Giorgio Agamben’de İktidar ve Hukuk İlişkileri | Batuhan Yıldız

Giriş

Giorgio Agamben’in çalışmaları, siyaset ve hukukun işleyişine dair önemli eleştiriler sunmaktır. Agamben, iktidar-hukuk ilişkisini, “istisna hali”, “kutsal insan”, “egemen iktidar”, “biyoiktidar” gibi kavramlarla açıklamaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, Agamben’in yukarıdaki kavramsal setini kullanarak, bu kavramların hukuk ile olan ilişkisini ortaya koymaktadır. Ayrıca, Agamben’e olabildiğince bütüncül yaklaşılacak, Agamben’in çalışmalarını ortaya koyduğu toplumsal, sosyal ve ekonomik bağlamdan ve Agamben’i düşünsel olarak etkileyen düşünürlerden bahsedilecektir.

1.Agamben’i Anlamak

1942 İtalya doğumlu olan Agamben, eserlerini Soğuk Savaş dönemi Avrupası’ndan başlayarak, neoliberal küreselleşmeye, oradan da günümüze uzanan süreci kaleme almıştır. Eserlerinde totaliter devleti, Yahudi soykırımını konu edinmiştir. Ayrıca, küreselleşme ve modern devletin krizi ve bireylerin bu krizdeki konumunu incelediği gibi, modern hukuk ve siyasetin krizini de konu edinmiştir. Agamben’in çalışmaları, genel olarak yaşadığı dönemin toplumsal, iktisadi ve sosyal krizlerinin birer ürünü olduğu söylenebilir.

2.Giorgio Agamben’de Dil ve Potansiyellik

Agamben’in düşüncesinde dil felsefesinin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Agamaben dil üzerine düşünceleri büyük ölçüde Heidegger’den etkilenmiştir. Heidegger’in varlığın kökeninin incelemesine atfettiği önem, Agamben’in dil ile varlık arasındaki kurduğu ilişkide kendisini gösterir. Agamben eserlerinde, insanların dili kullanırken, dille kendisini ifade ediş biçimlerinde, anlam atfedişlerinde, çok önemli bir boyut atfeder (Murray, 2013, ss.23-25, 37).

  Agamben’nin çalışmalarında temel kavramlardan biri potansiyellik kavramıdır. Agamben potansiyellik kavramını dil ile kurduğu ilişkiyle ifade eder. Agamben potansiyellik kavramını Aristoteles’in Metafizik kitabından(1996) alır (Bakır, 2019, ss.15-17). Potansiyellik, yapabilecekken yapmama, sahipken kullanamama, gerçekleştirebilecekken gerçekleştirmeme imkânı barındıran şeydir. Agamben, potansiyelin ne demek olduğu bizzat Herman Melville’nin Kâtip Bartleby hikayesiyle(2017) açıklamıştır. Bartleby bir hukuk bürosunda işe başlar. Barteleby karakteri çalışkan, iyi görünümlü biraz da acınası bir tiptir. Bartleby’in görevi ise bürodaki belgeleri kopyalamaktır. Bir gün avukat, Bartleby’e belgeleri kopyalamayı bırakıp, bir belgeyi beraber gözden geçirmek istediğinde, Bartleby “Yapmamayı tercih ederim.” der (Ediş, 2020, ss.63-67). Agamben için Bartleby yapmama potansiyelini temsil eder. İktidar -yani avukat- Bartleby üzerindeki gücünü kullanır ama sonuç alamaz, yani yapmama potansiyeli iktidarı işlevsiz kılar.

  Potansiyelin hukuk ile olan ilişkisine bakıldığında, potansiyel hukuktaki yasayı imleyen hukuk biçimidir. Potansiyellik, egemen istisnanın yapısını ortaya koyduğu gibi, hukukta anlamı olmadan o hükme icra etmeye yarayan hukuktur. Bu da hukukun en saf halidir (Yıldırım, 2016, s.85).

