Sosyal medya, günümüz dünyasında gündelik yaşantının ayrılmaz bir parçası konumuna gelerek gerçekliğe bir alternatif sunmaktadır. Sosyal medya platformları; sosyallik, arkadaşlık, birliktelik gibi ilişkisel konuların yanı sıra eğitim, gündelik yaşantı, eğlence gibi alanları ve hatta ebeveynlik, öğrencilik gibi konum ve rolleri de şekillendirmekte, hatta dönüştürmektedir. Sosyal medya platformları, toplumsal hayatın bir alternatifini sanal uzamda deneyimleme/inşa etme imkanı sağlamaktadırlar, bundan ötürü insan ve gündelik hayat, sosyal medyanın etkisinden uzak analiz edilemez.
Yalnızca sanal uzamda dolaylı bir gerçekliğe sahip olan ve ontolojisi sürekli tartışılan sosyal medyanın, sanal uzamdaki gerçekliğinin ötesine taşarak fiziksel ve sosyal dünyayı etkilemesi, üzerinde durulması gereken bir husustur. (1)
Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın sanallık ve gerçeklik kavramlarını Matrix gibi filmlere ilham verecek şekilde kullanarak yarattığı “simülasyon teorisi”, sosyal medya analizi yapma noktasında en iyi kuramlardan birisidir.
Jean Baudrillard, “simülakr, hiper-gerçeklik, simüle etmek” gibi bazı kavramları kullanıyor ki simülasyon teorisini anlamak için Baudrillard’ın bu kavramlarının iyi bilinmesi gereklidir. Baudrillard’a göre modern endüstri toplumunun anahtarı üretimken postmodern toplumda “gerçek”i önceleyen modeller olarak “taklitler” toplumsal düzene egemen olmaya ve toplumu “hiper-gerçeklik” olarak oluşturmaya başlar. Bu durumda gerçeğin temel tanımı şudur: Gerçek, eşdeğerli bir yeniden üretimi mümkün olandır -gerçek yalnızca yeniden üretilebilir olan değildir, her zaman zaten yeniden üretilmiş olandır, hiper-gerçekliktir. (2)
Bu açıdan bakıldığında simülasyon gerçekliğin yeniden üretimidir ve simülasyonda suretler/taklitler gerçeğin yerini alır, suretler artık gerçekten daha gerçek gibi görünürler. Baudrillard, taklit modellerin dünyayı oluşturmaya başladığı bir taklit aşamasından söz eder, bu suretler düzeninin üçüncü aşamasıdır. Burada modeller her şeyden önde gelmektedir.
“…Seri halindeki üretim modeller aracılığıyla bir soy yaratır… Dijitallik bunun metafizik ilkesidir… ve DNA da peygamberi. Sonuçta ‘suretlerin başlangıcı’ bugün en tamamlanmış biçimini genetik kodda bulur.” (3)
Baudrillard’ın bu teorisi, dil, genetik bilim ve toplumsal örgütlenme arasında anlamlı bir anolojiye dayanmaktadır. Dil, nasıl ki insanın iletişime geçme tarzını yapılandıran kodlar içeriyorsa, toplum da çevre ve insan hayatını belirleyen/yapılandıran kodlar içerir. Baudrillard ayrıca düşüncesini bir metro örneği ile açıklar. Bir metro ağı kentin tüm yapısını değiştirir; metro, şehrin merkezinin neresi olacağını belirler çünkü metroya yakın yerler artık daha işlek olacaktır ve buralar gelişecektir. Tıpkı metro örneğinde olduğu gibi gündelik hayat da sürekli olarak bazı yönlendiriciler ekseninde gelişir. Tek bir metro ağının tüm şehrin yapısını değiştirmesi gibi; televizyon/kitaplar/popüler kültür ve/veya tüm bunların yerini tek başına doldurabilen günümüzün sosyal medyası da gündelik hayatı sürekli olarak dönüştürür. Sosyal medya bu üçüncü aşamada, gündelik hayatı ve insanı belirleyen/yapılandıran ve dönüştüren kodlar içermektedir. Örneğin; annelik olgusu ve rolü sosyal medyada yeniden yapılandırılmıştır ve “ideal anne” artık gelenekselden farklıdır. İdeal anne, son zamanların modası olan “baby shower” düzenler mesela. Ya da “ideal kadın”, popüler kültürün tanımladığı zayıf ama dolgun, tüysüz, makyajlı ve kaç yaşında olduğu fark etmeksizin oldukça feminen bir bedendedir. Bu fikirden