Öz
Pozitivizm, Saint-Simon ile başlamış, A. Comte ile devam etmiş ve Durkheim ile sosyolojik bir özellik kazanmıştır. Pozitivizm uzun yıllar sosyolojide etkili olmuştur. Olgular arasındaki ilişki incelenmesi gereken durumdur. Pozitivistlere göre, bilimsel bilgi, kesin, şüphe edilmeyen, genellenebilir ve kanıtlanabilir bilgidir. Bu bağlamda A. Comte, toplumsal alanın pozitivist ilkelerle bütünleşmesini söylemiş, Durkheim ise sosyolojinin konusunun toplumsal olgular olduğunu dile getirmiştir. Çağdaş sosyolojinin başlangıcında yani 1950-1960’lı yıllarda sosyolojinin pozitivist kimliği eleştirilmiş ve hermeneutik anlayışı benimseyen yorumsamacı bilim anlayışı ortaya çıkmıştır. Yorumsayıcı perspektifin pozitivist paradigmaya olan en genel eleştirisi, sosyal dünyanın doğal dünyadan farklı olduğu varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Bir diğer eleştirdiği konu ise pozitivist anlayışın felsefeyi dışarıda bırakmasıdır. Çünkü pozitivistlere göre artık felsefe görevini tamamlamış, bütün bilim alanları felsefeden koparak kendi bilim alanlarını bağımsız bir şekilde oluşturmuştur. Ama hermeneutik anlayışı savunanlara göre insan ve toplum üzerine düşünmek için hem tarihsel alana hem de felsefi alana ihtiyaç vardır. Dolayısıyla yorumlayıcı anlayışın ontolojik, epistemolojik ve metodolojik varsayımları bu çerçevede gelişmiştir.
Anahtar Kelimeler; Pozitivizm, Hermeneutik, Ontoloji, Epistemeloji, Metodoloji.
Giriş
Pozitivizm, dış dünyadaki gözlemlenebilir olgulara dayanır. Yani teolojik ve metafizik kurgular bilginin dışında tutulur. Aklın işlevsel hale gelmesini savunur yani akıl bilinebilir olgulara odaklanmalıdır. Pozitivizme göre bir olgunun nedeni bir başka olgudur. Gözlemlenebilen olgulara dayanan pozitivist yaklaşım olgular arasında yasa benzeri ilişkiler arar. Pozitivizmdeki amaç metodolojik olarak kuram ya da teoriye ulaşmaktır. Gözlemlenebilir ve kanıtlanabilir olgular pozitivist paradigmanın olmazsa olmazları arasında yer alan durumlardır. Yorumsamacı gelenek ise, pozitivist perspektife alternatif bir paradigma olarak gelişim göstermiştir. Hermeneutik yaklaşımın temel varsayımı sosyal dünya ile doğal dünya arasında bir ilişkinin olmadığıdır. Pozitivizmi iki açıdan eleştirmiştir. Birincisi, pozitivizmin ilkeleri bireysel açıdan eksiklikleri barındırır. İkincisi, pozitivist anlayış tarihsel ve toplumsal olana oldukça sınırlı yaklaşmasıdır. Yani nesneleştirme pozitivist geleneğin varsayımları arasındadır. Tarihsel bağlama önem veren hermeneutik gelenek, tarihin insan yapımı olduğunu savunarak onların eylemsel boyutunun incelenmesi gerektiğini öne sürer.
1.Pozitivist ve Yorumsamacı Bilim Anlayışlarına Ontolojik, Epistemolojik ve Metodolojik Perspektifte Bakmak
Paradigma, temel varsayımları, kilit konuları, nitel araştırma modellerini ve yanıt arama yöntemlerini kapsayan, kuram ve araştırma için genel bir düzenleyici perspektiftir. Başka bir anlatımla paradigma, ontolojik, epistemolojik ve metodolojik öncüllerden oluşan, bilimin ne olması gerektiğini ve bilimsel bilgiye ulaşmanın yolunu gösteren referans çerçevesidir. Bilimsel bilginin arkasındaki gerçeği bilmeden ne tür bir bilgiye sahip olduğunu kavramak oldukça zordur. Bu yüzden görünenin arkasındaki gerçekliği kavramak için ontolojik, epistemolojik ve metodolojik varsayımlara bakmak gerekir (Neuman, 2014: 120; Dikeçligil, 2017: 11).