3.Agamben’i Etkileyen Düşünürlerde Egemenlik

  Agamben’i etkileyen düşünürlerin başında Carl Schmitt, Walter Benjamin ve Michel Foucault gelir. Agamben’in eserleri kaleme alırken bu düşünürlere atıflar vermiş ve polemiğe girmiştir. Bu bakımdan, bu düşünürlerin egemenlik düşüncesine bakmak Agamben’i anlamakta önemli bir adım teşkil etmektedir.

3.1.Carl Schmitt: Egemen-Olağanüstü Hal İlişkisi

  Agamben, İstisna Hali kitabının girişinde (2020a), Carl Schmitt’in egemenlik ve istisna hali arasındaki ilişkiyi saptadığını ifade eder. Agamben’in aslında bu girişte, Schmitt’in kendi düşünceleri üzerinde etkisini gözler önüne serer. Agamben modern egemenliğin yönetim anlayışı olan istisna halini Schmiit’in düşünceleri üzerine kurduğu söylenebilir.

  Carl Schmitt egemeni şöyle tanımlar: “Egemen, olağanüstü hale karar verendir.” (Schmitt, 2024b, s.15). Schmitt için olağanüstü halden bahsedebilmek için sınırsız yetkinin olması, yani mevcut hukuk düzeninin bütünüyle askıya alınması gerekmektedir. Olağanüstü hâl düzeni, anarşi gibi bir şey değildir; hukuki düzen hala mevcuttur. Devletin varlığı, hukuk normundan üstedir. Yani devlet kendisini korumak için hukuk normunu askıya alır (Shmitt, 2024b, ss.19-20).

  Schmitt’e göre, olağanüstü hâl sınırlandırılamayandır, kodifikasyona uğramaz ama spesifik olarak hukuki form unsurunu içerir. Hukuki normlar kaos içinde uygulanamaz. Hukuki düzenin anlamlı bir şekilde var olabilmesi için bir düzenin olması gerekmektedir. Egemen ise bu hukuki düzenin gerçekten sürüp sürmediğine karar verir. Olağanüstü hâl, egemenin, devletin tekelindedir ve devletin otoritesini net bir biçimde ortaya koyar. Egemen’in hukuk üretmek için haklı olmasına da gerek yoktur (Schmitt, 2024b, ss.20-21).

 Carl Schmitt, Siyasal Kavramı adlı eserinde (2021b) “dost-düşman” ayrımının devlet ile olan ilişkisi açıklar. Schmitt, siyasal eylemi ve saikleri dost-düşman ayrımı ile kurar. Schmitt, devletin varlığının gerekli koşulunu, yani belirli durumlarda düşmanını belirleme hakkının varlığını belirlemede ve onunla mücadele etmede görür (Schmitt, 2021b, s.75). Devletin yaptığı dost-düşman ayrımı aynı zamanda olağanüstü hâl ile de ilişkilidir. Devlet, kendisine tehdit, düşman algıladığı durumlarda olağanüstü hali yürürlüğe koyar. Dolayısıyla dost-düşman ayrımının pratik sonucu, egemenin belirlediği olağanüstü hâl durumudur.

  Carl Schmitt’in yukarıdaki devlete ve siyasala ait olan düşünceler, iki savaş arasındaki Avrupa’nın mevcut durumunun bir eleştirisidir. Özellikle, savaş sonrası Weimar Cumhuriyeti’nin açmazlarını ve liberal demokrasinin eleştirilerini eserlerinde yansıtır (Schmitt, 2021a; Schmitt, 2024a).

  Özetle Schmitt, olağanüstü hali, şiddeti hukuki bir zeminde diktatörlük ile açıklar. Olağanüstü hâl dost-düşman ayrımın en belirgin olduğu durumdur ve egemenin hukuki normlara bağlı kalmadığı, siyasalın gücünü gösteren bir durumdur.

