İnsan toplulukları mı yöneticilere ihtiyaç duyar yoksa yöneticilerin mi insan topluluklarına ihtiyaçları vardır? Siyaset kimin içindir ve halk siyasetin neresinde yer alır ya da ideal düzende halkın siyasetteki yeri ne olmalıdır? Bu sorular hakkında fikir yürütebilmek ve yorumlayabilmek için öncelikle ilkel toplumlardan uygar topluma evrimleşme süreçlerinin ve bu süreçte artı ürünün öneminin bilgisine sahip olmak ve de “siyaset” kavramının anlamı üzerine düşünmek gerekir. İnsanın toplum halinde yaşama nedenleri de burada önem teşkil eder.
Doğaya karşı zayıf olan insan çözümü topluluk halinde yaşamakta bulmuştur. İlkin temel ihtiyaçlarını sürdürebilmek, avlanmak ve doğal afetlere karşı tedbir almak için topluluk halinde yaşamaya başlayan insan; daha sonraları aile, din, ekonomik kurumlar, millet gibi etkenlerle toplumsal yaşam sürmeye başlamıştır. İnsanın basitçe varlığını sürdürüp beslenme ihtiyacını toplayıcılık ile sağladığı zamanı; ateşin bulunması, ok ve yay kullanımı, çanak çömlek yapımı ve nihâyetinde de hayvanların evcilleştirilmesi ile insan topluluklarının sulama ve tarımı öğrenmesi takip etmiştir. Tarımla yerleşik hayata ve avcılıktan üreticiliğe geçen insanın toplumsal hayatında büyük çaplı değişiklikler olmuştur. Üretim, önce ihtiyacı karşılamak için yapılsa da zamanla artı ürünün ortaya çıkması siyasetin, ekonominin ve çeşitli alanlarda oluşacak birçok teorinin de temel dayanağı olmuştur. Artı ürünün paylaşımı ve dağıtımı, bu görevi kimin yapacağı sorununu doğurmuş ve böylece artı ürünün dağıtımını üstlenen yönetici sınıf tarihteki yerini almaya başlamıştır. Ve böylelikle “siyaset” kavramından bahsedebilmemiz için gerekli olan “yöneten-yönetilen” ilişkisi insan toplulukları arasında, toplumsal yapıyı şekillendirmeye başlayan bir etken olmuştur. Yöneticili bir yapıya sahip olmaya başlayan toplumlarda siyasi hayat farklılıklar göstermiş ve çeşitli siyasi rejimler uygulanmıştır. Toprak sahipliğinden feodal yapıya geçen toplumlarda feodal sisteme karşıt görüşler baş göstermeye başlamış ve Ortaçağ’ın karmaşık siyasi yapısı, içinde devrimleri barındırmıştı. Feodalitenin yıkılması ve kapitalist sistemin doğuşu ile “burjuva” da tarih sahnesindeki yerini almıştır. Üretim araçlarının sahipliği ve kapitalizmin ilerleyişi belirgin bir işçi sınıfı yaratmıştır. Sınıf kavramı da en az güç ve otorite kavramları kadar siyaseti ilgilendiren kavramlar haline gelmiş ve yönetimde hangi sınıfın söz sahibi olması gerektiği konusu çeşitli ideolojiler üretmiştir.
Doğal Yaşamdan Toplumsal Yaşama Geçiş Aracı Olarak Siyaset
Etimolojik kökenini incelediğimizde Arapça “seyis” sözcüğünden türeyen siyaset kavramı ve de Yunanca “polis” sözcüğünden gelen politika kavramı, oluşumundan itibaren farklı zamanlarda, farklı toplumsal düzenlerde ve farklı düşünürlerce değişik anlamlar yüklenerek yorumlanmış ve de birbirinden farklı siyaset kuramları oluşturulmuştur. Bu bağlamda siyaset kuramları ve bu kuramları oluşturan unsurlar devinim hâlinde süregelmiştir demek yanlış bir yaklaşım olmaz. Toplumlar; tarihsel olaylara, içinde bulunulan ekonomik koşullara bağlı olarak zaman içinde farklı yönetim biçimlerine ihtiyaç duymuş ve mevcut düzenlerde değişikliklere gidilme gereksinimleri doğmuştur. Bunun sonucu olarak toplumlardaki yöneten-yönetilen ilişkisi, yasalar, siyasal iktidarın özellikleri, toplumsal sınıfların konumu, demokrasi, yönetilen kitlenin beklentileri gibi unsurlar da değişikliğe uğramış; zamanın ve toplumun taleplerine göre yeniden şekillenmiştir.
