Özet
Toplum, belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan, ortak bir kültüre sahip insan grupları olarak tanımlanır. Toplumun öznesi dolayısıyla insandır. Değişmenin temelinde bilinçli insan eylemi vardır. İnsanın toplum içerisindeki rollerinde değişmeler yaşanınca bu değişim toplumsal alana da yansır. Değişme gereksinimi duyan insan zamanla toplumda da değişikliklere sebebiyet verir. Yıllar öncesinde ünlü filozof Herakleitos, “Aynı nehirde iki kez yıkanmaz” çünkü “her şey akar ve gider” diyerek ünlü sözünü telaffuz etmiş “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” demiş ve değişmenin kaçınılmazlığını gözler önüne sermiştir. Dolayısıyla her toplum ister olumlu düzeyde olsun isterse olumsuz yönde seyir göstersin değişme denilen olgudan nasibini almaktadır. Değişme bir süreçtir. Bu süreçte meydana gelen yenilikler değişmenin seyrini de belirlemektedir. Değişmeye neden olan yenilikler, küreselleşme, modernleşme, endüstrileşme, kitle iletişim araçları ve teknoloji, demokratikleşme, demografik etken, kültür, fiziksel çevre gibi pek çok ögeden oluşmakta ve değişmeye sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla değişme denilen olgu kaçınılmazdır.
Anahtar Kelimeler; Toplum, İnsan, Sosyal Yapı, Toplumsal Değişme.
Giriş
19. yüz yılda bilim olduğunu
kesinleştirdikten bu yana sosyolojinin devasa bir sorusu vardır; “toplumlar
nasıl değişir ve değişimin yönü ne şekildedir?” Bu sorudan da anlaşılacağı
üzere sosyoloji toplumsal değişme bağlamında, değişmenin evrenine, biçimine ve
hızına cevap arayan dinamik bir disiplindir. Sosyolojinin ilk yıllarında hemen
hemen bütün teorisyenler evrimci anlayışa sahiptirler. Spencer, Comte, Marx,
Saint-Simon gibi isimler evrimci anlayışla sosyolojiyi yorumlamışlardır. Evrim,
belirli bir amaca doğru, tek yönlü, doğrusal bir biçimde ilerlemeyi ifade eder.
Evrim, sosyoloji literatürüne biyolojiden gelmiş ve biyolojik organizmayı
referans alan bir bilgi birikimi olarak karşımıza çıkmıştır. Evrimci anlayış,
basitten karmaşığa, homojenlikten heterojenliğe, bilinçliliği ve sürekli
ilerlemeyi referans alan bir akımdır. Evrim, birikerek, birbirini ardışık bir
şekilde takip eden aşamalar halinde gerçekleşir.
Evrimci anlayıştan sonra devri dalgalı anlayış Spengler, Toynbee ve Sorokin ile
hâkimiyetini sürdürmüştür. Devri dalgalı anlayış tarih felsefesini referans
olarak kullanan bir anlayıştır. Bu anlayışta en ön plana çıkan isim
Sorokin’dir. Sosyolojisinin merkezine değişme olgusunu yerleştiren Sorokin,
değişmeyi belirli bir hudut içerisinde ritmik bir şekilde maddeci sınır ile
maneviyatçı sınır arasında horizontal olarak gidip-gelme süreci olarak
yorumlamıştır. Dolayısıyla Sorokin’e göre insan üç sosyokültürel sistem
yaratır. Birincisi; maddeci kültür, ikincisi; maneviyatçı kültür, üçüncüsü ise
ideal kültürdür. Maddeci kültür içerisinde hem maddi yönü hem de manevi yönü
bulundurmaktadır. Soyut ve somut unsurların maddi hazlara yöneldiği kültürdür.
Maddeci kültüre sahip olan toplumlar; zevkçi, hedonist toplumlardır.
Maneviyatçı kültür ise soyut ve somut unsurların manevi hazza yöneldiği
kültürdür. Maneviyatçı kültüre sahip olan toplumlar; züht toplumlardır. Bir de
ideal kültür vardır. İdeal kültür, maddeci kültür ile maneviyatçı kültürün
sentezlenmiş halidir. Toplumlar farkına varmadan ideal kültürün sınırından
geçerler lakin orada pek fazla seyir göstermezler. Sorokin’e göre maddeci
kültürün de maneviyatçı kültürün de bir doyum noktası vardır. Eğer bu limiti
aşarlarsa toplumda çözülmeler meydana gelecektir. Yapısal fonksiyonalist teori
ile çatışmacı kuram da değişimde etki eden anlayışlara sahiptir. Yapısalcılara
göre toplum, işleyen bir bütündür. Her sosyal sistemin bir unsuru vardır.
Dolayısıyla değişme unsurların farklılaşmasıdır. Dengeye ve düzene önem veren
yapısalcılar çatışmacı kuramcılar tarafından statükocu oldukları gerekçesiyle
eleştirilmişlerdir. Dolayısıyla çatışmacı kurama göre çatışma, değişim için işlevseldir
ve gereklidir. Oysa yapısalcılar hızlı değişimi ön görmezler çünkü hızlı
değişim düzenin bozulmasına, bütünleşmenin yok olmasına neden olur. Bundan
dolayı ise “anomi” yani ortak değerlerin yozlaşması gerçekleşerek patolojik
olgular ortaya çıkar. Bu ise toplumu yozlaştırarak dengeye ulaşma heveslerini
hiçe saymalarına neden olur.
