Toplumsal Yapının Edebiyattaki İzdüşümleri | İlknur Burcu Keser

0
3918

İzlenen bir filmin, okunan bir kitabın ya da dinlenen bir şarkının insan düşüncesi ve davranışı üzerinde birçok etkisi olabileceği bilinen bir gerçektir. Aynı zamanda da bir filmin, bir kitabın ya da bir şarkı sözünün oluşumunda toplumsal yapının, yaşanılan dönem koşullarının, “kırılma noktası” dediğimiz toplumsal olayların etkilerini ve yansımalarını görmemiz mümkündür. Bu bağlamda edebiyat, sanat ve toplumsal yapının birbirini karşılıklı olarak etkilediğini dile getirebiliriz. Edebiyatın ise bu etkileşimde köklü ve de gün geçtikçe artan bir yeri vardır. Edebiyat, aynı zamanda sosyo-kültürel ortama ait bir gerçekliktir. (Alver, 2012) Bu görüşe dayanarak edebiyatın, duygu ve düşüncelerin estetik bir şekilde ifade edilmesinden çok daha kapsamlı bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Sadece estetik yönü ele alarak yapılmış bir edebiyat tanımı eksiktir.

Edebiyata Sosyolojik Bir Bakış

Sadece edebi eserleri esas alarak yapılmaya çalışılan sosyolojik bir değerlendirme elbette bizi mutlak bir doğruya ulaştırmaz. Lâkin romandan öyküye, şiirden tiyatro oyunlarına değin birçok edebi türün toplumların kolektif bilinçlerinden ve de toplumdaki kültürel yapıdan izler taşıdığı da bir gerçektir. Bu yönüyle edebi metinlerin aynı zamanda “sosyolojik barometreler” olduğunu söylemek yanlış bir kullanım olmaz.

Toplum ve edebiyat birbirine bağımlı bir şekilde gelişir ve devinimini bu etkileşim içinde sürdürür. Edebi eserlerin öğreticilik, ideoloji ve kolektif bilinci yansıtma ve uyandırmakta araç olarak kullanılma, yaşanılan dönemin şartlarını yansıtma gibi birçok toplumsal işlevi vardır. Edebiyat ve sosyolojiyi birbiri ile ilişkilendirip “edebiyat sosyolojisi” dediğimiz alanı oluşturan da bu işlevsel yöndür. Alan Swingwood’un “En temelde, içerik olarak sosyoloji ve edebiyat benzer bir taslağı paylaşırlar.” sözü bu iki disiplin arasındaki ilişkiyi anlatmakta özetleyici ve yerindedir. Bu iki disiplinin aynı taslağı paylaşmasının sebebini ise Albert Camus’nün “Sanatçı, yaşadığı çağın tanığıdır.” sözü ile açıklayabiliriz. Kendi çağının sorunlarına ya da halkının verdiği mücadelelere tepkisiz kalmayan sanatçılar, edebiyatçılar bütün bu toplumsal yapıyı ve gerçekliği kurgusal düzeyde eserlerine yansıtmıştır. Türk Edebiyatı’nda da toplumsal yapıyı yansıtan çok sayıda eser vardır. İşgallere ve parçalanma sürecine rağmen birlik olan ve direniş gösteren Türk halkının Kuvâ-yi Milliye ruhunu anlatan birçok roman buna örnektir. Milli Mücadele romanı, dediğimizde aklımıza ilk gelen isimlerden olan Halide Edip Adıvar’dan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na değin birçok yazarımız dönemin ruhunu kalemleriyle, gelecek nesillere de aktarmaya çalışmıştır.

Sadece tarihsel olayları ve mücadeleleri değil, toplumsal sınıfları; anlatılan yörenin sosyo-ekonomik yapısının izdüşümlerini de edebi metinlerde gözlemlemek mümkündür. Bu bağlamda toplumcu gerçekçi romanın temsilcilerinden olan Yaşar Kemal’in romanlarının sosyolojik yönünden bahsedecek olursak; kitaplarına konu olan yörenin sorunlarının dile getirilmesinde ve yöre insanını; yörenin kültürünü, örf ve adetlerini simgelemede çok başarılı bir şekilde somutlaştırmıştır. Yaşar Kemal romanları üzerine incelemelerini “Çukurova – Yaşar Kemal Edebiyatının Temelleri” başlığı ile kitaplaştıran Barry Charles Tharaud, “Bazı yönlerden Yaşar Kemal, yüzlerce yaşındaki Anadolu destan geleneklerine Homeros’tan daha yakındır.” (Karabucak, 2017) sözleriyle Yaşar Kemal’in eserlerindeki anlatım ve edebi zenginliği vurgular.