 3.2. Walter Benjamin: Şiddet ve Hukuk İlişkisi

  Agamben, olağanüstü halin açıklanmasında, hukuk ve şiddet ilişkisinde Walter Benjamin’den fazlasıyla etkilenmiştir.

  Agamben’in Walter Benjamin’in “Şiddetin Eleştirisi” üzerine metninden(2010) fazlasıyla etkilenmiştir. Walter Benjamin bu metni iki savaş arası -1921- dönemde kaleme almıştır. Benjamin’in bu metni dönemin Avrupası’ndaki kaynayan sınıf mücadelelerinin, grevlerin, eylemlerin, çatışmaların olduğu dönemin bir ürünüdür (Uslu, 2017, s.101).

  Benjamin şiddet eleştirisinin görevinin, “şiddetin hukuk ve adaletle ilişkisini ortaya koymaktır” der (Benjamin, s.19). Benjamin’e göre şiddetin doğal bir hal olduğuna ilişkin doğal hukuk tezinin karşısında, onunla tamamen zıt olan şiddetin tarihsel olduğunu savunan pozitif hukuk tezi yer alır. Doğal hukuk amaçların haklılığı nedeniyle araçları meşrulaştırır. Pozitif hukuk araçların hukuka uygunluğu aracılığıyla amaçların adilliğini ve haklılığını güvence altına alır (Benjamin, 2010, ss.20.21; Kardeş, 2022, s.82).

  Benjamin iki şiddet arasında ayrım yapar. Bunlar hukuk kurucu şiddet ile hukuk koruyucu şiddettir. Hukuk kurucu şiddet hukukun yaratıldığı şiddettir. Örneğin devrim sürecinin ardından yeni bir anayasasın yapılması gibi durumlardır. Hukuk korucuyu şiddet ise mevcut hukuk düzenini sürdürmek için kullanılır. Polis şiddeti bu tür bir şiddettir (Benjamin, 2010, s.26).

  Benjamin, devletin uyguladığı şiddeti sorgular. Devletin uyguladığı şiddetin temelde adalet değil iktidarı sürdürmeye yönelik olduğunu belirtir. Bu şiddet modern burjuva devletinin devamlılığını sağlar. Benjamin ise bunu kırmak için ilahi şiddeti öne çıkarır. Bu şiddetin amacı yeni bir düzeni inşa etmektir. Bu ilahi şiddet, işçi sınıfının genel grevinde kendisini gösterir. Adaleti yaratacak olan işçi sınıfının ilahi şiddetidir (Benjamin, 2010, s.33; Ertuğrul, 2017).

  Benjamin “Tarih Kavramı Üzerine” metninde (2014) ilerlemeci tarih anlayışını eleştirir. Benjamin metnin sekizinci tezinde şöyle der: “Ezilenlerin geleneği, bize içinde yaşadığımız ‘olağanüstü hal’in gerçekte kural olduğunu gösterir. Yapmamız gereken, bu duruma uygun düşecek bir tarih kavramına ulaşmaktır. O zaman gerçek anlamda olağanüstü halin oluşturulması, gözümüzde bir görev niteliğiyle belirecektir…” (Benjamin, 2014, s.41). Burada çözüm önerisi ise ilahi şiddettir, yani işçilerin genel grevidir.  Aynı zamanda ilahi şiddet ile işçi sınıfı ezilenleri kurtaracak, adaleti sağlayacaktır. Aslında bu mesihçi bir kurtuluş vaadidir (Kardeş, 2017; Dellaloğlu 2017).

3.3.Michel Foucault: Egemen, Biyopolitika ve Biyoiktidar

   Agamben’in çalışmalarında çıplak hayatın ve egemen iktidara yönelik eleştirilerin anlaşılabilmesi için Foucault’nun biyopolitika üzerine çalışmalarına bakılması gerekmektedir.

