Gramsci ve Devlet | Kaan Eroğuz

0
4680

Özet                                                    

Devlet, insanlık tarihinin belirli bir anında ortaya çıkmasından itibaren siyasal yaşamın ve siyaset biliminin önemli konularından biri haline gelmiştir. Antik Yunan’dan günümüze birçok düşünür devletin oluşma sebeplerine, ne zaman ortaya çıktığına, meşruluk kaynaklarına ve siyasal ve toplumsal yaşamdaki kapsamına dair farklı düşünceler ortaya koymuş ve teoriler geliştirmiştir. Tarih boyunca çeşitli düşünürlerin geliştirdiği bu teoriler  “Devlet Teorileri” olarak adlandırılmaktadır.

Bu çalışmada, 20. Yüzyıl Batı Marksizminin en önemli temsilcilerinden İtalyan siyaset bilimci ve teorisyen Antonio Gramsci’nin devlet kuramı, Marksizmin devlet yorumundan yola çıkılarak, “hegemonya”, “tarihsel blok” ve “sivil toplum” gibi kendi kavramsallaştırmaları üzerinden anlatılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Devlet, hegemonya, Gramsci, sivil toplum, Marksizm

Giriş

İnsanlığın devlet gibi bir yapıya ne zaman ve nasıl ihtiyaç duyduğu sorusu birçok düşünür tarafından farklı şekillerde cevaplanmış ve devletin ne olduğuna/olmadığına dair farklı teoriler üretilmiştir. Sanayi Devrimi sonrası değişen sosyolojik ve siyasal yapıyı anlamak için ortaya koyduğu düşüncelerle 19. ve 20. yüzyıla damgasını vuran Karl Marx, kuramını sınıfsal çelişkilerin ve mücadelelerin zorunluluğu üzerine inşa etmiş, toplumun maddi koşullarını -üretim ilişkilerini ve üretim biçimlerini- toplumsal yapının ve insan bilincinin temeli olarak görmüştür.(1) Marx’ın “Altyapı, üstyapıyı belirler.” şeklinde formüle ederek toplumun maddi koşullarına yaptığı vurgu, üstyapı kurumu olarak tanımladığı devlet için tutarlı ve geniş bir devlet teorisi oluşturamamasına sebep olmuştur. Çünkü; Marx’a göre devletin biçimi insan bilincinin genel gelişimi veya insanların ortak iradesinden değil, üretim ilişkilerinden ortaya çıkmaktadır.(2) Yine de gerek Marx’ın, Hegel’in devlet ve siyaset kuramına yönelttiği eleştirilerinden, gerek Engels’in Marx’ın ölümünden sonra yayınlattığı geç dönem eserlerinden(3) yola çıkarak Marx’ın devleti nasıl yorumladığı anlaşılabilmektedir. Buna göre; hakim ve bağımlı sınıflar arasındaki diyalektik mücadele, maddi koşulların ve dolayısıyla devletin değişmesi ve dönüşmesine sebep olmakta, bu da devlet üretim biçimini ve üretim kaynaklarını ele geçiren hakim sınıfın bir “baskı aracı” olarak bağımlı sınıfları sömürme aracı haline gelmektedir. Marx, devletin bu rolünü modern kapitalist topluma uyarlar ve emeğin üzerinde belirli bir kontrole sahip olan burjuvazinin bu gücünü devlet başta olmak üzere diğer üstyapı kurumlarına -yargı, din, kolluk güçleri vs.- doğru genişleterek proletarya üzerinde zora dayalı bir tahakküm kurulduğunu iddia eder. Engels’te geç dönem eserinde(4) devletin toplumsal çıkarları farklı olan sınıflar arasındaki mücadeleleri kontrol etme ihtiyacında olduğunu ve bu kontrolün toplumdaki ekonomik olarak en güçlü sınıf tarafından uygulandığını belirtmiştir.

Gramsci, Marx’ın sınıf mücadelesinin ve maddi koşulların toplumsal değişimlerdeki rolüne ilişkin bütün varsayımlarına katılmakla birlikte, Marx’ın üstyapıyı açıklamada yetersiz kaldığı alanlar içinde, yaşadığı Güney İtalya’daki deneyimlerinden yola çıkarak doldurmaya çalışmış ve devletin “zor kullanma” dışında da kimi bazı yöntemlerle bağımlı sınıfların “rızasını” alarak egemenliğini sürdürdüğünü fark etmiştir. Gramsci’nin fark ettiği bu olgu onun üstyapı ve devlet yapılarına yoğunlaşarak Marksizme bu alanlarda derinlik kazandırmasını sağlamıştır.