Kısaca değişmeyle ilgili pek çok teori vardır. Toplumsal değişme genel
itibariyle, fiziki çevre, demografi ve kurumsal düzeneklerde meydana gelen
değişmelere vurgu yapan sosyolojik bir kavramdır.
1.Toplumsal Değişme
Sosyoloji oldukça kapsamlı bir bilim
dalıdır. Din, hukuk, ekonomi, eğitim, aile, yaşlılık, gençlik sorunları,
toplumsal cinsiyet, toplumsal yapı, sanayileşme, kentleşme, modernleşme, küreselleşme
vb. gibi pek çok alanı içine alan, durağan değil de dinamik bir disiplindir.
Baykan Sezer’in de belirttiği gibi, sosyolojinin konusu günlük yaşantılarımızda
karşılaştığımız olaylardır. Dolayısıyla insanlar, bu gibi olaylar karşısında
bilgi sahibi olduklarını deneyimlemektedirler. Böylece sosyoloji, herkesin
bilgi sahibi olduğu konularda bilgi üretmektir. Kişilerin bilmezden
gelemeyeceği, ilgisiz kalamayacağı konular üzerinde kafa yormaktır (Sezer,
2015: 204-205).
Sosyoloji, başlangıcından bu tarafa doğa ile toplumun aynı yönde işlediğini, doğal dünyanın yasalarıyla sosyal dünyanın yasalarının aynı olduğunu ortaya koyma çabası içerisindeki bir disiplindir (Kızılçelik, 2012: 123).
Sosyolojinin alanları içerisinde öyle bir alan vardır ki; bu alan hem sosyolojinin merkezini oluşturmuş hem de sosyolojinin bilim olarak doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. Bu olgu toplumsal değişme olgusudur.
Toplumsal değişme, toplumsal yapı ve toplumsal yapıyı meydana getiren unsurlarda gerçekleşen değişmelerdir. Toplumsal değişme karmaşık bir süreçtir. Bu karmaşıklıkta bağımlı ve bağımsız değişkenler değişmenin gerçekleşmesinde etkilidir. Nüfus, kentleşme ve aile değişmenin bağımlı değişkenleriyken, siyaset (ideoloji), ekonomi (sınıfsal gelişme) ve dış dünya değişmenin bağımsız değişkenleridir. Lakin ister “bağımlı” isterse “bağımsız” değişkenler olarak ele alınsın toplumsal değişme son derece önemli bir yere sahiptir (Kongar, 2016: 521). Sosyolojinin temel kavramlarından birisi olan toplumsal değişme olgusunu tanımlayabilmek için evrim, gelişme ve ilerleme gibi kavramlar üzerinde durmak gerekir. Evrim, sosyal bilimlerde yabancı bir kavram olmamakla birlikte biyolojide kendisini göstermiş ve 19. yüz yılda sosyoloji literatüründeki yerini almıştır (Kaya, 2003: 11). İlerleme ise, değişme ile ortaya çıkan durumun daha iyiye doğru yol almasına işaret eder. İlerleme istenilen yönde gerçekleşen, kabul gören ve beğenilen gelişme bir ilerleme olarak değerlendirilebilir (Kaya, 2003: 12). Toplumsal değişmeler kaçınılmazdır. Her toplum az ya da çok değişir ve bu değişmeler ister belirli bir yöne, belirli bir amaca doğru olsun; isterse amaçsız, devri veya ritmik olsun sosyolojinin önemli bir kısmını oluşturmaya devam etmektedir.
Sosyoloji literatürüne ekonomiden giren gelişme kavramı ise sosyal ve kültürel yaşamın daha nitelikli hale gelmesidir. Yani ekonomik gelişme ile birlikte sosyokültürel seviyenin de yükselmesi anlamını taşımaktadır. Mesela insan haklarına saygı gelişmişliğin bir ölçütüdür. Dolayısıyla bu tanımdan da anlaşılacağı üzere toplumsal değişme gayet net ölçülebilir ve objektif kriterlere sahip bir değişme türüdür. Görüldüğü üzere bütün bu kavramlar, değişmenin bir istikametini, yönünü göstermektedir.