hareketle “modern dünya” için şöyle bir tanımlama yapılabilir: Modern dünya; kitlelerin giderek bir sanallık aleminde uyuşturulduğu, insanın birey olarak yüceltilip ayrıştırılırken aslında diğerlerine dönüştüğü, tek tipleştiği, sahteliklerin -Baudrillard’ın deyimi ile; “simülarkların”- gerçeğin yerini aldığı bir yere evrilmiştir. Hemen hepimiz sosyal medya sayesinde kendimizi bambaşka ve özel bir özneymiş gibi sunarken aslında popüler kültürün peşinde koşup, moda olan her şeyi tüketme yarışında birbirinin aynı olan şeylere dönüşüyoruz ki bu, modern dünya yanılgısına müthiş bir örnek. Bunun yanı sıra modern kapitalist toplumda insan edilgendir, diyebiliriz. Şöyle bir düşünün: sınırsız özgürlüklerin olduğu bir çağda neden kitleler ayaklanmaz? Çünkü artık sınıfların toplumsal eyleme geçip de devrimler yaratacakları fikri eskimiştir, kitleler artık onlara sunulan bir gösteriyi izlemektedirler. İnsan gündelik hayatın sınırlı sahnelerinden ibaret bir hayat sürdürür, hayatını kökten değiştirebilecek savaşlar ya da krizler gibi süreçlere etki edemez. Ki bence insan mutludur/en azından bu duruma karşı öfkeli değildir çünkü modern dünya insana “sen özelsin, sen farklısın” hissini vermektedir, insan özgür olduğu yanılgısındadır.
Sistem kendisine muhalif taklitler de yaratır ve aslında bütün çatışmalar, başkaldırılar birer simülasyondur. Somut bir örnek olarak; devletlerin kendi amaçları doğrultusunda kendilerine düşman örgütler yaratması verilebilir. Kitleleri kayıtsız bir sessiz çoğunluk haline getiren başlıca güç; bilgi ve medyanın çoğalmasıdır. Medyanın insanı bir tüketim canavarına dönüştürmesi ve ona sürekli tüketim propagandası yapması zaten bir sır değildir ancak bunun yanı sıra medya insanı alıştırır da. Örneğin sürekli kadına şiddet haberlerinin bir süre sonra eskisi kadar toplumu sarsmaması ve hatta artık insanların bu haberlere alışarak daha tepkisiz kalmaları ilginç bir örnektir. Bu noktada postmodern dünya anlamdan yoksundur, diyebiliriz. Postmodern dünyada taklitler çoğalır, medya, anlamı öldürür, toplumsal kitle bir anlamsızlık kara deliğine çekilir.
Böylece Baudrillard postmoderniteyi şöyle tanımlar; modernitenin tüm göndergeleri ve anlamlar yıkıldıktan sonra postmodernite bir yıkılan tüm kültürlerin yeniden inşa edilmeye çalışıldığı bir boşluk evresidir. Postmodernite tüm eski kültürleri yeni olanla harmanlamaya çalışır ancak bu zavallıca bir çabadan başka bir şey değildir. Postmodernite; yıkıntılardan artakalanlarla oynanan bir oyundur. Bu noktada tarih akmayı durdurmuştur, insan medeniyeti artık ilerlemez, burada bir “anlam” üretilmez. (4)
Tüm bunlar ekseninde Baudriallard’a katılabiliriz çünkü çağımız yeni olan hiçbir şey üretmemekte ve gerçekten de insan medeniyeti ilerlememektedir. Geçmiş yüzyıllar kendi filozoflarını, sanatçılarını doğurdular, geçmiş yüzyıllarda dünya köklü değişikliklerle karşılaştı, tarih sahnesinden nice devrimler geçti. Örneğin Avrupa’da süfrajetler kadınların yazgısını değiştirdi. Ama çağımız ne üretiyor? Neyi değiştirebiliyoruz ki? Sosyal medya insana ait olan değerleri o kadar dönüştürüyor ki, örneğin: bir insan öldükten sadece birkaç saat sonra arkadaşları onun “iyi çıkmış” bir fotoğrafını “efektleyerek”, üzerine süslü yazılar yazarak paylaşabilmekteler. Peki bu normal midir? Ölüm karşısında insanın verdiği tepki bu mu olmalıdır? Modern dünyadaki anlam yitimini ben böyle bir sanallık olarak düşündüğüm zaman, Baudrillard’ın postmodernite tanımına olumlu yaklaşıyorum çünkü insana ait olan tüm değerler ve hatta tüm kültürler kutsanmalı onlara tutunulmalıdır.
