Yapay Zekâ Gerçekten Sanat Üretemez mi? | Tolga Ulusoy

0
2143

Sayın Pelin Dilara Çolak’ın Dilozof isimli internet kanalında bir yıl kadar önce “Yapay Zekâ Gerçekten Sanat Eseri Üretebilir mi?”[1] isimli bir video izledim. Sanat üzerine çalışmalar yaptığım için ben de bu konu üzerinde uzun zamandır düşünüyorum. Çolak, çekmiş olduğu videoda yapay zekâların sanat üretemeyeceğini net olarak savunuyor. Benim bu konudaki pozisyonumsa bu türden önyargılara nispeten daha mesafeli olmak şeklinde. O yüzden böyle bir yazı yazma gereği hissettim.

Çolak videonun girişinde tarihin farklı zamanlarından sanat olarak tanımlanan çeşitli nesnelerin görsellerini gösteriyor. Antik dönemden bir vazo, dini motiflerin yer aldığı bir mozaik, klasik bir tablo, Duscamp’ın Kaynak’ı ve diğer çağdaş sanat ürünlerine kadar bir dizi sanat nesnesini görüyoruz. Bunların hepsi farklı zamanlarda ve çağlarda sanat nesnesi olarak algılanmış ve halen algılanan nesneler. Bu sanat nesnelerinden yola çıkarak sanatın sabit bir tanımının olmadığı farklı coğrafya, kültür ve zamana göre farklı şekillerde tanımlandığını belirtiyor. Hatta benim kanıma göre şunu dahi söyleyebiliriz ki kimi kültürlerde sanat kategorisinin bizzat kendisi bile olmayabilir. Aydınlanma dönemine kadar sanatın zanaattan ayrı bir tanımının kolaylıkla yapılamadığı da videoda belirtiliyor. Bunlar doğru saptamalar ve saptamaların kaynağı sosyal sanat tarihi eserleri. Bu konuda iki önemli eserin ismini sayarsak eğer Paul Oskar Kristeller’in “Modern Sanat Sistemi”[2] ve Larry Shiner’in Sanatın İcadı: Bir Kültür Tarihi[3]. BunlarTürkçeye çevrilmiş en önemli iki kaynaktır.

Fakat Çolak sanatın tanımının ve içeriğinin değişebilir oluşunu bunca vurguladıktan sonra bir sanat tanımı yapmaya girişiyor ve yaptığı tanımdaki bazı hükümlerin kesinlikle değişemez olduğunu belirterek kavramı savunmak adına somutu görmezden geliyor. Bu sanat tanımının içeriğine geçmeden önce video içerisinde böyle bir tutarsızlığın olduğunu belirtmek gerekiyor. Benim bu iki tutarsız tavırdaki konumum ilkinden yana. Yani sanatın zamana ve mekâna göre farklılaşabilir tanımlarının olduğu görüşüne daha yakın bir konumdayım. Bizim bugün sanat olarak gördüğümüz pek çok nesne yapıldığı dönemde sanat değillerdi. Eğer sanatın bu boyutunu göremezsek anakronizmin hatasına düşmüş oluruz. Fakat bu sanat üzerine çalışanların öylesine düştükleri bir hata ki çoğu zaman fark edilmiyor bile. Örneğin sanat tarihi disiplini için bu tür bir anakronik tutum disiplinin en önemli belirleyicilerinden birisidir.

Neyse konuyu daha fazla saptırmadan Çolak’ın yapmış olduğu sanat tanımına dönelim. Çolak matematikte kullanılan aksiyomlar gibi sanatı tanımlamak için de aksiyomlara ihtiyacımız olduğunu iddia eder. Ve sanatın tanımı için aksiyomunu belirtir: “sanat bir insan ürünüdür.” Bu tanımı yaparken George Dickie’yi örnek olarak verir.[4] Burada bu aksiyomu ortaya atanlar aslında sanatın doğal olan şeylere karşı insan kültürünün bir ürünü olduğu yönünde düşünceyi belirtmek üzere bunu öne sürüyorlar. Yani doğal oluşumlar sanat eserleri değildirler. Aynı şekilde hayvanların da sanat nesnelerini ortaya koyamayacağı yönündeki kanı da bu aksiyonun temelini oluşturan doğa-kültür dikotomisinin sanat bağlamında yeniden ortaya çıkmasından başka bir şey değildir.[5] Bu tanımlamalar tabii ki belli önyargılar içerir. Çolak’ın belirttiği gibi bu tanımların yapıldığı zamanlarda yapar zekâların sanat üretmesi gibi bir konu söz konusu değildir bu yüzden de tanımda insan vurgusu ön plana çıkmış olabilir.