Toplumsal yapı ise, bir toplum içerisinde yaşayan bireylerin, grupların, kurumların kendi aralarında organize etmiş olduğu toplumsal ilişkiler bütünüdür. Sosyal yapı kavramı, sosyoloji literatüründe üzerinde mutabakat sağlanamamış bir terimdir (Korkmaz, 2017: 20). Toplumsal yapıyı ayrıca nüfus oranı, nüfusun azlığı ya da çokluğu, nüfusun ülke topraklarına dağılımı, toplumun ekonomik açıdan zenginliği ya da fakirliği, ülkenin milli geliri, toplumun eğitim sistemi, toplumun okuma-yazma oranı ve toplumda egemen olan ahlak, din ve hukuk anlayışı da etkilemektedir. Toplumsal yapının hem maddi hem de manevi boyutları vardır. Maddi yön fiziki yapıyı, manevi yön ise kültürel yapıyı oluşturur. Özellikle köy ile kentin özellikleri tam olarak bunu yansıtabilmektedir. Genellikle tarım ve hayvancılık ile geçimini sağlayan, yeterince işbölümü ve uzmanlaşmanın olmadığı küçük yerleşim yerlerine köy denir. Köyler tarım ekonomisine dayalıdır. Akrabalık ve komşuluk ilişkileri oldukça sıkıdır. Geleneksel aile yapısı egemendir. Homojen (benzer ilişkilerin söz konusu olduğu) bir yapıya sahiptir. Kentler ise üretim, sanayi, ticaret ve hizmetler sektöründe daha baskındır. Özellikle makineleşme ile birlikte artı ürün elde edilince insanlar kırdan kente göç etmek zorunluluğu hissetmişlerdir. Kentler değişmeye ve yeniliğe açık olan merkezlerdir. Dolayısıyla heterojen (farklı ilişkilerin söz konusu olduğu) bir yapıya sahiptir. Kentlerde nüfus yoğunluğu oldukça fazladır. Kentlerde toplumsal kontrol, hukuk kuralları ve resmi kurumlar aracılığıyla gerçekleşir. Dolayısıyla kentlerde bir toplumsal kontrol söz konusudur.
Başta söylediğimiz gibi sosyoloji,
bir toplumsal değişmenin ürünüdür. Değişen toplumun yapısı sosyoloji gibi bir
bilimin doğmasına sebebiyet vermiş, ona ihtiyaç duymuştur.
Özellikle 19. yüz yılda meydana gelen bir takım değişmeler ekseninde (yani
sanayileşme ile gerçekleşen aydınlanma ve modern dönem) gelişme göstermiştir.
Yine 1789 Fransız Devriminin etkisi son derece önemlidir. Fransız Devrimiyle
birlikte toplumsal doku büyük bir ölçüde etkilenmiştir. Keza Sanayi Devrimi ve
kapitalizmin yükselişi de ayrı bir unsurdur. İngiltere’de başlayan sanayi
devrimi çok kısa bir süre zarfında Batı Avrupa ülkelerini kuşatmıştır. Bu
devrim ile birlikte edilgen bir varlık haline gelen insanların yaşamlarında,
çalışma şartlarında ve düşünme biçimlerinde köklü bir değişiklik meydana
gelmiştir. Örneğin; daha önce toprağa bağlı, tarıma dayalı çalışan insanların
büyük bir kısmı devrim sonrasında birer fabrika işçilerine dönüşmüştür. Bununla
birlikte ortaya çıkan kapitalist düzen dev bir bürokrasiyi meydana getirmiştir.
Sanayi döneminin ilk evresinde ağır çalışma koşulları ve uygulanan düşük ücret
politikaları büyük bir sorun haline gelmiş ve bu adaletsizliğe karşı ortaya
çıkan tepkiler sonucunda yeni bir toplumsal hareket olan sosyalizmin
yükselişine zemin hazırlamıştır. Karl Marx gibi bazı sosyologlar
endüstrileşmenin ve onun meyvesi olan kapitalist düzenin yıkılması gerektiğini
ve çözüm olarak sosyalizmin egemen olmasını vurgulamışlardır. (Sosyologların
çoğunluğu o dönemde sosyalizmin karşısında yer almışlardır.) Dolayısıyla “Sanayi devrimi ile toplumda meydana gelen
köklü değişimlerin yarattığı sorunlara çare bulmak için yeni bir bilim olarak
sosyoloji, bilimsel geleneğini kurmaya başlamıştır. Yeni kurulan sosyolojiye
“toplum hekimliği” ve “sosyal mühendislik” işlevi zımni olarak verilmiştir.
Toplum hekimliği görevinde, nasıl insan hastalandığında hekim, hastalığın
nedenini teşhis eder ve uygun reçete yazarak hastanın tedavisini yaparsa;
sanayi devrimi ile hastalanan toplumu da sosyolog, aynı doktor gibi toplumsal
hastalığın nedenlerini teşhis ederek, çözüm reçetesi yazması ve hastalıklı
toplumu sağaltması düşünülmüştü. Sosyal mühendislik görevinde de, bozulan bir
makineyi mühendis nasıl tamir ediyorsa, bozulan toplumsal yapıyı da sosyolog,
mühendis gibi tamir etmeliydi” (Bayhan, 2015: 256).
Bir başka etken ise kentleşmedir. 19.
yüz yıldan sonra hızlı bir kentleşme serüveni yaşanmıştır. Özellikle
sanayileşme, kentleri çalışanlar açısından bir çekim merkezi haline
getirmiştir. Bir başka anlatımla kent, üretimin rasyonelleştiği, artı ürünün
elde edildiği, modern ve estetik olarak daha güzel, temiz ve güvenli, fazla
çeşitliliği bünyesinde barındıran, demokratikleşmenin egemen olduğu bir yerleşim
yeridir(Bal, 2018: 33).