Hegemonya

Antonio Gramsci, İtalya’nın güneyinde bulunan Sardenya’nın bir köyünde 1891 yılında dünyaya gelmiştir. Sardenya bölgesi, İtalya’nın güneyindeki çoğu bölge gibi ekonomik ve toplumsal bakımdan geri kalmış bölgelerden biriydi. İtalya’nın siyasi birliğini tamamlamasıyla kapitalist burjuvazinin sömürüsüne uğrayan Sardenya bölgesindeki tarım alanları ve bu tarım alanlarını sömürmek için güneyin toprak sahipleri ile kuzeyin endüstri patronları arasında kurulan sınıfsal ittifak Gramsci’nin erken dönem düşüncelerinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Lise öğrenimini Sardenya bölgesinde tamamladıktan sonra üniversite okumak için Torino’ya giden Gramsci, buradaki eğitim süresince düşüncelerini olgunlaştırmış ve geliştirmiştir. 1914 yılında İtalya’da genel oy hakkı tanınmasına rağmen emekçi kesimlerin türlü baskılara maruz kalması ve aynı yıllarda İtalyan burjuvazisinin ülkeyi I. Dünya Savaşı’nın içine atması Gramsci’nin teorik ve pratik alanda ilerlemeye başladığı yıllardır. Güney bölgesinin geri kalmışlığı üzerine geliştirdiği düşünceler ve İtalyan Sosyalist Partisi’nin burjuvazinin yanında yer alarak savaş yanlısı bir konuma geçmesi, Gramsci’yi teorik ve pratik anlamda yeni bir örgütlenme modeli arayışına itmiştir. Bu dönem çıkardığı gazetelerin yanı sıra işçi konseyleri deneyimini hayata geçirerek özellikle Torino merkezli güçlü bir işçi sınıfı hareketi örgütleyen Gramsci, İtalyan Komünist Partisi-(PCI)’nin içinde yer alarak mecliste milletvekili olarak da görev yapmıştır. İtalyan işçi sınıfının en örgütlü ve en bilinçli olduğu bu tarihi aralıkta Sosyalist Parti’den ayrılarak Faşist Parti’yi kuran Mussolini liderliğindeki faşizm de silahlı militanlarının desteğiyle yükselmektedir ve kısa süre içerisinde iktidara gelerek kendisi dışındaki partileri feshedip üyelerini hapishanelere tıkayacaktır. Kasım 1926’da Mussolini’ye karşı tertipli bir komploya karıştığı suçlamasıyla hapishaneye atılan muhaliflerden biri de Antonio Gramsci’dir.(5)

İtalyan işçi sınıfının en bilinçli ve örgütlü olduğu bir anda faşizmin bu zaferini anlamlandırabilmek için devleti ve üsyapı kurumlarının işlevini İtalya deneyiminden hareketle incelemeye çalışan Gramsci, tam da bu noktada Marx’tan ileriye giderek devlet aygıtının yalnız bağımlı sınıfları dizginlemeye yarayan bir zor kullanma aygıtı olmadığını, aynı zamanda ve bundan daha önemsiz olmamakla birlikte bağımlı sınıfların rızasını alarak onlar üzerinde kültürel bir hegemonya da kuran üst bir aygıt olarak tanımlamıştır. Gramsci’ye göre hegemonya egemen sınıfların sivil toplumda bağımlı sınıflar üzerindeki ideolojik üstünlüğü anlamına gelir.(6) Hegemonya sayesinde egemen sınıf kendi kültürel ve entelektüel liderliğini, diğer bağımlı sınıfları denetimi altında tutabilmek için kullanmaktadır. Böylece Gramsci hegemonyayı, bağımlı sınıflar ile egemen sınıflar arasındaki bir ilişki biçimi olarak yorumlanmaktadır. Hegemonya, egemen sınıfın kendi dünya görüşünü ahlaki, siyasal ve kültürel alanda yerleştirebilmesinin yanı sıra bağımlı sınıfların çıkar ve gereksinimlerini de biçimlendirebilmektedir. Gramsci bu özgün kavramıyla açıklamaya çalıştığı devleti şu şekilde tanımlanmaktadır:

 “Devlet, kendisi aracılığıyla yönetici sınıfın, egemenliği yalnızca haklı gösterip koruduğu değil, ama yönetimi altında tuttuklarının etkin rızasını da kazanabildiği pratik ve teorik etkinliklerin karmaşık bütünlüğüdür.”(7)

Marx’ın kapitalist toplumu anlamada ikincil plana attığı devlet Gramsci’nin eserlerinde birincil önemde bir değişken konumuna gelir. Böylelikle Gramsci, Marksizmin burjuvazinin zora dayalı baskı aygıtı olarak tanımladığı devletin sınırlarını genişleterek aynı zamanda hegemonya yoluyla bağımlı sınıfları güçsüz ve örgütsüz tutan bir baskı gücü olduğunu da literatüre eklemiştir.

Sonuç olarak, Gramsci, devletin hegemonya aygıtı olarak taşıdığı önemin toplumun sınıf yapısında ve üretim ilişkileri sarmalında bulunduğunu reddetmeden, Marx’ta dar bir alana hapsedilen sivil toplumu ve üstyapı ilişkisini genişleterek ve İtalya özelinden yola çıkarak Avrupa toplum yapısını açıklamaya çalışmıştır.

Sivil Toplum

Gramsci’nin devlet kuramını oluşturan bir diğer önemli kavram “sivil toplum” kavramıdır. Marx’ın Hegel’den alarak yorumladığı bu kavramı Gramsci, yirminci yüzyılın başında Avrupa’da yaşanan işçi sınıfı mücadelesinin yenilgisini ve faşizmin yükselişini analiz edebilmek için kullanır ve bu tarihsel durumu sivil toplum-devlet ikiliğine başvurarak açıklar.(8) Marx’ta 18. yüzyılda burjuvaziyle birlikte ortaya çıkan ve “tarihin gerçek odağı ve sahnesi”(9) olarak tanımlanan sivil toplum, Gramsci’nin kavramsallaştırmasında genişletilir. Gramsci, Marx’tan farklı olarak sivil toplumu bir ideolojik üstyapı bütünlüğü olarak yorumlar. “Hapishane Defterleri” ismiyle yayınlanan eserinde bu durumu şu şekilde açıklar:

                        “Şu anda yapabileceğimiz iki temel üstyapı düzeyini saptamaktır. Bunlardan birisi ‘sivil toplum’ yani genelde ‘özel’ diye adlandırılan organizmalar bütünlüğü; öbürü de ‘politik toplum’ yani ‘devlet’ diye anılandır. Bu iki düzey bir yandan egemen grubun, toplum üzerinde uyguladığı hegemonya işlevine, diğer yandan da devlet ve hukuksal iktidar yoluyla uygulanan ‘doğrudan egemenli’ ya da ‘komuta’ işlevine karşılık gelir.”(10)

Marx’ta ve Engels’te sivil toplum ve devlet birbirinin anti-teziyken Gramsci’nin kuramında devletin kendisi sivil toplumu içerir. Gramsci bunu şu şekilde formüle eder:

                        Devlet= Sivil toplum + politik toplum

Gramsci, bu formülle devleti zor ile pekiştirilmiş hegemonya olarak tanımlar. Hegemonya sivil topluma, zor ise devlete özgüdür. Sivil toplum maddi ilişkilerin tümünü değil ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü, tinsel ve düşünsel yaşamı içermektedir. Gramsci’nin “düzenlenmiş toplum” olarak isimlendirdiği devletsiz toplum, sivil toplumun genişlemesinden doğmaktadır. Bundan dolayı siyasal toplumca işgal edilen tüm alanların hegemonyanın yok edilişinden doğmaktadır. Devlet; sivil toplum ile siyasal toplumun, hegemonya ile egemenliğin diyalektik bütünlüğüdür.

Marx’ın devlet kuramında devletin altına yerleştirdiği sivil toplum, Gramsci’de yapısal değil üst yapısal uğrakta yer alır. Gramsci’nın Marksizme ve Marksizmin devlet kuramına yaptığı en büyük katkıda burada yatmaktadır. Gramsci, sivil toplum ve hegemonya kavramlarını siyaset biliminde hakim bir konuma yükseltmesiyle Marksizmin üstyapı siyasetini genişletmiştir.(11)

Tarihsel Blok

Devlet kuramını oluştururken hegemonya ve sivil toplum kavramlarından yola çıkarak sivil toplum – politik toplum ikiliğine odaklanan Antonio Gramsci, devlet aygıtını bir araya getiren politik toplum alanı ve sivil toplum alanının oluşturduğu karmaşık bütünlüğü “tarihsel blok” olarak adlandırır.