“Siyaset” kavramının tanımı ise her düşünüre göre birbirinden farklı şekilde yorumlanmıştır. Örneğin Andrew Heywood “Siyaset, en geniş anlamıyla, insanların ortak yaşamalarını mümkün kılan genel kuralları oluşturma, koruma veya değiştirme etkinliğidir.” şeklinde tanımlarken Mao Zedong ise “Siyaset, kan dökülmeyen savaş; savaş ise kan dökülen siyasettir.” şeklinde yorumlar.(Taşkın, 2015) Siyasal düşünce alanında felsefeden bilime doğru yönelişin Aristoteles ile başladığını söyleyebiliriz. Hocası Platon başta olmak üzere, Aristoteles’e gelinceye değin tüm siyasal düşünürler, “nasıl”ın değil “nasıl olması gerektiği”nin üzerinde durmuşlardı.(Kışlalı, 2011) Siyaset kavramı tanımının ve de siyasal kuramların çeşitliliğinin sebebini düşünürlerin, yönetilen kitlenin ve de yönetenlerin “nasıl olmalı” sorusuna verdiği cevabın farklılığından kaynaklandığı söylenebilir. Platon, Aristoteles, Locke, Thomas Hobbes, La Boétie gibi birçok düşünür; farklı iktidar, devlet, siyaset kavramları kullanmıştır ve bu kavramların işlevlerinin nasıl olması gerektiği konusunda farklı düşünceler üretmişlerdir; bu kavramları kullanırken ya da kuramlar üretirken kendi toplum ve dönem koşulları içerisinde fikirlerini oluşturmuşlardır. Bu sebeple siyaset kuramlarını ve siyasal rejimlerle ilgili düşünceleri üreten düşünürün yaşadığı dönem ve koşulları bağlamında da değerlendirmek kuramları daha iyi kavrayabilmek açısından önemlidir. Lâkin şöyle bir ortak nokta vardır; siyaset ve siyasi rejimler çoğunlukla doğa durumundan toplumsal duruma geçişin gerekliliği olarak görülmüştür. Gerekli toplumsal düzenin sağlanması, yöneten-yönetilen ilişkisinin belirlenmesi siyasi rejimler aracılığı ile sağlanmaya çalışılmıştır. Toplumsal yapı dediğimiz kavram, toplumun kültürel, ekonomik, demografik vb. değerlerinin toplamıdır. Bu yapının değişimi ise toplumsal kırılma anları, halk hareketleri, devrimler, ekonomik ve üretime bağlı değişimlerden etkilenir. Siyasi rejimlerdeki değişimlerin de bu toplumsal yapının değişimi ile doğrudan ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle devrimler siyasi rejimlerin ya da yönetim – seçim biçimlerinin değişimi konusunda oldukça büyük etkiye sahiptir. Devrimler, zincirleme bir şekilde kendinden önceki devrimlerin açtığı yolda gelişebilir, toplumların devrim gelenekleri ve birikimleri bir sonraki devrim için ivme kazandırıcı bir etken olabilir. Bunu Türkiye üzerinden örneklendirecek olursak; Jön Türkler’in etkisiyle olan 1908 Hürriyet Devrimi, 1923 Kemalist Devrim için dolaylı da olsa yol açıcı bir etkendi.
