Küreselleşme ve Ticaret | Önder Mehmet Eren

0
1773

Ticaret, milletler arasındaki en eski ve en önemli bağdır. Hem milletler arasındaki ilişkilerin hem de birbirlerinin gelişimine katkı sağlaması bakımından merkezi rol oynamıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki, ticareti sadece “mal’’ ticareti olarak değil bir “kültürel, siyasal, sosyal” ticaret olarak da almak gerekir.(Seydioğlu, 2013: 225) Ticaret yüzyıllar boyunca siyasiler ve zenginler için önemli bir gelir kaynağı olmuş; özellikle eski imparatorlukların birçoğu ticaret yollarının üzerine kurulmuştur.(Gilpin, 2016: 213) Kapalı toplum veya gelişmeyi geç yakalayan toplumlar derken de aslında kastedilen milletlerarası ticarete kapalı olan toplumlardır.

Uluslararası ticaret önemini korumakla kalmayıp her geçen gün önemini daha da artırmakta ve ülkelerin dış politikada kullandıkları etkili bir silah haline gelmiş bulunmaktadır.(1) Ulusalcı ekonomik görüşü benimseyenler ticaretin bir silah haline getirilmesindendir ki serbest – uluslararası ticarete bir yerde karşı çıkar. Küreselleşme ile eş anlamlı kullanabileceğimiz uluslararası ticaret, sosyal bilimlerin önemli konularından birisi olan bağımlılıkla at başı gitmekte ve serbest – uluslararası ticaret ne kadar artarsa ulusların birbirlerine bağımlılığı da o denli artmaktadır görüşünü benimseyen ulusalcı ekonomistler bu yüzden serbest ticarete mesafeli durmaktadırlar.(2) Çünkü bağımlılık ne kadar artarsa boykot, ambargo, abluka gibi önlemlerin etkisine maruz kalmak da o ölçüde artmaktadır.(Sönmezoğlu, 2014: 484) İşin emtia süreci bir yana kültür olarak da güçlü olan ülke, kültürü zayıf olan ülkeye kendi kültürünü domine ederek kültür yozlaşmasının da önünü açar. Kapitalizmin küresel sistemin uygulama modeli haline gelmesiyle birlikte, kapitalizmin doğup büyüdüğü yer olan Batı’nın modası, yaşamı yorumlayışı, yiyecekleri, içecekleri, bütün dünyaya egemen oldu.(Eğilmez, 2018: 72-73) Japonya’dan Amerika’ya gelen bir çocuğun, fastfood zincirinin tepesindeki McDonald’s’ı orada da görünce, ülkesindeki bir restorantın buraya kadar ulaşmasına hayret etmesi farklı kültürü kuşaklar boyu ne denli içselleştirebileceğimize güzel bir örnektir.(Davis, 2016: 394)

Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün etkileyen mi yoksa etkilenen konumda mı olduğunu görebilmek için sonuçların nedenine bakmak lazım.

