Margaret Mead İyileşmiş Bir Uyluk Kemiğinin Uygarlığın En Eski İşareti Olduğunu mu Düşünüyordu? | Gideon Lasco (Çev: Mehmet Öcal)

0
3111

Yaygın olarak paylaşılmış bir hikâyeye göre, antropolog Margaret Mead’e bir öğrencisi tarafından uygar bir toplumun en erken belirtisinin ne olduğunu düşündüğü sorulmuştur. Anekdotun birçok varyasyonu vardır, ancak genel detaylar benzerdir: Mead, öğrenciyi şaşırtacak şekilde, medeniyetin/uygarlığın ilk işaretinin iyileşmiş bir insan uyluk kemiği (kalçayı dize bağlayan uzun kemik) olduğunu söylemiştir.

Mead, hikâyenin devamında, vahşi doğada yaralı hayvanların kırık kemikleri iyileşemeden avlanıp yenildiğini anlatmaya devam etti. Dolayısıyla, iyileşmiş bir uyluk kemiği, yaralı bir kişinin başkalarından yardım almış olması gerektiğinin bir işaretidir. Mead’in şu sonuca vardığı söylenir: “Zorluklar karşısında başkasına yardım etmek medeniyetin başladığı yerdir.”

Elbette güzel, “iyi hissettiren” bir hikâye; nezaket, fedakârlık ve işbirliğini insan olmanın merkezine koyan bir hikaye. Pandeminin başlangıcında Forbes tarafından yayınlanan bir versiyon, uyluk kemiğinin bulunduğu varsayılan “15.000 yıllık” bir arkeolojik alana belli belirsiz atıfta bulunarak bu niteliklerin insanlık tarihinin derinliklerine gömülü olduğunu ima ediyor. Anekdotun tarihi belirsizlik ve izolasyon döneminde internette yeniden dolaşmaya başlaması (Covid-19 Pandemisi) şaşırtıcı değil.

Ancak hikâye bende hemen şüphe uyandırdı. Daha fazla araştırdıkça, hikâye daha fazla parçalanıyor gibi görünüyordu.

İlk olarak, Mead’in kendisine atfedilen sözleri söylediğine dair güvenilir bir kanıt yoktur. Araştırmacılar, bu anekdota yapılan en eski atfı 1980 tarihli “Fearfully and Wonderfully Made” kitabına kadar takip etmişlerdir; kitapta cerrah Paul Brand “hayatının büyük bir kısmını ilkel kültürleri inceleyerek geçirmiş olan antropolog Margaret Mead’in verdiği bir konferansın kendisine hatırlatıldığını” yazmaktadır.

Ancak Mead’e bir röportajda doğrudan “Bir kültür ne zaman uygarlık haline gelir?” diye sorulduğunda, belgelenmiş yanıtı çok farklıydı. “Geçmişe baktığımızda,” diye yanıtladı Mead, “büyük şehirlere, ayrıntılı iş bölümüne, bir tür kayıt tutma biçimine sahip olan toplumları medeniyet olarak adlandırmışızdır. Bunlar uygarlığı oluşturan şeylerdir.”   

İyileşmiş uyluk kemiğiyle ilgili iddia da belirsiz ve yanlıştır. Biyoarkeologlar eski insan kalıntılarını incelerken kırıklara gerçekten de büyük ilgi göstermiş olsalar da araştırmaları bu tür yaralanmaların insan doğası hakkında neler ortaya koyduğuna dair daha karmaşık bir tablo ortaya çıkarmıştır.

Geçmişten bazı örnekler anekdotla uyumlu görünmekte ve insanların yaralıların bakımı için gösterdikleri özenli çabalara işaret etmektedir. SAPIENS köşe yazarı Stephen Nash’in 800 yıl kadar önce düşerek yaralanan ve ardından tıbbi bakım gören antik Pueblo’lu bir kadın hakkında yazdığı gibi: “Sevgi ve çoğu zaman amansız olan yaşama arzusu, modern ağrı kesicilerin yokluğunda bile insan vücudunu olağanüstü şeyler yapmaya itebilir.” Ancak arkeolojik kayıtlarda bulunan kırık kemikler bazen insanlığın daha tehlikeli bir yönüne, örneğin eski insanlar arasında kişiler arası şiddetin varlığına işaret edebilir.

Doğruluğu kontrol etmeye çalışan sorularımın yanı sıra, kendimi anekdotta örtük olarak yer alan insan merkezciliği sorgularken buldum. Sonuçta, “tıp”, geniş anlamda, insanlara özgü bir şey midir? İyileştirmek ve başkalarına yardım etmek sadece Homo Sapiens’e mi özgüdür?

Biyolojik antropologlar ve diğerleri tarafından yapılan araştırmalar, aslında hayvanlar aleminin her yerinde iyileşmiş kemik belirtileri olduğunu göstermektedir. Örneğin, bazı çalışmalar iyileşmiş kemiklerin yetişkin primatlar için nadir olduğunu öne sürerken, yavrular için benzeri görülmemiş veya özellikle nadir değildir.