Toplumsal Dönüşümün Edebiyata Yansımaları

Olay örgüsünde toplumsal sorun olarak görülen konulara dikkat çekmek, edebi metinler aracılığı ile halkı bilgilendirmeye çalışmak, yapıtlardaki kahramanları toplumsal sınıfları temsil edecek ve de ezen-ezilen ilişkisini yansıtacak şekilde somutlaştırmak hatta kimi zaman edebi bir metni toplumsal dönüşüme aracı kılacak bir manifesto şeklinde tasarlamak ya da edebi eser ile toplumdaki kolektif bilinci uyandırmaya çalışmak… Bütün bunlar toplumsal yapıdaki dönüşümün edebiyatta kendine yer bulma şekillerindendir.

Edebiyat ve gerçek hayat arasında bir geçirgenlik söz konusudur. Her dönemin kendine ait koşulları ve gerçeklikleri vardır. Yaşanılan farklı çağlar, insanları ve koşulları değiştirir ve dönüştürür. Bu dönüşümlerin ve bahsi geçen zamanların izini ise birçok edebi eserde sürebiliriz. Sözgelimi devrimlerin toplumun hayatını nasıl değiştirdiğini, ekonomik buhran dönemlerinde halkın sosyo-ekonomik yaşantısını ya da köy yaşamından kent yaşamına geçen bir ailenin hayatındaki dönüşümün izlerini edebi eserlerde sürebiliriz. Ahmet Mithat Efendi’den Yakup Kadri’ye, Orhan Kemal’den Sabahattin Ali’ye değin birçok edebiyatçının eserinde değişen toplumsal yaşamı ve toplumun bunlara verdiği tepkiyi gözlemlemek mümkündür.

Dünya edebiyatında da Rönesans, Fransız İhtilali, 2. Dünya Savaşı ve Sanayi Devrimi’nin ardından yaşanan toplumsal dönüşüm ile ilgili konular geniş yer tutmuş ve edebi yapıtlar, dönemin ruhunu aktarmada bir nevi ayna görevi görmüştür. Örneğin, Balzac’ın eserlerini değerlendiren birçok eleştirmen, eğer Balzac’ın romanları olmasaydı 19. yy Fransız toplumunu anlamanın çok zor olacağını ve Fransız toplumunu anlamaya çalışan her toplumbilimcinin mutlaka Balzac okuması gerektiğini söyler. (Kırtıl, 2012) Abraham Lass ise “Bütün Fransa ‘Kırmızı ve Siyah’taki portresi için Stendhal’ın önüne oturmuş gibidir.” sözleriyle edebiyatın toplumu yansıtmakta önemli bir yere sahip olduğunu örneklemiştir.

Ömer Seyfettin’in kaleme aldığı “Yeni Lisan” hareketinin manifestosu kabul edilen ilk makalenin yayımlandığı Genç Kalemler Dergisi de sadece toplumsal dönüşümü değil dilde de değişimleri amaçlamıştır. Dilde birlik ve ulusallaşmayı savunan bu hareket daha sonra büyük bir akım olacak olan “Milli Edebiyat” akımının da öncüsü olmuştur. “Yeni Lisan” hareketinde de görüldüğü gibi edebiyat; toplum ve dildeki değişimlerde önemli yer tutan güçlü bir alandır. Toplumsal dönüşüme öncü olmak isteyen yazarların, aydınların eserleri ve çıkardıkları dergiler, toplum ile aydın arasında önemli bir iletişim aracı görevi görmüştür.