Yapı ve üstyapı arsındaki karmaşık ve birbiriyle çelişik üstyapılar bütünlüğü, toplumsal üretim ilişkilerinin birer yansımasıdır. Tarihsel blok, doğa ve düşünce arasındaki bu karmaşık zıtlıkların ve ayrılığın birliğini ifade eder. Marx’ın “Altyapı üstyapıyı belirler.” tezine katılmakla beraber bu iki yapı arasında organik bir ilişkinin bulunduğunu ve toplumsal sınıfların sınıf bilincini geliştiren politik-ideolojik üstyapı uğraklarının yapıyı da etkileyebildiğine vurgu yapan Gramsci, bu durumda tarihsel devinimin özünün üstyapı içerisinde oluşabileceğini de ekler. Gramsci’ye göre devlet tarihsel evrilmeyle yerini sivil topluma, tarihsel blokun normal yönetim biçimi olan hegemonyaya bırakmalıdır.(11)

Sonuç

Yirminci yüzyıl Batı Marksizminin önemli temsilcilerinden Antonio Gramsci, I.Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yükselen işçi sınıfı hareketlerinin kesin mağlubiyetini ve faşizmin yıkıcı zaferini anlamlandırabilmek ve Marx’ın büyük boşluklar içinde bıraktığı devlet mekanizmasını çözümleyebilmek için geliştirdiği “hegemonya”, “sivil toplum” ve “tarihsel blok” gibi kavramsallaştırmalarla siyaset bilimine önemli katkılar sunmuştur.

Marx’ın ikincil planda gördüğü üstyapı ile yapı arasında mekanik değil organik bir ilişkinin bulunduğunu ve bu diyalektik ilişkinin birbiriyle etkileşimi sonucu üstyapının da kimi tarihsel süreçlerde belirleyici olabileceğini göstermesi Gramsci’nin Marx’tan kopuşu veya Marx’ı ileriye taşıması olarak yorumlanmaktadır.

Marksizmin devlet ve siyaset anlayışını genişletmesinin yanı sıra siyaset biliminde ideolojik hegemonya ve sivil toplum gibi kavramları hakim kılması bakımından Gramsci’nin devlet kuramı günümüzde de önemini korumaktadır. Günümüzün hegemonya krizlerini anlamakta, devletin bu kriz anlarındaki reflekslerinin hangi toplumsal ve sınıfsal ilişkilere dayandığını çözümlemekte Gramsci’nin devlet kuramı analizi tutarlı bir yol haritası sunmaktadır.

Dipnotlar

(1) “ İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, tam tersine, bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.” Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, 1979, s.25

(2) Martin Carnoy, Devlet ve Siyaset Teorisi, Dipnot Yayınları, 2015, s.69.

(3) Friedrich Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, 1977, s. 237

(4) Engels, a.g.e., s. 2374

(5) Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, Örnek Yayınları, 1983, s.10

(6) Carnoy, a.g.e., s.95

(7) Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, Belge Yayınları, 2014, s.244

(8) Mehmet Yetiş ve Melek Halifeoğlu, “Gramsci Sivil Toplum-Devlet İkiliği Kuramsal Kökenler”, Mülkiye Dergisi, 37(1), 163-188

(9) Marx ve Engels, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, 1976, s.50.

(10) Antonıo Gramscı, Hapishane Defterleri, Belge Yayınları, 2014, s.239

(11) Martin Carnoy, Devlet ve Siyaset Teorisi, Dipnot Yayınları, 2015, s.92

(12) Mehmet Yetiş, Gramscı ve Devletin İki Görünümü, Mülkiye Dergisi, XXXIII(264),  129-53.

Kaynakça

Gramsci, Antonio, Aydınlar ve Toplum, Örnek Yayınları, 1983.

Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri, Belge Yayınları, 2014.

Marx ve Engels, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, 1976.

Engels, Friedrich, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, 1977.

Carnoy, Martin, Devlet ve Siyaset Teorisi, Dipnot Yayınları, 2015.

Yetiş, Mehmet, “Gramsci ve Devletin İki Görünümü”, Mülkiye Dergisi, XXXIII(264), 2014.

Yetiş, Mehmet, Halifeoğlu, Melek, “Gramsci Sivil Toplum-Devlet İkiliği Kuramsal Kökenler”, Mülkiye Dergisi, 37(1), 2013.