Murray Bookchin’e göre ise, kentleşmenin ortaya çıkışı ile birlikte, bütünüyle
bir toplumsal arena, ikametin ve ekonomik çıkarların kan bağına dayalı atalık
özelliklerinin yerini aldığı, böylece biyolojik soy ve akrabalık yerine ikamet
ve ekonomik çıkarların güdüldüğü bir yerdir (Bookchin, 1999: 88). Kentler, homojen
olmaktan ziyade heterojen bir özelliğe sahip olan, kişilerin mekân bakımından
yakın bulunmaktan ziyade sosyal mesafeleri beraberinde getiren, informel değil
de formel kanunların hâkim olduğu, mekânın sadece mekân olmadığı, sapma
oranlarının ve anomi dediğimiz kuralsızlıkların boy gösterdiği yabancılaşmanın
ve özgürlüğün gelişmiş olduğu bir yapıya sahip olmanın yanı sıra kentlerde
artan göç ile birlikte yeni toplumsal sorunlar ortaya çıkmıştır (Şentürk, 2016:
53). Kentleşmenin en olumlu yanı, sosyal
hareketliliğin ileri düzeyde olmasıdır.
Çok yönlü ve karmaşık bir olgu olan
sosyal hareketlilik, bir grubun veya ferdin hâlihazırda sahip olduğu statüden
başka bir statüye doğru yönelişidir. Bunun ise iki boyutu vardır.
yatay hareketlilik ve dikey hareketlilik. Yatay hareketlilik; kişilerin belirli
bir statüden benzer prestije sahip başka bir statüye geçmesi olarak
tanımlanmaktadır (Bozkurt, 2015: 203). Örneğin; bir işçinin işini bırakıp
herhangi bir tekstil sektörüne geçmesi gibi. Yine insanların fiziki mekânlarını
değiştirerek göç etmesi de coğrafi olarak bir yatay hareketliliktir. Örneğin;
Şanlıurfa’da öğretmenlik hizmetini sürdüren kişinin tayini çıkarak İstanbul’da
mesleğini sürdürmesi gibi. Dikey hareketlilik ise, kişilerin belirli bir
statüden daha farklı bir prestije sahip olmanın yanı sıra farklı bir öneme ve
farkındalığa sahip bir başka statüye geçmesidir (Bozkurt, 2015: 203). Örneğin;
bir inşaat işçisinin üniversiteyi dışardan okuyarak herhangi bir hizmetler
sektörünün bankasına müdür olarak atanması gibi. Ya da büyük bir holding
sahibinin iflas ederek pazarlama işine girişmesi gibi.
Ülkemizde dikey hareketliliğin en somut örneklerinden birisi Türk siyasetinin önemli isimlerinden olan Süleyman Demirel’e aittir. 2015 yılında Milliyet Gazetesinin yazarı Fikret Bila köşe yazısında şu satırlara yer vermiştir; “Süleyman Demirel’in, Atatürk, cumhuriyet ve demokrasi sevgisini doğduğu köy olan Isparta’nın İslamköyü’nde kendi ağzından dinlemiştim. Baba evini bize gezdirirken, başımızı eğerek girdiğimiz kerpiç odaya bir göz gezdirdikten sonra şöyle demişti: ‘İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu. Gaz lambasıyla okur-yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Sonra Afyon Lisesi. Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız. Size cevabım şudur: Cumhuriyet benim işte! İslamköy’den çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz.’ (http://www.milliyet.com.tr/siyaset/cumhuriyet-benim-iste-2075098 – İslamköy’den Çankaya’ya, E.T: 3/11/2019)
Sosyolojinin ortaya çıkmasına
zemin hazırlayan bir diğer toplumsal unsur ise, dinsel değişmelerdir. Politik,
iktisadi ve sosyal yapıda meydana gelen devrim rolündeki değişmeler, din
kurumunu da etkilemiştir. Bundan ötürü ilk dönem sosyologları (Saint-Simon,
Comte ve Spencer gibi evrimci düşünürler) dini eğitimli bir yapıda yetişmişlerdir.
Mesela “üç hal yasası”nı ampirik bir hipotez olarak karşımıza süren Comte,
sosyolojiyi bir dine dönüştürme çabası içerinde olmuştur (Cevizci, 2018: 904). Ya
da Max Weber’in dini sosyolojik çalışmalarının odağında yer vermesi gibi.
Dolayısıyla bu nitelikleri sosyolojiyi daha iyi bir toplum yaratılmasında
vasıta olarak görmelerine neden olmuştur. Darwin’in biyolojik evrim
çalışmalarından etkilenen ilk dönem teorisyenleri, değişmenin tek yönlü
olduğunu, doğrusal bir ilerlemenin söz konusu olduğunu ve toplumun bir
organizmaya benzediğini savunmuşlardır.
Mesela; Comte’un “üç hal yasası (teolojik, metafizik ve pozitivist aşaması).” Tonnies’in
Gemeinschaft (cemaat) ile Gesellschaft (cemiyet) yaşantısı. Sosyoloji tarihi kitaplarında
“sosyoloji tarihinin evrimcisi” (Kızılçelik, 2016: 139) olarak nitelendirilen Herbert
Spencer’ın savaşçı toplumlardan endüstriyel toplumlara geçişi gibi. Yine
Durkheim’ın mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçiş koşulları sağlayan
dayanışma tipleri gibi.
Dolayısıyla sosyoloji, toplumsal değişmenin bir ürünüdür. Toplumsal
yapıda bir takım sorunlar, gelişmeler, değişmeler, dönüşümler sonucu 19. yüz yılda
toplumbilimine ihtiyaç duyulmuştur.