Yazarın Sorumlulukları

Freud’a göre sanat eseri, sanatçının gizli kalmış, gerçek hayatta gerçekleştirilmemiş isteklerinin açığa çıktığı ve belki de doyurulduğu bir alandır. (Kırtıl, 2012) Freud’un bu değerlendirmesine göre, sanat eserleri için bir nevi sanatçının kişisel dünyasının dışa açılması denilebilir. Lâkin burada bir denge sorunu ile karşı karşıya kalırız. Bir sanat eserini ya da edebi eseri sanatçının salt iç dünyasının yansıması olarak ele almak o eseri uç derecede bireyselleştirmek olur. Sanatçının o iç dünyasını oluşturan şey yaşadığı toplum, mekân ve zamandır. Bu yüzden o iç dünyadan yansıyanlar, sanatçının kendi tartısından toplum değerlendirmesidir de diyebiliriz. Bu sebepten edebiyatın, yazarın sadece içini dökmek için araç olarak kullanacağı bir alan olmadığını belirtmek gerekir. “Yazmak nedir? Niçin yazıyoruz? Kimin için yazıyoruz?” konularını sorgulayan Sartre, yazarlara “Başkalarına aktaracak kadar değerli bir şeyiniz var mı?” sorusunu sormakta haklıdır. Le Monde muhabirinin Sözcükler(Les Most)’le ilgili sorusuna “Yazar aç milyarlar için yazmadıkça hep bir tedirginlik duygusu altında ezilecektir. Eğer yazar herkese seslenmek ve herkesce okunmak istiyorsa, çoğunluğun yanında, açlıktan ölen milyarlardan yana olmalıdır. Bunu yapmadıkça, mutlu bir azınlığın hizmetindedir ve onun gibi sömürücüdür.” (Binyazar, 1997) şeklinde verdiği cevabıyla da yazarların sorumluluklarından birine yani ezilen sömürülen kesimin sesi olabilme sorumluluğuna dikkat çeker.

Birçok edebi türde yazarlar “çağının vicdanı” olmuş ve de gündelik hayatın sorunlarından, sınıfsal farkın yarattığı sorunlara kadar birçok konuyu edebi eserlere dâhil etmişlerdir. Bu bağlamda Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday’ın öncülüğünü yaptığı “Garip” akımı, Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Üç yazarın akım ile aynı adı taşıyan ve şiirde yapılması gereken değişiklikleri ve şiir anlayışlarını anlattıkları kitabın önsözü bir manifesto niteliğindedir. Şiirde alışılmışa karşı çıkan ve şiiri “üst sınıfın tekelinden” kurtarmayı amaçlayan bu akımın şairleri; şiirlerine gündelik yaşamı ve sokak dilini de sokmuşlardır. Böylelikle şiirin konusal alanını da genişletmiş ve farklı kesimleri şâirane olmayan bir dille edebiyata dâhil etmişlerdir.

Yazarların bir diğer sorumluluğu da okuyucuya olduğu kadar kullandıkları dile karşıdır. Montaigne, ‘Denemeler’inde “Dile değer kazandıran, düşünce ve sanat adamlarının söz ve yazılarıdır.” (Montaigne, 2013) der. Bir yazar öncelikle, kullandığı dile hâkim olmalı ve dili tüm incelikleri ile kavramalıdır. Dilin imkânlarını genişletmek, kelimelerin anlamalarını sağlamlaştırmak ve derinleştirmek yazarların sorumluluğu dâhilindedir.

Kaynakça

Alver, Köksal: Edebiyat Sosyolojisi, 3. bs., Hece Yayınları, Ankara, 2012

Binyazar, Adnan: Toplum ve Edebiyat, 1. bs., Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1997

Moran, Berna: Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış – 1: Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, 12. bs., İstanbul, 2002

Karabucak, Deniz: “Homeros’tan Yaşar Kemal’e Giden Yol”, Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, N:267, 16 Haziran 2017, s.6

Kırtıl, Gonca: “Edebi Metinlerin Sosyolojik İmkânı Üzerine Farklı Yaklaşımlar”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, N:10, Aralık 2012, s. 291 – 312

Sartre, Jean-Paul: Edebiyat Nedir?, 5. bs., Can Yayınları, İstanbul, 2012

Montaigne: Denemeler, 7. bs., Sis Yayıncılık, İstanbul, 2013

Kanık, Orhan Veli: Garip, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014