Daha da önemlisi, son kanıtlar bir zamanlar insanlara atfedilen tıbbi davranışların diğer türlerde de bulunabileceğine işaret etmektedir. Örneğin, şempanzelerin diğer topluluk üyelerinin yaralarını böcek sürerek tedavi ettikleri gözlemlenmiştir; fillerden kurtlara kadar pek çok başka türün de bir tür kendi kendine ilaç tedavisi (self-meditation) uyguladığı tespit edilmiştir.

Son olarak, anekdottaki “uygarlık” veya “uygar toplum” kavramının kendisi sorunludur ve çoğu çağdaş antropolog bunu sorgulamadan kabul etmeyecektir.

Birçoğumuz özgeci nezaketin insanlığın en iyi ve en “doğal” özelliklerinden biri olduğunu düşünebiliriz. Bu nedenle, Mead söylemiş olsun ya da olmasın, “Bir başkasına zorluklarında yardım etmek medeniyetin başladığı yerdir” sözünün viral olması kaçınılmazdı. Ancak bu ifade, “medeniyet/uygarlık” kavramının kendisinin sömürgeci güçler tarafından “vahşilere” ve “ilkel toplumlara” boyun eğdirmek için nasıl şiddetle kullanıldığını görmezden gelmektedir. Dahası, türümüz, gezegenin kendisi de dahil olmak üzere, muhtemelen diğer tüm türlerden daha fazla zarar vermiştir.

Bunun yerine, türümüzü özel olarak görme eğiliminden vazgeçsek nasıl olur? Paleoantropolog Paige Madison’ın Neandertaller ve diğer Homininler arasındaki gömme uygulamalarına atıfta bulunarak yazdığı gibi: “Davranışlarımızın benzersizliğine olan inancımızı bir kenara bırakarak, kendimizi son derece özel görme eğilimimizin bizi primat ailemizin geri kalanından ve aslında tüm evrimden nasıl uzaklaştırdığını görebiliriz.”

İçinde bulunduğumuz yanlış bilgilendirme çağında, bu hikâyenin yayılması, yaratıcılarının kültürel referanslarının nereden geldiğini araştırmak için zaman ayırmadan yazmış, üretmiş oldukları “meme”lerin ve hikayelerin nasıl viral olabileceğini göstermektedir.

Aynı zamanda, anekdotun doğruluğu ne olursa olsun, kriz dönemindeki değeri, insanların neden rahatlamak ve ilham almak için Mead gibi yerleşik figürlere ya da bilgi birikimlerine başvurduklarına işaret etmektedir. Antropologlar kriz zamanlarından, toplumların yaşadıklarını anlamlandırmak için ortak anlamlara ve deneyimlere yöneldiği geçiş anları ya da eşik (liminalite) olarak bahsetmişlerdir. COVID-19 pandemisi de bundan azade değildir.

Mead hakkındaki hikâyenin popülerliği, insanları özel kılan ya da birçoğumuzun insanlığı tanımlaması gerektiğini düşündüğü belirli bir görüşü de doğrulamaktadır: savunmasız olanı koruma arzumuz. O halde Forbes’un iyileşen uyluk kemiğiyle ilgili makalesinde Mead’e atfedilen bir başka ünlü sözün varyasyonunun paylaşılması belki de sürpriz değildir: “Küçük bir grup düşünceli ve kararlı vatandaşın dünyayı değiştirebileceğinden asla şüphe duymayın; aslında şimdiye kadar dünyayı değiştiren tek şey de bu olmuştur.” (Görünüşe göre hiçbir saygın kaynak Mead’in bu sözleri gerçekten söylediğini doğrulamamaktadır).

Gerçek ve kurguyu bulanıklaştıran anekdotun popülerliği, insanlığın en eski ve en kesin işaretlerinden birini ortaya koyuyor: hikâye anlatmaya duyduğumuz uzun süreli ihtiyaç.

—————————————————————————————————————–

Gideon Lasco, Filipinler’in başkenti Manila’da yaşayan bir antropolog ve hekimdir. Doktorasını Amsterdam Üniversitesi’nden, yüksek lisansını ise halen antropoloji dersleri verdiği Filipinler Üniversitesi’nden almıştır. Araştırmaları arasında gençlerin kimyasal uygulamaları, insan boyunun anlamları, sağlık hizmetleri politikası ve Filipinler’deki “uyuşturucu savaşı “nın yaşanmış gerçekleri yer almaktadır. Lasco’nun Philippine Daily Inquirer’da sağlık, kültür ve toplum hakkında yazdığı haftalık bir köşesi bulunmaktadır. Kendisini Twitter’da @gideonlasco adresinden takip edebilirsiniz.

Asıl metnin linki: https://www.sapiens.org/culture/margaret-mead-femur/