2.Toplumsal Değişmeyi Etkileyen Faktörler
Toplumsal değişme olgusu, küreselleşme, modernleşme, ekonomi, bilim ve teknoloji, demokratikleşme, fiziksel çevre, demografi, kültür ve kitle iletişim araçları gibi unsurlardan etkilenmektedir. Biz bu saymış olduğumuz olguları içerisinde bulunan fiziksel çevre, kültür, demografi ve kitle iletişim araçlarına değineceğiz.
2.1.Fiziksel Çevre
Coğrafi
koşullar, denizler, göller, yağış oranları, akarsular, yer altı ve yer üstü
kaynakları toplumsal yaşamı etkilemektedir. Yine tarımsal üretim ve hayvancılık
üzerinde de coğrafyanın etkisi söz konusudur. Mesela, dağlık bölgelerde yaşayan
kişiler hayvancılık ile uğraşırken, ovalarda yaşayanlar tarımsal faaliyetlerde
bulunurlar. Fiziki değişmeler her zaman insan tarafından başlatılmamaktadır.
Bazen coğrafi şartlar insanları bir yerden başka bir yere göç etmesini
zorlayabilir. Mesela; deprem, sel, toprak erozyonu vb. gibi doğal afetler tek
yönlü değişime sebebiyet vermektedir. Bu gibi tabiat olaylarının toplum
üzerinde güçlü bir tesiri söz konusudur. Mesela, 1999 Marmara depremi sonucunda
toplumun sosyokültürel ve sosyal değerlerinde bir takım değişiklikleri meydana
getirdiği görülmektedir (Kaya, 2003: 32).
Dolayısıyla pek çok düşünür coğrafyanın toplumsal yapıdaki etkisinin önemli
olduğunun görüşünü savunmakta, Le Play, coğrafi şartların aile ve ekonomik
faaliyetlerin tesirinde önemli rol aldığını nitelemekte ve İslam düşünürü İbni
Haldun ise “coğrafya kaderdir” diyerek her iklimin kendine özgü toplumlarının
olduğunu belirtmektedir.
2.2.Kültür
Kişiler nasıl düşünüyorlarsa genellikle öyle davranırlar. Bir “duyuş, düşünüş ve davranış” biçimi olan kültür (Bozkurt, 2015: 327), toplumsal değişmeyi meydana getiren en önemli faktörlerden biridir. Kültür, bir toplumda yaşayan bireylerin ihtiyaçlarını karşılamakta kullandıkları maddi ve manevi ögelerden oluşan yaşama biçimidir. Dolayısıyla bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kültürün iki boyutu vardır: Maddi ve Manevi Kültür.
Maddi kültür, somut olmakla birlikte, araç-gereç, makine, fabrika, tüm teknolojik ve iletişim ürünleri, yeme içme ihtiyacını karşılayan yiyecek ve içecekler, insanın giyim, aksesuar eşyaları, kısaca insanın barınmasını sağlayan her türlü ögeler kültürün maddi yönünü oluşturmaktadır. Kültürün maddi kısmında meydana gelen değişmeler daha hızlıdır.
Manevi kültür ise, soyut olmanın yanı sıra, örf, adet, gelenek-görenek, değerler, inançlar, normlar, ahlak, dil (lisan), töreler ve ideolojiler bütünüdür. Kültürün her iki boyutu arasında bir etkileşim söz konusudur. Manevi kültürün çeşitlilik göstermesi maddi kültürün gelişmesi açısından daha kolay olmasını sağlar. Maddi ve manevi kültür arasındaki etkileşimin olması toplumda sosyal dengenin bozulmasını önlemektedir.
Bir toplum iki şekilde varlığını koruyabilmektedir. Bunlardan birincisi, kültürel varlığını koruyarak, ikincisi ise biyolojik varlığını koruyarak. Kültürel varlığını koruması toplumsallaşma ile gerçekleşir. Toplumsallaşma, bireyin yaşadığı topluma uyum sağlaması demektir. Toplumsallaşmayı gerçekleştirmek için aile, eğitim, sosyal çevre, kitle iletişim araçları (medya) ve sivil toplum kuruluşları gibi araçlara ihtiyacı vardır. Biyolojik varlığını koruması ise, bireylerin evlilikleri ile gerçekleşmektedir. Böyle olunca da toplum varlığını sürdürebilmektedir.
Weber’in tabiriyle “karizmatik liderlerin” toplumsal değişmeye etkisi söz konusudur. Örneğin; Bağımsızlık savaşı sonrasında Mustafa Kemal Atatürk’ün kişilik vasfı, Cumhuriyet’in ilanı üzerinde son derece belirleyici bir unsur olmuştur. Atatürk’ün görüşlerinin biçimlenmesinde, Osmanlının son dönemlerinde egemen olan bazı fikir akımlarının etkisini dikkate almakta yarar vardır (Bozkurt, 2015: 328).
Kısaca, kültür toplumsal değişmeyi etkiler, lakin toplumsal değişmenin diğer unsurları da (teknoloji, fiziki çevre vb.) kültürü etkiler (Bozkurt, 2015: 328).