Ancak yukarıda da tanımladığım “postmodernite” bir tür eskiye dönüş ve/veya tüm kültürler ile insani olan tüm değerlerin kutsanması mıdır? Fredrick Jameson, “postmodernizm” olgusunun, “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olarak yorumlanması gerektiğini öne sürüyor. Onun anladığı ve sunduğu şekliyle günümüz kapitalizmi, Marx’ın kapitalizminden daha gerçektir yani daha hissedilirdir ve hayatımızın pek çok alanına, bilincimize dahi benzeri görülmemiş şekilde sızmıştır. Örneğin internet fenomenlerinin yaşantısına bakabilirsiniz. Hayatlarını ve kendilerini bir ürün tanıtımına dönüştürüp, her fotoğraflarına bir sürü etiket koyuyorlar, insan kendi bedenini bir reklam panosuna nasıl çevirebilir? Çünkü kapitalizm öyle bir noktaya geldi ki, müşterilerini dahi ürüne dönüştürüyor. Jameson’un bu yeni kapitalizm tanımı bu yüzden son derece haklı geliyor bana.
Jameson, postmodemizm çalışmasında kültürel olanı ayrıcalıklı kılmasına benzer şekilde, siyasal olanı ayrıcalıklı kılar. Jameson’u ilginç yapan Baudrillard ve diğer postmodernistlerin bir patlamayla çöktüğünü iddia ettikleri toplumsal sınıflar, temel/üstyapı, sol/sağ, ilerici/reaksiyoner vb. arasındaki temel ayrımları koruyarak sürdürmek istemesi. O, kapitalizmi Marksizmin tanımladığı şekilden ayırsa dahi sınıf mücadelesinin yerkürenin en uzak köşelerinden yerel kurumların en ince gruplaşmalarına kadar iş yerlerinde, sınıfta ve üniversitelerde yayılmasıyla karakterize olacağını da söylüyor ki buna katılabilir miyiz? Ben buna katılabileceğimizi hiç sanmıyorum çünkü Baudriallard’da şunu gördük; postmodern dünyada sistem kendi düşmanlarını da yaratıyor ve bu düşmanlar aslında gerçek bile değiller. Jameson’un öngörüsünün gerçek olması için insan etken bir varlık olmalı ve hatta toplumsal kitleler eyleme geçebilmeli ama günümüz toplumlarının basın yayın yoluyla sindirilmiş olduğu gerçeğini kabul edersek bu öngörünün gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır. En temel ifade ile; modernite; metalaşma, teknoloji, piyasa ve mekanikleşme ile ifade edilirken, postmodern toplum; tüm sınırların, yüksek-aşağı kültür, görünüş-gerçeklik ayrımlarının hatta tüm ikili karşıtlıkların -dikatomilerin- yok olduğu bir durumdur ki bu durum Baudriallard’a göre önceki toplumsal teorinin tüm olgularının sonu demektir.
Yeniden tanımlamak gerekirse; modernite hayat alanlarının giderek farklılaşması, buna bağlı olarak yabancılaşma ve parçalanma süreçleri iken ki buna bireycilik diyebiliriz, postmodernite; farklılaşmanın giderilmesi sürecidir ki bu da bence toplumlaşma oluyor. Dahası, Baudriallard’a göre postmodern toplumda gerçek yerine taklitler topluma egemen olmaya ve toplumu bir “hiper-gerçeklik”e dönüştürmeye başlar. Bu noktada da Baudriallard’a katılmamak mümkün değil çünkü kapitalist düzen değişmedikçe modern veya postmodern durumda olmanın pek bir farkı olacağını düşünmüyorum. Kapitalizm, postmodernizmde artık kimlik ve kültürel kodları da ürüne dönüştürüyor. Burada da feminizmin moda olduğu 2016 yılında Adidas’ın bacak kıllarını tıraşlamamış kadın mankenler kullanmasını örnek verebiliriz. Bu noktada Jameson’a da katılmamak elde değil. Kapitalizm büyüdü, gelişti/evrildi. Artık kapitalizm işçinin sırtına inen bir kamçı değil; bir potansiyel. Kendisine karşıt olan ideolojileri, kültürleri, kimlikleri bile hemencecik ürüne dönüştürme potansiyeldir, neo-kapitalizm.
Dipnotlar
(1) METİN, Osman, KARAKAYA, Şeref (2017) Jean Baudrillard Perspektifinden Sosyal Medya Analizi Denemesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: 19, Sayı: 2, s. 110
(2) KELLNER, Douglas, TOPLUMSAL TEORİ OLARAK POSTMODERNİZM: BAZI MEYDAN OKUMALAR VE SORUNLAR, (ÇEV. Mehmet KÜÇÜK), s. 372
(3) Aynı eser, s. 373
(4) Aynı eser, s. 377