  Biyopolitika, hayatla uğraşan politika demektir. Foucault’nun çalışmalarında biyopolitika, politika düzeyinde bir kırılmayı işaret eder. Biyopolitika, insan yaşamına özgü olguların, bilgi ve iktidar düzlemine bir giriş, olduğu söylenebilir (Lemke, 2022, s.16, 20).

  Foucault, disiplin edici kurumlardan bahseder. Bu kurumlar, -okul, hastane, kışla gibi- insan bedenini disipline eder, tek tipleştirir, eğitir. Modern devletin 16. yüzyıldan itibaren geliştirdiği bu kurumlar ile insan bedeni disipline edilerek yaşaması sağlanır. Bu modern dönem için bir kırılma noktası, bir kopuştur. İktidar, disiplin mekanizmalarıyla bireylerin davranış kalıpları, düşünceleri biçimlendirilir. İktidar, biyopolitikasıyla bedenleri dönüştürür, izler, gözetler (Gros, 2021; Bekmen, 2024, s.58).

  Agamben ise modern biyopolitikayı, Foucault’nun aksine bir kopuş değil, bir devamlılık olarak yorumlar; bu da Foucault ile Agamben arasındaki en temel ayrımı oluşturur. Agamben biyopolitikayı açıklarken, Homo Sacer (Kutsal İnsan)’den (2020b) faydalanacaktır. (Murray, 2013, s. 95; Lemke, 2022, s.21).

4.Egemen, Hukuk ve İstisna Hali

 Agamben, İstisna Hali kitabında (2020) kitabı yazma amacını şu şekilde açıklar:

“Elinizdeki araştırmanın amacı, kamu hukuku ile siyasal olgu arasındaki ve hukuk düzeni ile yaşam arasındaki bu ara bölgeyi irdelemektir. Ancak bu belirsiz bölgeyi örten sis perdesi kaldırılırsa, siyasal olan ile hukuki olan arasındaki ve hukuk ile canlı arasındaki farklılıkta -ya da sözde farklılıkta- nelerin söz konusu olduğunu anlamaya yaklaşabileceğiz. Ve belki ben de anca o zaman Batı siyasetinin tarihinde sürekli olarak yankılanan soruya yanıt vermek olanaklı olacak: Siyasi olarak hareket etmek ne demektir.” (Agamben, 2020a, s.10).

  Agamben, Batı devletlerinde istisna hâlinin durumunu ikiye ayırır. Anayasada ya da yasada öngörülmesinin uygun olduğu belirtenler ile tanımı gereği norma sokulamayacak bir şeyin yasa yoluyla düzenlenmesini(Carl Schmitt ikinci gruba örnektir) reddedenler (Agamben, 2020a, s.19).

  Agamben Batı devletlerinde istisna halinin tarihini anayasalara ve yasalara bakarak inceler. İstisna halini ele alırken, ilk olarak Fransa tarihini uzunca inceler. Ardından Weimar Cumhuriyeti’ni, Kuzey İtalya’yı, İsviçre’yi inceledikten sonra, Batı devletleri için şu genellemeleri yapar: Batı ülkeleri siyasal kriz anlarında acil durumlarda kararnamelere başvurmuştur. Bu kararnameler birer yasa olarak güvence altına alınmıştır. Batı’daki güçler ayrılığına bakıldığında ise yürütme erki yasamayı kısmen ele geçirmiştir. Yani parlamento yurttaşlara yasa yoluyla yaptırım uygulayan tek güç değildir. Parlamentonun amacı yürütmenin çıkardığı kararnameleri onaylamaktır. Cumhuriyet artık yürütmenin emrindedir. Dolayısıyla Batı demokrasiyi tümüyle yitirmektedir (Agamben, 2020a, ss.21-29).