2.3. Demografi Faktörü
Nüfus hareketlerinin yönü ve hızı, toplumsal değişme olarak tanımlanan olgunun dengeli ve kontrollü olup olmadığının da bir göstergesidir. Bir toplumu meydana getiren nüfusun nitelik ve nicelik özellikleri toplumsal değişmeye sirayet etmektedir. Aile planlaması, doğum kontrolü gibi tedbirlerle doğum oranlarını düşürmek toplumda da bir takım değişmeleri beraberinde getirmektedir. Mesela, genç nüfusun fazla olduğu ülkelerde eğitim, sağlık alanları ile ilgili yatırımlar yapılırken, yaşlı nüfusun fazla olduğu ülkelerde daha çok refaha dönük yatırımlar (huzurevi vb.) yapılmaktadır (Kaya, 2003: 33). Sanayi devriminden sonra meydana gelen bazı gelişmeler toplumda da değişikliklere sebebiyet vermiştir. Tıp eğitimi ve teknoloji alanında meydana gelen ilerlemeler, daha konforlu bir hayatın sağlanmasına sebebiyet vererek ölüm oranlarını asgari düzeye indirmiştir (Şentürk, 2018: 89).
Sanayi devrimiyle meydana gelen gelişmelerin demografik yapıda meydana getirdiği en somut toplumsal değişme örneği aile kurumunda yaşamıştır. Değişen ve dönüşen yaşam tarzı aileyi de etkilemiştir. Sanayi devrimiyle birlikte aile, geleneksel aile yaşantısından uzaklaşarak ekonomik ve sosyal değişimlere paralel olarak bireye sosyal ve coğrafi hareketlilik kazandıran (Şentürk, 2019: 30) çekirdek aile yapısına dönüşmüştür. Evrimci sosyoloji anlayışına sahip olan, “değişmenin ve geçiş toplumunun sosyoloğu” olarak nitelendirilen (Tüzün S., 2012: 13-30’dan Aktaran; Kızılçelik, 2014: 208) Mübeccel Belik Kıray, yapmış olduğu araştırmalarında geniş ve çekirdek aile formlarının dışında yeni aile formlarının olduğunu da belirterek, feminist bir perspektif ile yaklaşmış, Türkiye’de artık kız evlada dayanan genişlemiş bir aile formundan bahsetmiştir. Eskiden adı bile olmayan kız evladın yerini artık “kız evlat daha hayırlıdır” anlayışı almaya başlamıştır. Bu yeni değerlendirme biçimi, toplumsal yapıda meydana gelen değişmelerin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır (Kaçmazoğlu, 2019: 195). Dolayısıyla geçmişte egemen olan bir takım kabullerin bugün ise özellikle modernleşme, sanayileşme ve kentleşme hareketleriyle birlikte yerlerini yeni birikimlere, yeni kabullere bıraktıklarını görmekteyiz.
Bunların yanı sıra, savaştan veya başka sebeplerle göç eden nüfus hareketleri de değişmeye sebebiyet vermektedir. Mesela 2011 yılından bu yana savaş sebebiyle ülkemize sığınmak zorunda kalan Suriyeli sığınmacıların toplumsal yapıda meydana getirdikleri birtakım değişmeler örnek olarak verilebilir. Özellikle Suriyeli mülteciler, kentlerde gecekondularda yaşamakta ve bu ise çarpık kentleşmeyi meydana getirmekte, kimlik bunalımında olan, eğitim almamış, düşük gelir seviyesine sahip olan pek çok sığınmacıların suça kaynaklık edilebileceği görüşü ve ayrıca sığınmacıların bazılarının ülkede küçük çaplı da olsa açmış oldukları işletmeler ile ekonomiye katkı sunmaları demografik yapıda değişmelere sebebiyet veren unsurlar arasında sayılabilmektedir.
Şu göz ardı edilememelidir ki, göç kalkış yerinde bir takım çözülmelere sebebiyet verdiği gibi varış yerinde de bir takım değişiklikleri beraberinde getirebilmektedir. Çünkü göç olgusu, göçmenler için bir kurtuluş yolu olarak görünse de, geride bıraktıkları ve yeni katılacakları toplulukların düzenini bozabilmektedir (Bal, 2016: 56). Dolayısıyla bir toplumun yapısını ve değişmesini, o toplumun nüfusu incelenmeden anlamak olanaksızdır (Kongar, 2016: 521).
Kısaca, toplumsal değişme sürecinde, denge halinin bozulmaya başlamasıyla birlikte yeni dengenin oluşumuna kadar suç ve sapma eylemlerinin artması kaçınılmazdır (Korkmaz, A ve Kocadaş, B, 2015: 1999).