Sonrasında Çolak, Arthur Danto’nun sanat kavramsallaştırması döner. Danto’nun “x’in bir öznesi varsa sanat eseri diyebiliriz” fikrini öne sürer. Buradan yola çıkarak da hayvanların ve yapay zekânın bir özne olmadıklarını ve dolayısıyla da sanat üretemeyecekleri sonucuna varır. Peki, Çolak’a göre özne olmak neleri içerir? Bilinçliliği içermesi elzemdir ve bilinçlilik yine Çolak’a göre insan da olan ama yapay zekâlarda olmayan bir özelliktir.

Dolayısıyla videoda yapay zekâların sanat üretmeyeceği çünkü tanımı itibariyle sanatın insan yapımı şeylere denildiğini, yapay zekâların da insan olmadıkları için tümüyle kavramsal olarak yapay zekâların sanat üretemeyeceği sonucuna varılır. Yapay zekâların ürettikleri şeylere eğer istiyorsak sanattan başka bir isim verebiliriz Çolak’a göre.

Burada Çolak kavramsal çözümlemeye bağlı ilk önermesini bitirir. Ve yapay zekâların sanat üretemeyeceğine dair ikinci önermesine başlar. Yine Danto’nun sanat tanımından yola çıkar. Danto bir sanat ürünün “cisimleşmiş anlamlar” olduğunu iddia eder.[6] Çolak’a göre bu ikili tanımda yapay zekâlar cisimleşmeyi sağlasalar da anlam üretmeyi başaramazlar. Zira anlam üretmek sadece insana özgüdür ve insanın yaratıcılığı, hayal gücüyle bağlantılıdır. Fakat yapay zekâ yaratıcı değildir o sadece daha önce üretilmiş sanat nesnelerinden algoritmik çıkarımlarda bulunur. Yapay zekânın ortaya koyduğu sanat ürünleri daha önceki ürünlerin sadece bir araya getirilmesidir, yaratıcılığın olmadığı birer kolajdır sadece. İnsanın ürettiği sanatlar ise mutlak anlamda yaratıcılığa ve özgünlüğe sahiptir. Gerçekteyse insan sanatçıların hayatlarına baktığımızda pek çok sanatçının kendisinden önce gelen sanatçılardan esinlendiğini hatta onları açıkça taklit ettiklerini biliyoruz. Böyle pek çok farklı sanatçıdan esinlenerek ve deneyim sahibi olarak kendi sanat ürünlerini ortaya koyar insan sanatçılar. Belki de yapay zekâlar sadece bu esinlenme meselesini insandan daha sistematik olarak yapmaktadırlar. Kim bilir?

Çolak kendi idealist, estetist ve hümanist felsefi kabulleri sebebiyle yapay zekâların sanat üretemeyeceği sonucuna ulaşır. Sanatın sadece insan ürünü olduğu yönündeki antroposentirik tutumu yeniden dillendirir. Sanat kavramının asla dönüşemeyecek mutlak bir kavrammış gibi ona sadık olmamız gerekliliğini vurgular. Bunlar onun hem insan konusunda hem de sanat konusunda tümüyle tözcü bir yaklaşıma mahkûm bırakır. Aslında bu düşünceler sanat hakkındaki en klasik düşünelerdir. İdealist ve estetist sanat ideolojilerinin bir tür yeniden üretimidir.