Osmanlı Devleti’nin yenilikleri kaçırmaya başladığı zamanlardan beri sürekli bir devinim halinde olan teknik ve ilerleme konusunda hala istenilen yeterli düzeye ulaşılamamıştır. Ticaret yollarını hakimiyeti altında tutan Osmanlı Devleti, gücünün zirvesinde olduğu ve o gücün etkisiyle güç sarhoşluğu yaşadığı dönemlerde keşifler başta olmak üzere ekonomi alanında yapılan yeniliklere de lakayt kalmış bunu yakalayabilmek için çaba sarf etse de başaramamış ve kimi yenilik yerine genelde çözümü geçmişte aramıştır. Çaba sarf etse de diyoruz çünkü Osmanlı yönetiminin bu dönemde tamamen etkisiz olduğunu söylemek doğru olmaz. Osmanlı bir yandan içeride taşraya karşı merkezi yönetimi güçlendirmek ve iaşe sorunu çıkmasını engellemek için tarımsal üretime önem verirken, diğer yandan Avrupalı devletlerin arasındaki ekonomik ve siyasi rekabetten yararlanarak günü kurtaran pragmatik çözümlere başvurarak aktif bir rol almıştır.(Pamuk, 2015: 388) Günü kurtaran pragmatik değişiklikler yerine mevcut sistemini değiştirip onu içselleştirerek paradigma değişimini bir dönüşüme çevirememiştir. Elbette bundan kasıt sanayi devrimini yakalayamamış olmasıdır.(3) Osmanlı Devleti’nin ekonomik yapısı hakkında detaylı araştırmalar henüz başlamıştır, ne yazık ki kimi araştırıcılar kopyalama yoluyla Batı’daki terimleri direk Osmanlı sistemine yapıştırarak işin kolayına kaçmışlardır. Buna bir örnek vermek gerekirse, Batı’nın feodalite sistemini Osmanlı’ya uyarlayarak, Osmanlı’ya feodal bir devlet görünümü çizilmeye çalışılmıştır ama bu zorlama bir yaklaşımdan öteye gidemez.(Berkes, 1972: 35) Osmanlı’da feodal bir düzen yoktu.(Berkes, 1972: 35-36) (4) Batı’da feodal beyler kral karşısında söz hakkına sahip hatta yönettikleri bölgede kendi kanunlarını yapabilecek düzeyde güce erişebiliyorlardı ama Osmanlı’da tek söz padişahındı ve buna karşı çıkabilecek bir erk yoktu. Ayrıca feodal düzeye benzetmeye çalıştıkları tımar sisteminde tımar sahibi devletin olan mülkü yönetip sadece bunun gelirini almakla, gerisini ise hazineye devretmekle görevliydi. Bunun yanı sıra, o sıralar her ne kadar normal olarak görülse de verilen kapitülasyonların (ilk sıralar hiçbir etkisi olmayan normal şeyler olarak görülüyor) doğuracağı acı sonuçlar ileride ortaya çıkacaktı. Ticarette verilen bu imtiyazlar Osmanlı’nın yerel esnafının Batı ile rekabet edebilmesini önleyerek zayıflatmış ve 18. yüzyılda başlayacak olan Sanayi Devrimi’ni yakalayamamasına neden olmuştur.

Tedavüldeki para sisteminin altın-gümüş temelli olmasından dolayı, Osmanlı ekonomisinin sürekli olarak bu maden kaynaklarına ihtiyacı vardı. Bunu yapmanın çeşitli yolları vardı. 1) Yeni maden kaynakları bulmak. 2) Yeni vergiler çıkarmak. 3) En önemlisi fetihler yaparak başka ülkelerin kaynaklarına el koymak. Bir süre sonra bunları yapamayan Osmanlı Devleti tağşiş usulüne başvurmuş ve bu da bozulmakta olan ekonomiyi iyice bozarak yüksek enflasyonlara neden olmuştur. Osmanlı bunlarla uğraşırken Batı ise Merkantalist ekonomi politikasına geçerek Osmanlı’nın çeşitli yollarla yapmaya çalışıp başaramadığı kaynak arzını ticaret yoluyla elde etmeye başlamıştı. Osmanlı bu sisteme entegre olamamıştır. Olduğunu söyleyen kimi ekonomistlerin(Mahfi Eğilmez’in ilgili kitabında) ise bir şeyi gözden kaçırdığı açıktır. O da şudur ki; Osmanlı’da Merkantalizm devletin uyguladığı bir politika değil özellikle azınlıkların  uyguladığı bir sistemdir.(Berkes,1972: 35)

Batı merkantalizm ile bu kaynakları biriktirirken bu sistem çalışmaz hale gelmiş ve Batı ekonomisini bozmaya başlamıştır. Çünkü biriken altın arzı paranın aşırı değerlenmesine ve yüksek enflasyona neden olmuş ayrıca ticaret yapacak ülke bulmakta da zorlanmıştır. Bu sistem çatırdamaya başladıktan sonra klasik iktisatçıların görüşü uygulanmaya başlamıştır. Başını Adam Smith’in çektiği bu görüş piyasada tamamen serbestliği öngörür ve bozulan sistemin kendi kendini (görünmez el) onaracağını savunur. Bu sistem ise 1929 Buhranına kadar egemen olmuş o büyük buhrandan sonra işe yaramadığı anlaşılarak yerini başka bir sisteme devretmiştir. Keynes ekonomi.