Siyasi rejimlerin değişimi ya da çöküşü sadece o toplumdaki değişmelere değil bir de o an yönetimde bulunan grubun durumuna da bağlıdır elbette. Örneğin, Roma rejimlerinin çöküşünün çoğunlukla yönetimde bulunanların ihtiraslarının ve uygulamalarının Roma kültür ve geleneğine uygun olmadığı ve toplumsal düzene zarar verdiği, bütün bunların da rejimlerin çöküşünde büyük bir etken olduğu söylenir. (Kalaycıoğlu, 2016) Düşünürler de siyasi rejim ve kuramları yorumlarken içinde bulundukları toplumsal yapının gerekliliklerini ve dönemin zorluklarını yansıtmışlardır. “Ben ve korku ikiziz.” diyen Thomas Hobbes eseri “Leviathan”daki yer yer mutlak monarşiye kayan görüşlerini dönemin gerekliliklerine uygun görür. Yani toplumsal gelişmeler ve siyasi rejimler arasında doğrudan ve oldukça büyük bir etkileşim söz konusudur. Hobbes’un organizmacı görüşünü yansıtan Leviathan’ın 1651 baskısının kapağındaki ünlü resim, gövdesi birçok insandan oluşan dev gibi bir insanı, yani ölümlü tanrıyı-yöneticiyi gösterir. İnsanlar birleşerek yapay bir insan olan siyasal bedeni yaratmışlardır; ama yaratılan bu ürün, yaratıcılarını kendi içine çekmiştir, hatta onları kendi içinde biçimlendirmiştir.(Ağaoğullar&Köker, 2013) Yani yöneticiyi oluşturan var eden şey yönetilenlerin kendisidir. Lâkin şöyle bir ayrım vardır ki yönetilenler oluşturduğu yönetici bedeniyle tek başlarına oldukları hallerinden daha güçlü bir görüntüyü oluştururlar.
Siyaseti Kime Bırakmalı?
“Siyasete hiç girmeyelim.”, “Olayı siyasi açıdan ele almayalım.”, “Siyasete bulaşmamak gerek.”… Buna benzer kalıpları günlük hayatımızda sıkça duyarız. Gerçek, bu kalıpları ne kadar sıkça kullansak da siyasetten uzak durmaya çalışsak da bunun pek de mümkün olmadığıdır. Çünkü siyaset, toplum durumunun neredeyse her alanına sirayet etmiş ve de bireylerin yaşamını dolaylı da olsa etkilemiş bir eylemler ve düşünceler bütünüdür. Siyaset kavramını yok sayıp hayatından çıkarmaya çalışan kitlenin sahip olduğu bir tezat vardır. Halk, talep ettiği refah düzeyi için iyi ve “halkçı” siyasetçiler tarafından temsil edilmek ister. Hem bu isteğe sahip olup hem de siyasetin uzak durulması gereken tehlikeli bir alan olduğunu düşünüyorsanız büyük bir çelişki içerisindesinizdir. Siz istemeseniz bile siyaset hayatınızın her alanına yayılmıştır. Ekmek alırken verdiğiniz vergiden, daha iyi ve korunaklı bir ülkede yaşama isteğine değin tüm yollar siyasetle bir şekilde bağlantılıdır. Etik ve halkı gözeten siyaseti desteklemek ve çemberin içinde yer almak bilinçli bir halkın kaçınılmaz sorumluluğu dahilindedir. İdeal düzende aslında siyaset, halkındır!
Kaynakça
Ağaoğulları, M. A. & Köker, L.: Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanrı, 4.bs., İmge Kitabevi
Kalaycıoğlu, S.: “Roma’da Rejimler Neden Sona Erdi?”, Bilim ve Ütopya Aylık Bilim, Kültür ve Politika Dergisi, N:264, Haziran 2016, s. 27-30
Kışlalı, A. T. : Siyaset Bilimi, İmge Kitabevi, 2011
Warburton, N.: Felsefenin Kısa Tarihi, 10.bs, Alfa Yayınları, 2016
Taşkın, Y.(Ed.) : Siyaset – Kavramlar, Kurumlar, Süreçler, İletişim Yayınları, 2015