Ontoloji, varlığı maddesel, zihinsel ve ruhsal boyutlarıyla çözümlemeye çalışır; varlığın yapısını, özelliğini, varlığın özsel ve biçimsel niteliğini, varlık-yokluk problemini ve ruh-madde ilişkisini ele alır. Varlık felsefesi, var olanın yapısının ve türünün ne olduğunu ve onların ne anlama geldiklerini irdeler (Turhanoğlu, 2018: 3-4). Kısaca ontoloji varlıksal alandır. “Bilginin merkezinde olan varlık nedir?” sorusunu kendisine irdeleme nesnesi olarak konu edinir. Epistemoloji, bilgideki özne ile nesne arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu, bilginin kaynağını, doğruluğunu, sınırlarını, niteliğini ve özelliği inceleyen bir felsefedir (Turhanoğlu, 2018: 4). Metodoloji ise, araştırmanın eylemsel boyutunu kapsayan felsefi arka plandır. “Niçin bu yolu seçtim?” sorusuna yanıt arar.
Sosyolojinin bir bilim olarak tanımlanmasının en temel sebebi 19. yüzyılda pozitivizmin ortaya çıkmasıdır. 19. yüzyılın egemen metodolojik yönelimi pozitivizmdi. Pozitivizmle toplum, evrimin farklı aşamalarında değişimi ve birliği sağlayan bir sistem olarak, bütüncül, organizmacı temelde tanımlanmış ve doğa alanı ile toplum alanı arasında sürekli bir iletişimin olduğunu varsaymıştır (Bal, 2017: 17). Pozitivizm, metodolojik olarak nicel verileri tercih eder ve çoğunlukla deneyler, taramalar ve istatistikleri kullanır (Neuman, 2014: 121). Kısaca pozitivizm, empirist doğa bilimleri açıklamasını benimseyen, bilimin en üst ve hatta yegâne bir yol olduğunu savunan ve güvenilir bir bilgi elde etmeyi amaçlayan bir paradigmadır (Benton ve Craib, 2018: 39).
Pozitivizmi ontolojik, epistemolojik ve metodolojik sayıltılarla açıklayacak olursak, ontolojik olarak, gerçekliğin doğası, objektif, madde temelinde mekanik bir görünüşe sahip, neden-sonuç ilişkisine bağlı, duyularla algılanabilen ve evrensel kanunların var olduğu bir alandır. Aynı şekilde insan ve toplumun doğası da öyledir. İnsan, rasyonel olarak dışsal olgulara itaat eden bir varlıktır. Toplum ise, bireyin üstünde bir gücü elinde bulunduran dışsal bir zorlayıcılığa sahiptir. Dahası toplumsal gerçeklik rastlantısal olmamakla birlikte belirli bir düzen ve kalıba sahiptir (Dikeçligil, 2017: 40-65; Neuman, 2014: 122).
Pozitivizme göre, bilimsel bilgi, nicelleştirilmiş kesin bir bilgidir. Sayılarla ifade edilebilen, istatistiksel analizlere elverişli bir paradigmadır. Bu yüzden sosyal bilimlerde öncelik “ölçek”lere verilir. Elde edilen sonuç bilimsel yöntemlerle teori-hipotez ilişkisi içinde sınandıktan sonra mutlak bilimsel kanunlar olarak ifade edilir. Bilimsel bilgi nesneldir. Özne ve nesne arasında kesin bir ayrım vardır. Bilimsel bilgi, değerlerden bağımsız, tümelin, evrenselin bilgisidir. Kesin bilgiler bütün zamanlar ve mekânlar için toplumsaldır ve değişmez (Dikeçligil, 2017: 77). Bilim “en iyi” yoldur. Bilimsel bilgi, din, astroloji kişisel deneyim ve gelenekten soyutlanarak onların yerini almalıdır. Çünkü bilimsel bilgi, öznelerarasıllıktır yani olguların paylaşılan öznel kabulüdür. İnsanların olaylara hükmetmesine ve onları denetlemesine olanak verir (Neuman, 2014: 124,126-158).
Son olarak pozitivizme göre metodolojik çerçeve ise, gözlem ve deneye tabidir. Gerçeklik, insanın dışında beş duyu organlanı ile algılanabilen ve mantığa uygun bir yapıya sahiptir. Gerçeklik tüm heterojen görünümüne rağmen aslında homojendir; onun akla uygun bir yapısı vardır; bilimin görevi gerçekliğin bu akılsal yapısını gözlem/deney yoluyla ve evrensel doğa yasalarını bularak ortaya koymaktır. Araştırma süreci, neden sonuç değişkenleri arasında tümdengelimci nicel yolla gerçekleşir (Dikeçligil, 2017: 41,82-83).
