Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı: Lenin’in Mirası Üzerine | Sümeyye Demir

0
942

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, modern siyaset felsefesinin, sosyalist devrimlerin, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının ve dekolonizasyon sürecinin temel yapıtaşıdır. Çünkü kolonizasyon süreci hem ekonomik hem de politiktir. Dahası Fanon’un da belirttiği gibi psikolojiktir. “Sömürgecilik, sömürülen halklarda bir aşağılık kompleksi yaratır ve onların kendi kimliklerini inkar etmelerine neden olur.”

Bu hak, bir ulusun kendi geleceğini belirleme, kendi devletini kurma veya mevcut bir devlet içinde daha fazla özerklik elde etme özgürlüğünü ve bu özgürlüğü elde etmek adına örgütlenme ve ezen ulusa karşı mücadeleyi ifade eder. Bu kavramın önemini hem geçmişteki dekolonizasyon süreçlerinde, halkların Fanon’dan ve Lenin’den ilham alarak bu hakkı tayin etmek adına bazen şiddet kullanarak bazen demokratik yollarla ezen, sömürgeleştiren apartheid rejimlere karşı mücadelelerinde, hem de geçmişten günümüze süregelen Kürt Hareketinde ve Filistin’in onurlu direnişinde gözlemliyoruz.

“İşçilerin vatanı yoktur” diye yazan Marx, kendi çağında İngiltere’nin İrlanda üzerindeki ulusal sömürgeliştirme süreciyle yakından ilgilenmişti. Buna istinaden 1848’de yazdığı “İrlanda Sorunu” üzerine yazılarında, İrlanda’nın bağımsızlık ve özgürleşme mücadelesinin önemine vurgu yapmıştı. Marx, İngiltere’nin sömürgesi olan İrlanda’nın bağımsızlığını kazanmasını dünya devriminin önemli bir parçası olarak görüyordu. Marx’a göre, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, yalnızca politik bir talep/hak değil, aynı zamanda sosyalist bir devrim için bir gerekliliktir. İrlanda halkının özgürleşmesi, İngiliz proletaryası için de önemlidir; çünkü Marx’ın da yazdığı gibi “ezen bir halk özgürleşemez”. Bu özgürlük, İngiliz işçi sınıfının sömürüden kurtulmasının adımı olacak ve iki halk arasındaki dayanışmayı güçlü biçimde inşa edecektir.

Marx, İngiliz işçilerin İrlandalı işçilere davranışıyla; ABD’deki yoksul beyazların siyahlara karşı tavrı arasında bir özdeşlik kurarak bu durumun milliyetçilik mefhumuyla ülkenin işçi sınıflarını bölmenin bir aracı olarak görmüştü. Marx’ın bu değerlendirmesi ulusal kurtuluş mücadelesinin sınıf mücadelesiyle nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir. Çünkü zincirleri kırmaya giden yolda ulusları ezen bir ülkenin işçileri/ezilenleri kendilerini de ezen ulusal baskıya karşı mücadele etmedikçe kendilerinin sömürülmesine de karşı çıkamaz.  

Vladimir Lenin, Marx’ın açtığı yoldan giderek bu teoriyi kendi söylemiyle bir “uluslar hapishanesi” olan Rusya özelinde formüle ederek Rusya’daki ve Rusya’nın baskısı altındaki ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, ayrılma hakkı da dahil olmak üzere savunmalıdır, diye ifade etti. Önder Lenin’e göre bu hak milliyetçiliğe bir taviz değil; devrime giden yolda egemen ulus milliyetçiliğine vurulan bir darbedir.

 Lenin egemen ulusun milliyetçiliğine karşılık ezilen ulusların kendi kaderini tayin etmek için verdiği mücadeleyi devrime giden yolda, sömürgecilik ve emperyalizm karşısında bir savunma mekanizması olarak işlev gördüğünü belirtmiştir. Ulusların bağımsızlık mücadelesi, işçi sınıfının kendi sınıf çıkarlarını gerçekleştirmesine için başlıca atılması gereken bir adımdır. Ezilen ulusun işçileriyle, ezen ulusun işçilerinin her ikisini de ezen egemen sınıf milliyetçiliğine karşı birleşmesi gerekir. Proletaryanın uluslararası dayanışması, ezen ulusun milliyetçi rejimine karşı verilen ulusal kurtuluş mücadelesiyle güçlenecek ve ezilenlere dayatılan egemen ulus milliyetçiliğini parçalayarak ona enternasyonel özgür karakterini kazandıracaktır. Tam da bu nedenle, sosyalist hareketlerin, ulusal hareketlerle dayanışma içinde olması beklenen devrimin gerçekleşmesi için elzemdir. Halklar onları ezen egemenlere karşı ortak mücadeleler yürüterek ve dayanışma içinde hareket ederek zafere ulaşacaktır.

Kaynaklar