Agamben, istisna halini ise şöyle açıklar (böylece Schmitt’ten farkını da açıklamış olur):

“Aslında istisna hali, hukuki düzenin ne dışında ne de içindedir ve istisna halinin tanımı sorunu, tam olarak, iç ile dışın birbirini dışlamadığı, tersine birini belirlediği bir eşik ya da bir ‘ne o, ne bu’ bölgesi ile ilgidir. Normun askıya alınması, ortadan kaldırılması anlamına gelmez ve askıya alınmanın kurduğu yasasızlık bölgesi, hukuk düzeniyle bağlantısız değildir (ya da en azıyla öyle olmadığı iddiasındadır).” (Agamben, 2020a, s. 35.)

  Agamben böylece, istisna halinin hukukun içinde mi yoksa dışında mı olduğunu tartışmasına bir yanıt sunar. Ardından istisna hali ile zorunluluk ilişkisine değinir. Agamben, istisna halinin zorunluluk haline indirgendiğini söyler. Böylece istisna haline bir meşruiyet kazandırılmış olunur. Yasaya uyma zorunluluğu, zorunluluk haline askıya alınır. Agamben, Avrupa hukuk düşüncesinde zorunluluğun hukuk düzenine aykırı görülmediğini ifade eder. Dolayısıyla zorunluluk ve istisna hali ilişkisi hukuk açısından açmazlarla dolu bir alandır (Agamben, 2020a, ss.38-44).

  İstisna haline bakıldığında bir uygulama sorunu olduğu görülür. İstisna hali uygulama ile normun ayrılıklarını sergilendiği, uygulaması askıya alınmış bir normun gerçekleştiği alanın ortaya çıkmasıdır. Bir normu uygulamak için onun uygulamasını askıya almak, bir istisna üretmek gerekir. İstisna halinde mantık ile pratik belirsizleşir (Agamben, 2020a, s.54).

  İstisna halinin uygulamasına bakıldığında ise Roma İmparatorluğu’na dek geri gider. Roma’da Iustitium, istisna halinin uygulamasına bir örnek teşkil eder. Senato, Roma Cumhuriyet’ini tehlikeye sokacak bir durumla karşılattığında, senato kararı ile konsüllerden devletin kurtuluşu için gerekli görülen bütün önlemlerin alınmasını talep ediyordu. Özellikle bir savaş ya da iç ayaklanma durumunda bu karar alınıyordu (Agamben, 2020a, s.s.55-56).

  Roma’daki bu uygulama, bütün hukuki düzenin durdurulması demek olduğundan diktatörlük paradigmasıyla yorumlanmamalıdır. Bunun sebebi Roma’da diktatörlük konsüllerin seçtiği spesifik bir yönetici figürü olmasıydı. Diktatörlük tanımlanmış yasalara bağlıydı. Iustitium ilanı ise mevcut diktatörün sınırlandıran yasaların ortadan kalkmasıydı. Iustitium ilanıyla, eylemde bulunan diktatör, yasayı ihlal etmiş veya yerine getirmiş olmaz; yasayı yerine getirmemiş olur (Agamben, 2020a, ss.62-65). Bu nedenle Roma’daki istisna hali diktatörlük değildir; hukukun devre dışı bırakıldığı, bir hukuki boşluk, yasasızlık alanı olduğu söylenebilir.

  Agamben, tam da bu noktada, Carl Shmitt’in istisna hali hukuk alanı ile sınır çizmesini eleştirir.[i] Agamben’e göre istisna halini hukuka bağlayan bütün öğretiler yanlış olduğu gibi, istisna halini bir zorunluluğa bağlayan kuramlar da yanlıştır. İstisna hali ve hukuk ilişkisine bakıldığında, istisna hali hukuk boşluğu olarak düşünülemez ama aynı zamanda hukuk düzeni için elinden kaçırılamaz bir öğe olarak durmaktadır (Agamben, 2020a, ss.66-67). Yani istisna hali ne hukukun tamamen içindedir ne de tamamen dışındadır, istisna hali hukuki açıdan sorunlu bir noktada durmaktadır.