Bugün biliyoruz ki insan dediğimiz kategori de geçicidir. Nietzche’den Foucault’a, Haraway’dan Braidotti’ye kadar pek çok filozof insan kavramının mutlak olmadığını vurgular. Donna Haraway 1985 yılında yazmış olduğu “Siborg Manifestosu: Yirminci Yüzyılın Sonlarında Bilim Teknoloji ve Sosyalist Feminizm”[7] isimli makalesinde insan ile makine (yapay zekâyı da kapsayacak şekilde) arasındaki ayrımların artık anlamlı olmadığını vurgular: “Yirminci yüzyılın sonlarına, bizim mitik zamanımıza gelindiğinde, hepimiz kimera’yız, kuramsallaştırılmış ve imal edilmiş makine-organizma melezleriyiz; kısacası siborguz. Siborg bizim ontolojimiz; siborg bize politikamızı verir. Siborg, her türlü tarihsel dönüşüm imkânını yapılandıran iki birleşik merkezin, yani hayal gücünün ve maddi gerçekliğin yoğunlaştırılmış bir imgesidir. “Batılı” bilim ve politika gelenekleri -ırkçı, erkek-egemen kapitalizm geleneği; ilerleme geleneği; doğanın kültürel üretim için bir kaynak olarak temellük edilmesi geleneği; benliğin ötekinin yansımalarından yeniden üretimi geleneği- içinde organizma ile makine arasındaki ilişki tam bir sınır savaşı olagelmiştir. Bu sınır savaşının ihtilaflı topraklarını, üretim, üreme ve hayal gücü alanları oluşturmaktadır. Bu metin, sınırların karışmasından alınan hazzın ve bu sınırların inşa edilmesindeki sorumluluğun lehine bir sav ileri sürmektedir. Aynı zamanda cinsiyetsiz bir dünya -muhtemelen yaradılışın olmadığı, ama belki sonun da olmadığı bir dünya- hayal eden ütopik geleneğe bağlı kalarak postmodernist, doğalcı olmayan bir kipte sosyalist feminist kültüre ve kurama katkıda bulunma çabasındadır. Siborg, selamete ulaşma tarihinin dışında vücuda gelir. Zamanı da oral ortakyaşamsal bir ütopyadaki ya da Oidipus dönemi-sonrası bir kıyametteki feci cinsiyet bölünmelerine derman olmaya çalışarak, oidipal bir takvim üzerinde işaretlemez.”[8] Rosi Braidotti de Haraway’ın açtığı yoldan ilerleyerek kendi insan sonrası kavramsallaştırmasını üç oluş üzerinden yapar. Braidotti’ye göre insan sonrası yeryüzü-oluş, hayvan-oluş ve makine-oluştur.[9] “Posthuman Manifestosu”’nun[10] yazarı Robert Pepperel de insan sonrasını şu maddelerle açıklar: “1. Açıkça görülüyor ki artık insanlar evrendeki en önemli şey değiller. Humanistler bunu henüz kabul etmedi. 2. Şu anda bildiğimize göre, insan toplumunun yaşadığı teknolojik sürecin tamamı, insan ırkının dönüşümüne yönelik değildir. (…) 7. Posthuman çağda makineler artık makine olmayacaktır. (…) 11. Şimdi anlıyoruz ki insan bilgisi, yaratıcılığı ve zekâsı son derece kısıtlıdır. 12. Karmaşık makineler yaşamın vücut bulan hâlidir. 13. Karmaşık makine, çalışmalarını tam olarak anlayamadığımız ve kontrol edemediğimiz makinedir. 14. Bilgisayarlar insanlara daha çok benzemek için geliştikçe, insanlar da gelişerek bilgisayarlaşacaktır. 15. Biz makineleri düşünebiliyorsak makineler düşünebilir; eğer düşünebilen makineleri düşünebiliyorsak, makineler de bizi düşünebilir.” Bu yaklaşımlardan da anlıyoruz ki insan ile yapay zekâlar arasında ayrımlar yapmak gittikçe zorlaşmaktadır. İnsan ile makine/yapay zekâ arasında mutlak ve uzlaşmasız ayrımlar yapmak sadece antroposentrik önyargıları yeniden üretecektir. Hâlbuki bu zamanda yeni bakış açılarına ve felsefelere ihtiyaç vardır.

Peki, insan sonrası bir tahayyülde sanat ne olacaktır? Haraway sanat hakkında yazmaz ama diğer teorisyenlerin sanat hakkındaki fikirleri vardır. Braidotti sanat için şöyle yazar: “Sanat nesnesinin insan-dışı tabiatı, işlevsel olmayışın ve hafif meşrep baştan çıkarıcılığın bileşiminden ibarettir. (…)  Sanat bizleri bağlı olduğumuz kimliklerin sınırlarının ötesine aktararak, etrafımızı saran hayvani, bitkisel, yeryüzüne ve gezegene mahsus kuvvetlere bağlandığından, insan-olmayan anlamında zorunlu olarak insan-dışıdır. Sanat, yine rezonansı açısından kozmik ve böylelikle de yapısı itibariyle insan sonrasıdır; öyle ki bizleri, cisimleşmiş benliğimizin muktedir olabildiği veya katlanabildiği sınırlarına taşır. Sanat temsil sınırlarını en uç noktasına kadar esnettiğinden, bizzat yaşamın sınırlarına erer ve böylelikle ölümün ufkuyla karşı karşıya kalır.”[11] Robert Pepperel de manifestosunda sanat ve yaratıcılık konusunda on dört madde ayırır. Bu bölümünü girişinde şu ifadelere yer verir: “Sanat üreten ve onu takdir eden bir makine geliştirmek için, öncelikle sanatın ne olduğunu açıkça anlamalıyız.” Pepperel’e göre sanat temelde ikiye ayrılır iyi ve kötü sanat;  iyi sanat düzensizliğe neden olurken kötü sanat düzenin devam etmesini sağlar. Bu bağlamda “13. Posthuman sanatı, teknolojiyi süreksizliğe katkıda bulunmak için kullanır. Sağlıklı toplumlar süreksizliğin ilerlemesine göz yumarlar çünkü insanın kendisine rağmen ona maruz kalmaya ihtiyacı olduğunu anlarlar. Sağlıksız toplumlar, süreksizliğin ilerlemesini engeller.”