Genel itibariyle pozitivizme göre, nasıl ki biyoloji deney ve gözleme dayanarak doğal dünya hakkında kesin bir bilgiye ulaşabiliyorsa; sosyoloji de tıpkı biyoloji gibi sosyal yaşamda deney ve gözlemi kullanarak yegâne bilgiye ulaşır iddiasındadır. Dolayısıyla doğal dünyada deney-gözlem anlayışı çerçevesinde niceliksel olarak irdelenerek bilginin doğasına ulaşılır. Bu yüzden pozitivist anlayışa göre, toplumsal olgular ancak olgucuklarla anlaşılır.
Pozitivist-sistemci paradigmanın aksine tarihselliği ve toplumsallığı sosyal eyleme dayandırarak açıklamaya çalışan yorumsamacı perspektife göre, pozitivizmin ilkeleri insanı ve toplumu anlamaya yeterli değildir. Pozitivizmde insan özne olarak önemini yitirmiştir. Gerçeklik bir empirik alanı değil aksine bir anlam dünyasıdır. Pozitivizmin savunduğu açıklamaya odaklanmak yerine anlama önem vermek gerekir. Max Weber ve Wilhem Dilthey’in öncüllüğünde oluşan hermeneutik anlayış, yapının baskınlığı ve toplumsal olguların sınırlayıcılığı yerine, sosyal etkileşim ve bilinçli insan eylemlerini ön plana çıkararak bilgi başta olmak üzere gerçekliğin doğasını oluşturduğu kabulündedir.
Yorumsamacı paradigmaya göre, insanın kendi oluşturduğu değerler, normlar onun toplumsallığını anlatır. Dolayısıyla tinsellik, esas itibariyle toplumsallıktır. Toplumsal olan da tarihseldir. Tarih toplumsal olanın dününü, sosyoloji de bugününü anlamaya çalışır. Böylece tarih ve sosyoloji, gerçekliğin iki kanadını oluşturarak bütünselliği anlamayı kolaylaştırır (Bal, 2017: 20). Yorumlayıcı sosyolojinin amacı, doğa bilimi ile sosyal bilim ayrımına sahip olarak bireyin eylemleri ile ilişkilendirdikleri anlamları ortaya çıkarmaktır (Kızılçelik, 2017: 333-341).
Yorumlayıcı paradigmayı ontolojik, epistemolojik ve metodolojik varsayımlarla açıklayacak olursak, ontolojik olarak, gerçekliğin (varlığın) doğası, sübjektif, bireylerin anlam dünyaları ile yaratılmış, maddi ve maddi olmayanın temelinde farklı görünümleri olan dinamik ve ahenkli bir bütün olarak yorumlanabilen bir anlayıştır. İnsan, evrenin yetkin bir parçasıdır. Kendi dünyasını yaratan, olgularla sınırlanmayan bir varlıktır. Toplum, bireylerin anlam sistemleri ile relatif (göreli) olarak inşa edilir. İnsanlar, kendi içlerinde yaşadıkları bir gerçeklik anlayışına sahiptir. Bu öznel gerçeklik anlayışı, insanların toplumsal yaşamını kavramak için önemli bir duruma sahiptir. Pozitivizm, herkesin dünyayı aynı çerçevede deneyimlediğini varsayarken; yorumlayıcı yaklaşım, insanların toplumsal ya da fiziksel gerçekliği aynı şekilde yaşayıp yaşamadığını sorgular (Dikeçligil, 2017: 40-65; Neuman, 2014: 132-134).
Pozitivist bilim anlayışı, toplumsal gerçekliğin doğasını, tümdengelimli, aksiyomlar, teoremler ve birbirleriyle ilişkili nedensel yasalarla açıklamaya çalışırken; yorumlayıcı bilim anlayışı, idiyografik ve tümevarımsal olarak perspektifini belirler. Pozitivist paradigma, bilimin değerlerden bağımsız olduğunun altını çizerken; yorumlayıcı teori, değerlerin toplumsal yapının değişmez ve ayrılmaz bir parçası olduğunu savunmuştur (Neuman, 2014: 136-158).