Batı’da bunlar yaşanırken Osmanlı yıkılma sürecine girerek yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı. 1929 buhranı genç Cumhuriyet dönemine denk gelir. Savaştan yeni çıkmış, sırtında Osmanlı’dan kalan yüklü borç ile genç Cumhuriyet bir yandan kendini toparlamakla uğraşırken bir yandan da Osmanlı’nın yaptığı hatalara düşmeyerek yenilikleri yakalama gayesiyle çırpındı. Ekonomik olarak Cumhuriyet’in izleyeceği yol Milli iktisattır, kendisi devletçi görünen liberal politikadır. Amacı kişilerin zenginleşmesiyle memleketi kalkındırmak, yabancı müteşebbisin yerine yerli ve özel teşebbüsü koymaktır. Devlet ancak hususi sermayenin yetmediği iri müesseseler kurmak için yatırım yapma görevini üstlenmiştir yani en koyu liberalizmin özü olan ferdin yapamadığını devlet yapar görüşü.(Cem, 2018: 233) Ticarette de buna paralel serbestliği öngörür bunun olmasında en büyük etkenlerden birisi Lozan’da yer alan ticaret sözleşmesinde 1916 tarihli Osmanlı gümrük tarifelerinin 5 yıl süreyle yürürlükte kalmasının -kapitülasyonların kaldırılması koşuluyla- koşul olarak konulmuş bulunmasıdır. Ama gerek büyük buhranın etkisi gerek arkasından gelen savaş gerek de sürenin bitimi gibi olaylar bu sistemin değişmesine neden olmuştur, yerli burjuvazi oluşturulamamış ve ithal ikameci bir görüş benimsenmiştir. Bu sistem başarıyla ilerlemiştir. GSYH 1923 yılında 9.882 iken (Milyon USD) 1940 yılında 29.855, 1950 yılında 34.279 liraya ulaşmıştır. Elbette ki gerek dünyanın tek kutupluya doğru evrilmesi gerek ise ithal ikamenin uzun süre uygulanması sonucu yaratacağı sonuçlar neticesinde Türkiye de serbest politikaya yönünü çevirdi. Sovyetlerin dağılmasından sonra ise dünya tek kutuplu hale geldi. -Zaten gerek Mao sonrası Çin gerek Kruşçev dönemi Sovyetler yavaş yavaş bu sisteme entegre olmaya başladı- Türkiye özellikle 1980’lerden sonra serbestliğe kapısını sonuna kadar açtı. Bunda dünyadaki gelişmelerin de etkisi var. Elbette ki kimi zamanlarda mevcut sistemin aleyhine olaylar yaşanmış zaman zaman kopmalar olmuştur ama bu genel yapıyı kökten değiştirecek bir etki yapmamıştır. Mesela bir örnek vermek gerekirse Ekonomi Danışma Kurulu’nun  “1985 Yılı Ekonomik Raporu- Economic Report of thePresidentfor 1985” adlı raporunda belirtildiği şekliyle dünya serbest ticarete doğru yol almamakta, serbest ticaretten uzaklaşmaktadır.(Gilpin, 2016: 238) 1948’de kurulmuş olan GATT ile ticaret politikaları gelişerek günümüze kadar değişik başlıklar altında gelmiştir. -Siyasi Birlik- İktisadi Birlik- Gümrük Birliği, Serbest Ticaret Anlaşmaları- Geldiğimiz noktada ülkeler bir sarmal gibi birbirlerine bağlanmıştır. En başta değindiğimiz gibi kimi milliyetçi ekonomistler bu derece küreselleşmenin bağımlılığı da beraberinde getireceğini savunmuşlardır. Ayrıca Thomas Weiskopf şunu da belirtir “Bağımlılık literatürü ile ilgili en temel nedensel önerme bağımlılığın az gelişmişliğe neden olur.”(Weisskopf, 1976) Türkiye’nin yenilikleri kaçırmaması, ileride bağımlı duruma düşmemesi için neler gerekli?