2.4.Kitle İletişim Araçları ve Teknolojinin Etkisi
Endüstrileşmenin ve küreselleşmenin etkisiyle büyük toplumsal dönüşümler yaşanmıştır. Tarımda makineleşmeye geçilmiş ve köyden kozmopolit kentlere doğru göç hareketleri hızlanmaya başlamıştır. Böylelikle tarıma dayalı kırsal bölgelerde çözülmeler yaşanmış, kentlerde çarpık kentleşme olgusu meydana gelerek gecekondulaşma süreci hızla artmıştır. Kırsal alanda egemen olan geleneksel aile yapısı, sanayileşme faktörü ile birlikte çekirdek aile yapısına dönüşmüştür. Kentleşme ile birlikte kadın çalışma hayatında kendisine yer bulmuş, dikey hareketlilik artmış, gelenek ve göreneklerde zayıflama görülmüş ve eğitim ile siyaset kurumlarının önemi artmıştır. Bilim ve teknolojideki buluşlarla birlikte, devletlerin yönetim şekillerinde bile değişmeler meydana gelmiştir. Devletlerin yönetiminde artık demokrasi etkili olmaya başlamıştır. Yine insanların yaşamlarında değişiklikler meydana gelmiş örneğin; kırsal kesimde yaşayan kişiler ile kentte göç ettikten sonra yaşayan kişilerin giyim ve kuşamlarında değişiklikler oluşmuştur. Köylerde kıyafetler artık şehirlilere özenerek, ona benzemeye çalışarak değiştirilmiştir (Kaya, 2003: 37). Dolayısıyla küreselleşme ve modernleşme ile birlikte toplumsal, düşünsel, siyasal vb. alanlarda köklü değişmeler yaşanmıştır. Yine teknolojinin ilerlemesiyle birlikte kitle iletişim araçları ortaya çıkmış ve dijital çeşitlilikler meydana gelmiştir. Haberleşme ve ulaştırma araçlarının gelişmesiyle kapalı ev ekonomisinden pazar ekonomisine geçiş hızlanmıştır (Kaya, 2003: 37). Teknoloji, kültürün maddi yönünü oluşturan insani bir faaliyettir. Dolayısıyla internet denilen bir olgu toplumsal yaşama girmiştir. Bu internet akademik kullanım olarak öğrenme ve araştırma amaçlı bir kullanıma sahip iken zamanla bireylerin hayatlarının önemli bir parçası haline gelmiştir (Karaoğlan, 2019: 16).
Kitle iletişim araçları; televizyon, sinema, radyo, gazete, dergi, kitap gibi görsel yazılı ve işitsel araçlardır. Bu araçlar kişileri etkilemekte ve onları bazı sorunların çözümü için yönlendirmektedir. Mesela bu araçların toplumu siyasal etkilerden haberdar ederek demokrasiye geçilmesinde önemli bir rolü vardır. Ayrıca teknoloji alanındaki ilerleme, kişileri sosyalleştirme, kamuoyu oluşturma ve davranışlarında değişikliklere sebebiyet oluşturan unsurdur. Kitle iletişim araçları farklı toplumların yaşayış tarzlarını, kültürel özelliklerini tanıtmakta ve kültürün evrenselleşmesine katkıda bulunmaktadır (Ortaöğretim Sosyoloji Ders Kitabı’ndan esinlenerek hazırlanılmıştır).
SONUÇ
Değişme bir süreçtir. Değişmenin yönü ileriye olduğu gibi geriye dönük de olabilmektedir. Dolayısıyla değişmenin boyutları farklı olsa da toplumsal değişme her toplum için geçerli bir olgudur. Bu yüzden değişme evrenseldir. Sosyoloji ilmini kurarken Comte, sosyolojinin konusunu iki şekilde ele almıştır: Sosyal statik ve sosyal dinamik. Sosyal statik, herhangi bir toplumsal yapı özelliklerini incelemeye ayrılmış; sosyal dinamik ise, bu yapıda meydana gelen değişmeleri merkezine almıştır. Toplumsal değişime manevi değerlerin yoğun olarak yaşandığı geleneksel yapılarda daha yavaş bir ilerleme gösterirken, maddi değerlere önem veren sanayileşmiş ve modern yapılarda daha hızlı ve esnek ilerlemektedir. Sosyal yapıda meydana gelen ilerlemeler değişmelere sebebiyet vermektedir. Toplumsal değişmeden kasıt kurumlardır, yani kurumların yerine getirmiş oldukları fonksiyonların farklılaşmasıdır. Fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir varlık olan insan bazen kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayamamakta ve bunun için ise toplumsal kurumlara başvurmaktadır. Dolayısıyla kurumlar, insanın fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarını karşılayan birimlerdir. Kurumlar da soyut oldukları için insan ihtiyaçlarını karşılamak için daha somut alt birimlerden oluşan örgütler vasıtasıyla insanın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Mesela eğitim kurumunun örgütü okuldur. Dolayısıyla insanların okuma-yazma gereksinimini karşılayan eğitim kurumunun somut alt birimi okuldur. Değişen kurumlardır. Geçmişte gerçekleşen evlilikler üretim faktörü ile alakalıyken günümüzde tüketim faktörü çerçevesinde şekillenmektedir. Dolayısıyla fonksiyon alanında bir takım değişmeler yaşanmıştır. Yine din konusuna baktığımızda Ortaçağda skolastik bir anlayış hâkimken günümüzde sekülerist bir bakış açısı söz konusudur. Dolayısıyla kurumların alanlarında da birtakım değişimler gerçekleşmiştir. İnsanların değişen ihtiyacı bir takım oluşumları da beraberinde getirmiştir. Çağımızda özellikle küreselleşmeyle birlikte insan yaşamına giren kitle iletişim araçlarının etkisi değişmelerin yaşanmasında oldukça fazla öneme sahiptir. Yine sanayileşmeyle birlikte köklü değişiklikler yaşanmıştır. Aile yapısında meydana gelen değişiklik, kır yaşantısından kent yaşantısına göç ederek kentlerde meydana gelen çarpık kentleşme, insanların giyim kuşamlarında meydana gelen değişiklikler, göçün etkisiyle kalkınan yer ile varılan yerde oluşan çözülmeler vb. gibi unsurlar endüstrileşmeyle birlikte ortaya çıkmış ve değişimler gerçekleşmiştir. Çağdaşlaşma, endüstrileşme ve küreselleşme aile yapısının yanı sıra kentleşmede de değişimlere sebebiyet vermiştir.