İnsan, insan sonrası, siborg, yapay zekâ ve bunların sanatla olan ilişkileri hala tartışılan konular. Ve uzun zaman daha tartışılacak gibi duruyor. Çolak’ın bu tartışmadaki konumu klasik bir sanat ve sanat teorisi anlayışını temel almakta. Burada iki dikotomi ön plana çıkıyor. İlk argümanda doğa-kültür ikiliği üzerinden hareket ederken ikinci argümanda doğal-yapay ikiliği üzerinden düşünmekte. Bu sayede sanat ilk ikilikte kültürün tarafında yer alırken ikinci ikilikte doğalın (insanlığın doğasının) bir parçası haline gelmekte. Bu türden dikotomileri ve düz düşünme biçimlerini aşmak, eleştirel bir mesafe içerisine girmek bu çağın bilgi üreticilerinin (ister filozof, ister bilim insanı, ister entelektüel olsunlar) temel görevlerinden birisidir.  

Yapay zekâ sanat üretebilir mi sorusuna dönersek eğer. Şimdiye kadar ürettiği şeyler var ama hala mutlak sonuca ulaşabileceğimiz nitelikte değiller çünkü teknolojik devinim devam etmekte. Belki yapay zekânın şimdiye kadar sanat olarak ortaya koyduğu şeyler insanlığın binlerce yıl önce Altmira veya Lascaux mağarasına yaptığı şeylerden farkı yoktur. O yüzden benim kanımca erken karar vermeyi bir kenara bırakarak süreci takip etmeli ve devinimin nasıl gerçekleşeceğini gözlemlemeliyiz.                                   


[1] https://www.youtube.com/watch?v=09Xph7pwoiU

[2] https://www.yumpu.com/tr/document/view/3982481/modern-sanat-sistemi

[3] Larry Shiner (2013). Sanatın İcadı: Bir Kültür Tarihi, (Çev. İsmail Türkmen), İstanbul: Ayrıntı.  

[4] Burada Dickie iyi bir örnek midir açıkçası bilemiyorum. Zira Dickie analitik sanat teorisi geleneğinden gelen bir isimdir ve sanatın tanımlanması konusunda kurumsal sanat teorisinin en önemli isimlerinden birisidir. Kurumsal sanat teorisine göre ise sanatın evrensel bir tanımı olamaz tüm sanat tanımları bağlamsaldır. Bir sanat nesnesinin ortaya çıktığı tarihsel, sosyal, kültürel bağlam göz önünde bulundurularak sanatın tanımlanması gerektiğini belirtir. Fakat esas mesele Dickie değil burada tabii ki sanatın insan ürünün olduğu düşüncesini pek çok düşünür dillendirebilirdi. 

[5] Hayvanların sanat üretmesiyle ilgili bir tartışma için: Jared Diamond (2013). Üçüncü Şempanze: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği, (Çev. Çağatay Tarhan), İstanbul: Alfa, s. 197-210.

[6] Arthur Danto (2015). Sanat Nedir, (Çev. Zeynep Baransel), İstanbul: Sel, s. 48.

[7] Donna Haraway (2010).  “Siborg Manifestosu: Yirminci Yüzyılın Sonlarında Bilim Teknoloji ve Sosyalist Feminizm” (Çev. Güçsal Pusar), Başka Yer içinde, İstanbul: Metis, s. 45-90.

[8] Haraway, age. s. 46-47.

[9] Rosi Braidotti (2014). İnsan Sonrası, (Çev. Öznur Karakaş), İstanbul: Kolektif, s. 67-117.

[10] https://hafizacoplugu.wordpress.com/tag/posthuman-manifesto/

[11] Braidotti, age. s. 121-122.