezaket cilasının nasıl hızla vahşi hayatta kalma içgüdüsüne dönüştüğünü gözler önüne serer. Ayrıca Christian’ın ‘kare’ gibi naif ve özgürlükçü bir çağdaş sanat projesinin kürasyonunda yer almasına rağmen iddia ettiği değerlerle kendi gerçekliği arasındaki ikilem Lesper’in vurguladığı dalkavukluğu net bir biçimde anlatır. Han’ın altını çizdiği sanatın önceden belirlenen bir itikadı aktarması, aurasını yitirmesi ve artık yalnızca bir enformasyon olması problemi sanat eserinin tefekkürü başlatıcı doğasını da ortadan kaldırmıştır. Tefekkürün şeyle olan bağı şey-olmayanlar dünyasında kendine zaman içinde bir ikametgâh bulamamıştır. Dolayısıyla artık sadece enformasyonlardan oluşan ve bunların parazitsiz dolaşımına iletişim dendiği makineye benzeyen bir dünyada yaşıyoruz. Han, bunu yıllar önce bir benzetme olarak kullanmıştı (2021, s.17) fakat Şey-Olmayanlar kitabında bunun gerçekleştiğini duyuruyor.

Yazar bizi kendimizi üretiyor oluşumuza kulak kesilmeye çağırır. Bu çağrı öz-üretim çıkardığı gürültünün sükûtu yok etmesini içinde barındırır (2025, s.20). Kendine kulak kesilerek artık kendinin var olmayacak oluşunu deklare eder bu çağrı. Sükût kendini geri çekmek demektir, mikro-anlatıların bütüne hâkim olma arzusu toplumsal olanı parçalara ayırır. Bu eylem anlamlı parçaları önemsemez, bu bir yapı-bozum değil yapıyı yozlaştırmaktır.

Şeylerden ayrılmış ruh, dijital komünikasyonun yarattığı felaket içerisinde birer hayalete dönüşmüştür artık. Han bu hayaletlerin izini sürüyor. Kitabın son bölümünde oto-etnografik bir tarzla kaleme alınmış ilgi çekici kısa bir anı-deneme yer alıyor. Yazarın geçirdiği bir kazadan sonra satın aldığı bir müzik kutusuna dair sanrılarını gördüğümüz bu bölüm kanımca eserin en ilgi çekici kısmı. Ve fakat tahmin ettiğiniz üzere bu kısma neredeyse hiç değinmeden bu yazıyı sonlandıracağım. Han’ın da dediği gibi: “Şeffaf güzellik bir oksimorondur” (s.29, 2018) …

 

Kaynakça

Gerlich, M. (2025). AI Tools in Society: Impacts on Cognitive Offloading and the Future of Critical Thinking. Societies, 15(1), 6. https://doi.org/10.3390/soc15010006

Han, B. C. (2018). Güzeli Kurtarmak. (Çev.: K. Filiz). İstanbul: İnsan Yayınları.

Han, B. C. (2021). Şeffaflık Toplumu. (Çev.: H. Barışcan). İstanbul: Metis.

Han, B. C. (2022). Enfokrasi: Digitalleşme ve Demokrasinin Krizi. (Çev.: M. Özdemir). İstanbul: Ketebe Yayınları.

Han, B. C. (2024). Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar. (Çev.: Z. Sarıkartal). İstanbul: İnka Kitap.

Han, B. C. (2025). Şey-Olmayanlar: Gündelik Hayatın Altüst Oluşu. (Çev.: E. Özel). İstanbul: Ketebe.

Lesper, A. (2022). Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı. (Çev.: E. İmre). İstanbul: Tellekt.

McLuhan, M. (1964). Understanding Media: The Extensions of Man. Massachusetts: The MIT Press.

Östlund, R. (2017). The Square. (Sinema Filmi). https://mubi.com/tr/tr/films/the-square-2017

 

[1] https://www.marxists.org/turkce/m-e/1845/tezler.htm

[2] Bu yazıyı kaleme aldığım günlerde OpenAI şirketi ChatGPT’ye devasa bir kısıtlama getirdiğini öğrendim. Bu kısıtlamalara göre ChatGPT artık medikal, hukuki ya da finansal tavsiyelerde bulunamayacak. Buna göre artık bu yapay zekâ aracı yalnızca bir eğitim aracı görevi görecek. Geçtiğimiz yıllarda OpenAI’ın kurucu ortağı John Schulman daha güvenli bir yapay zekâ geliştirmek adına yeni bir şirket kurmak amacıyla ayrılmıştı. Bu adımın etik kaygılar dolayısıyla atıldığını söylemeyi isterdim ancak milyar dolarlık davalara konu olmamak adına böyle bir kısıtlamaya gidilmiştir. https://www.ibtimes.co.uk/chatgpt-admits-its-limit-new-rules-ban-specific-legal-health-money-tips-report-1751762

Etiketler : Byung-Chul Han, Dursun Can Şimşek, Kitap İncelemesi, Şey-Olmayanlar

Yazarın Diğer Yazıları

Kategoriler
Herhangi bir sonuç bulunamadı.