Aileler
geleneksel aile yapısından endüstrileşmenin ürünü olan çekirdek aile yapısına
dönüşmeye başlamış, kentlerde ise gecekondulaşma süreci oluşmuştur.
Dolayısıyla toplumsal değişmenin temel aktörü genel itibariyle insandır.
Fiziksel çevreyi sanki kendine aitmiş gibi davranarak çevre kirliliğine
sebebiyet veren de, onun ürünlerini kendi çıkarları açısından kullanan da
insandır, özellikle sanayileşmeyle birlikte başlayan, enformasyon toplumunun
ürünü olan bilim ve teknolojiyi hayatının vazgeçilmez bir parçası haline
getiren de insandır. Yine bir yaşama tarzı olan, gelenek ve göreneklerden,
toplumsal değerlerden esinlenen kültürü meydana getiren de insandır, oluşturmuş
olduğu kültürü hayatının bir parçası olarak gören ve ona tabi olmakla mükellef
olan da insanın kendisidir.
Dolayısıyla insan, toplumsal değişmeye sebebiyet veren ve onun sonucuna da
bağlı olan bir varlıktır.
Kısaca toplumun öznesi olan insan görüşleri, fikirleri, düşünceleri, davranışları, hisleri, tutumları değiştiği gibi toplumların dokusunda da değişikliklere sebebiyet vermektedir.
KAYNAKÇA
BAL, Hüseyin (2018): Kent Sosyolojisi, Sentez Yayıncılık,
8.Basım, Bursa.
BAL, Hüseyin (2016): Suç Sosyolojisi,
Sentez Yayıncılık, 2.Basım, Bursa.
BAYHAN, Vehbi (2015): “Eğitim Sosyolojisinin Uygulama Alanında Yeni Bir Model: Okul Sosyoloğu ve Görevleri” Sosyoloji Dergisi, 3.Dizi, 30.Sayı.
BOOKCHİN, Murray (1999): Kentsiz Kentleşme (Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü), Çev. Burak Özyalçın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
BOZKURT, Veysel (2015): Değişen Dünyada Sosyoloji, Ekin Yayınevi, 12.Baskı, Bursa.
CEVİZCİ, Ahmet (2018): Felsefe Tarihi: Thales’ten Baudrillard’a, Say Yayıncılık, 8.Baskı, İstanbul.
KAÇMAZOĞLU, H.Bayram (2019): Türk Sosyolojisinde Temalar 2: Kuram, Uygulama, Sosyalizm, Doğu Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul.
KAYA, Yaşar (2003): Sosyal ve Kültürel Değişme, Turan Yayıncılık, İstanbul.
KARAOĞLAN, Muhammed Uğur (2019): “Çağın Hastalığı: Sosyal Medya” Sosyoloji Der Ki Dergisi, Grafik/Tasarım; Sakarya Üniversitesi İletişim Koordinatörlüğü, Editör; Salih Canbaz, Yıl:1, Sayı:2, Sakarya.
KIZILÇELİK, Sezgin (2012): Batı Bataklığı, Anı Yayıncılık, 2.Baskı, Ankara.
KIZILÇELİK, Sezgin (2014): Sosyolojinin Neliği: Nilgün Çelebi İle Sosyoloji Sözcüğünün Soykütüğüne Uzanmak, Anı Yayıncılık, 2.Baskı.
KIZILÇELİK, Sezgin (2016): Sosyoloji Tarihi 3: Saint-Simon, Comte, Spencer, Le Play, ve Tocqueville’in Sosyal Teorileri, Anı Yayıncılık, Ankara.
KORKMAZ, Abdullah (2017): Değişme ve Farklılaşma, Doğu Kütüphanesi, 2.Baskı, 2017, İstanbul.
KORKMAZ, Abdullah ve KOCADAŞ, Bekir (2015): Toplumsal Sapma: Sapmanın Teorik Temelleri, Doğu Kütüphanesi, 2.Baskı, İstanbul.
KONGAR, Emre (2016): 21.Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitabevi, 48. Baskı, İstanbul.
SEZER, Baykan (2015): Sosyolojinin Ana Başlıkları, Doğu Kitabevi, İstanbul.
ŞENTÜRK, Ünal (2016): Güncele Dipnotlar (Mekân Sadece Mekân Değildir: Kentsel Mekânın Yeni Tezahürleri), Siyasal Kitabevi, Ankara.
ŞENTÜRK, Ünal (2018): Yaşlılık Sosyolojisi: Yaşlılığın Toplumsal Yörüngeleri, Dora Yayınevi, Bursa.
ŞENTÜRK, Ünal (2019): Aile Sosyolojisine Bir Katkı, Dora Yayınevi, Bursa.
Ortaöğretim Sosyoloji Ders Kitabı, Editör: Mustafa Atabek, Elif Ekici, 2018, Ankara.
http://www.milliyet.com.tr/siyaset/cumhuriyet-benim-iste-2075098
(İslamköy’den
Çankaya’ya) (Erişim Tarihi: 3/11/2019)