Yorumlayıcı anlayışa göre bilimsel bilgi, nicel, nesnel ve tümel bilgiden ziyade nitel bir bilgidir. Sosyal dünyanın bilgisi sayılara indirgenemeyecek kadar özneldir. Dolayısıyla bilimsel bilgi kesinlik ifade etmez. Bilimsel bilginin amacı, doğayı ve insanı anlamaktır. Yorumlayıcı bilim anlayışına göre olgular akılcıdır ve bir anlam sistemine gömülüdür. Dolayısıyla gömülü olan bu bilgi objektif ve nötr değildir. Olgular, bağlama özgüdür, toplumsal ortamdaki belirli gruplarla belirli olayların kombinasyonlarına bağlıdır (Dikeçligil, 2017: 66-77; Neuman, 2014; 138).
Son olarak yorumlayıcı bilim anlayışının sahip olduğu metodolojik öncül ise, tümevarımsal süreci izleyerek anlamayı açıklamak için örüntüler oluşturup teoriler geliştirmek, anket yöntemini kullanıp birçok insanın yanıtlarını toplayarak kendilerine anlam ifade eden olguları iddia etmek yerine kişiye özel soru sorma ve görüşme gerçekleştirecek yöntemler seçmektir (Dikeçligil, 2017: 41-66: Neuman, 2014: 138).
Genel itibariyle yorumlayıcı paradigmaya göre, kişinin sergilemiş olduğu eylemler ve bu bağlamda girmiş olduğu etkileşimler anlam dünyası açısından oldukça önem arz etmektedir. Gerçekleşen her bilinçli eylem bir anlam ifade eder. Bu eylemlerin arkasındaki gerçeklik ise kişinin sahip olduğu değerler ile açıklanır. Dolayısıyla tarihsel ve kültürel sistem birliktelik göstererek kişinin epistemik cemaatinin oluşmasına öncülük tanır. Bu ise gerçekliğin doğasını anlamaya (ontolojik), bilimsel bilginin oluşumundaki katkısını ortaya çıkarmaya (epistemolojik) ve bu çerçevede anlamları kavrayarak verinin eylem boyutunun oluşumuna (metodolojik) kaynaklık eder.
SONUÇ
Pozitivist anlayışa göre epistemolojik olarak bilimin nesnesi maddedir. Buna karşın yorumsamacı geleneğe göre ise, bilimin nesnesi anlamdır. Pozitivist anlayışta bilgi keşfedilerek ortaya çıkarken; yorumsamacı paradigmada bilgi yorumlanarak meydana gelir. Olgulardan elde edilen netice pozitivist anlayışa göre genellenebilme yetisine sahip iken; karşıt paradigma olan yorumsamacı geleneğe göre ise özne merkezli ve öznel gerçekliğin egemen olduğu için olgular genellenemez. Dolayısıyla yorumsamacı anlayışta ontolojik olarak nesnel gerçeklikten söz edilemez. Yine pozitivist anlayış, metodolojik bağlamda ölçüm, deneysel yöntem, sayısal istatistikler ve nicel verilerle indirgemecilik anlayışına sahip iken; yorumsamacı gelenekte bunların tersi olarak çoklu gerçeklik, katılımlı gözlem ve nitel verilerle bütünsellik hâkimdir.
KAYNAKÇA
Bal, Hüseyin (2017); Sosyolojide Yöntem ve Araştırma Teknikleri, Sentez Yayıncılık, 3.Baskı, İstanbul.
Benton, Ted ve Craib, Ian (2018); Sosyal Bilim Felsefesi, Çev: Ümit Tatlıcan ve Berivan Binay, Sentez Yayıncılık, 5.Baskı, İstanbul.
Dikeçligil, F.Beylü (2017); Ontolojiyi Hatırlamak: Sosyolojide Yöntem Sorunu, Çizgi Kitabevi, Konya.
Kızılçelik, Sezgin (2017); Sosyoloji Tarihi 4: Hegel, Proudhon, Marx, Durkheim, Weber ve Veblen’in Sosyal Teorileri, Anı Yayıncılık, Ankara.
Lawrence, W.Neuman (2014); Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar, Cilt: 1, Çev: Sedef Özge, Yayınodası Yayıncılık, 7.Baskı, Ankara.
Turhanoğlu, Feryal Ayşin Koçak (2018); Sosyolojide Araştırma Yöntem ve Teknikleri, Ünite 1, Editör: Temmuz Gönç Şavran, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Yayınları, Eskişehir.