Bugün Türkiye’nin Endüstri 2.0 ile 3.0 arasında bir yerde olduğu kabul ediliyor.(Eğilmez, 2018: 230) Sanayi devrimini kaçırdığımız bir gerçek ama bunun telafisini Endüstri 4.0 ile yapabileceğimiz de bir gerçek, önümüze gelen bu fırsatı iyi değerlendirmemiz ve onu da kaçırmamamız lazım. Endüstri 4.0 konusunda önemli iki konu vardır: 1) 4.0 uygulamasının gerektirdiği robot teknolojisini kurabilmek 2)Yapılmış robotları satın alıp üretimi bunlarla yapmak (Eğilmez, 2018: 231) Türkiye’nin mevcut durumda uygulayacağı yol ikinci yoldur. Yani robot alıp bunları üretim sistemlerine monte etmektir. Bu sistem dünyada birçok soruna da yol açacaktır. En başta gelen konu ise işsizlik. Bu devrimin işsizliği artıracağına şüphe yoktur o yüzden Türkiye’nin bu sorunlara karşı önlemini şimdiden alıp ona göre gelecek nesli yetiştirmesi gerekmektedir. Mevcut sistemle devam ettiği sürece ileride zaten fazla olan işsizlik sorununun bir çığ gibi önümüze yığılacağına şüphe yoktur. Bunun yanında tarım ve hayvancılığa da gereken önemi verip bu alanı geleceğe uygun şekilde dizayn etmek gerekir. Bunları kısaca belirtmek gerekirse yapısal reform yaparak bir paradigma dönüşümüne girilmesi gereklidir. Üretim odaklı bir ekonominin gerekliliğinin bilincine varılmalıdır. Uluslararası ticarete eğer ki ithalci şekilde bağımlı hale gelirsek başta da F. Sönmezoğlu’nun belirttiği önlemlere dikkat çektiğimiz gibi, etkilerini çok fazla hissedebiliriz ve bu etkiler bir ekonomik çöküş için zemin hazırlayabilir. Tamamen bağımsız ve kuvvetler ayrılığına dayalı bir hukuksal yapıyı benimseyip ardından özgürlük-adalet-hak-hukuk kavramlarının içini doldurarak piyasalara güven verilmelidir, aksi takdirde piyasadaki güvensizlik ortamı yatırımcıları da olumsuz etkileyecektir. Ayrıca nepotizmi bırakıp kesinlikle liyakat bazlı bir anlayışı içselleştirmesi gerekmektedir.

Dipnotlar

(1) Günümüz ticaret savaşları
(2) Gilpin, 2016, Milliyetçilik Maddeleri
(3) Detaylar için Eğilmez, 2018, Paradigma ve Dönüşümler başlıkları
(4) Ek bilgi için: Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, 2013, Yapı Kredi Yayınları

Kaynakça

Berkes, N. (1972).100Soruda Türkiye İktisat Tarihi. İstanbul: Gerçek Yayınevi.

Cem, İ. (2018). Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Davis, J. (2016). İnsanın Hikayesi.İstanbul:  Türkiye İş Bankası Yayınları.

Eğilmez, M. (2018). Değişim Sürecinde Türkiye Cumhuriyeti. İstanbul: Remzi Kitapevi.

Gilpin, R. (2016). Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği.Ankara: Kripto Yayınları.

Pamuk, Ş. (2015). Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Seyidoğlu, H. (2013). Uluslararası İktisat. İstanbul: Güzem Can Yayınları .

Sönmezoğlu, F. (2014). Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi. İstanbul: DR Yayınları.

Weisskopf, T. (1976). Dependence as an Explanation of Underdevel-opment: A Critique. Center for Research on Economic Development University of Michigan.

(http://www.ggdc.net/maddison/oriindex.htm)

Önceki İçerikAydınlanmacılık, Toplum Düşüncesi ve Karl Marx | Doğan Göçmen
Sonraki İçerikSosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi / Howard S. Becker (Haftanın Kitap Önerisi)
Toplum ve Ütopya, ereği sosyal bilimler alanında düşünce ve bilgi üretmek olan kolektif çalışma esaslı bir sosyal bilimler web sitesidir. Sosyal bilimlerin her alanından kuramsal ve ampirik çalışmalara sayfaları açıktır. Epistemolojik ve metodolojik anlamda belirli yaklaşımlarla örülü sınırlamaları yoktur. Sosyal bilimlerin içerisindeki yöntemsel farklılıkları içerisinde barındırır. Sorgulayan, araştıran ve üreten sosyal bilim insanlarının ürettiği nitelikli içerikleri toplumun her kesiminin zihni faydasına sunma kaygısı ve sorumluluğu taşımaktayız. Sosyal bilimler alanına ufak da olsa katkı sağlamak en temel hedeflerimizdendir. Aynı kaygı ve sorumlulukları taşıyan sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerindeki araştırmacılarla ortak bir platformda buluşarak bilgi ve tecrübelerin geniş kitlelere aktarılması için fikri üretimde bulunmaktan onur duyarız. Yazı göndermek ve bilgi almak için e-posta adreslerimiz: iletisim@toplumveutopya.com