  Agamben, her ne kadar istisna halinin bir süreklilik halinde kökenlerini Roma’da bulsa da yapmak istediği şey aslında istisna halinin uygulamalarını 1.Dünya Savaşı’ndan başlayarak, faşizme ve oradan da günümüze taşımaktır (Agamben, 2020a, s.109). Agamben’e göre istisna hali artık her yerdedir. Egemen, istisna hali ile hukuku askıya alırken, uygulamalarını ise doğrudan Kutsal İnsan (Homo Sacer)’da (2020b) kendisini gösterir.

5.Egemen, Hukuk ve Kutsal İnsan (Homo Sacer)

   Agamben, Kutsal İnsan kitabında (2020b) hukuksal-kurumsal iktidar modeliyle biyosiyasal iktidar modeli arasındaki kesişime odaklanmıştır. Kitabın giriş kısmında Agamben çalışmasını şöyle özetliyor:

“Bu çalışmanın varacağı muhtemel sonuçlardan biri şu olacaktır: Bu iki analizi birbirinden ayırmak imkansızdır ve egemen iktidarın -saklı da olsa- orijinal çekirdeğini oluşturan şey, çıplak hayatın siyaset alanına sokulmasıdır. Hatta şunu bile diyebiliriz: Egemen iktidarın ortaya koyduğu ilk etkinlik, biyosiyasal bir beden yaratmaktır. Bu anlamda biyosiyaset, en azından egemen istisna kadar eski bir olgudur.” (Agamben, 2020b, s.15).

  Agamben için siyaset, hayatın siyasallaştırılması gerek şeyin daima çıplak hayat olduğu yerdir. Batı siyasetinde çıplak hayatın bir ayrıcalığı vardır. Çıplak hayatın siyasallaştırılmasıyla yaşayan insanların insanlığına karar verilir. Ayrıca, Batı siyasetinin temel ikiliği dost-düşman ayrımı değildir; çıplak hayat-siyasal varoluş, zoe-bios ve dışlama-içleme ikilikleridir.

  Agamben, kitabının ilk bölümü olan “Egemenliğin Mantığı” bölümünde egemenin hukukla ilişkisini üzere durmuştur. Agamben kitabında(2020b) -yukarıda incelediğimiz- daha sonra yazacağı İstisna Hali kitabındaki(2020a) argümanlarını ilk kez bu kitabında açıklamıştır. Bunun sebebi ise Kutsal İnsan’ı açıklamadan önce, bir ön hazırlık yapmak olduğu söylenebilir.[ii]

  Agamben’e göre egemenliğin paradoksu, egemenin (kişi) hukuk düzenin aynı anda hem içinde hem de dışında olmasıdır. Mevcut hukuk düzeni egemene neyin istisna olduğunu belirleme ve hukuk düzenini askıya alabilme yetkisi verir. Egemen, hukuk askıya alabilecek yasal yetkiye sahipken, kendisini de yasal olarak hukukun dışında tutuyor (Agamben, 2020b, ss.25-26).

  İstisna hali ise bir tür dışlamadır. İstisna hali genel kuraldan dışlanarak, münferit-tekil bir hale gelir. İstisna, her ne kadar kuraldan (hukuktan) dışlansa da tamamen kuraldan dışlanan bir şey de değildir. İstisna hali bir kaos değil, düzenin uygulanmamasından, askıya alınmasından doğan bir durumdur. İstisna hali, kural, düzen, hukuk tarafından tamamen dışarı itilmeyen, dışarıda tutulan bir durumdur (Agamben, 2020b, ss.28-29).

  Egemenliğin yapısı istisnadan oluştuğuna göre, egemenlik siyasete özgü bir kavram olmamakla birlikte, hukukun içinde, dışında veya üstünde de değildir. Egemenlik hukukun hayata gönderme yaptığı ve hayatı askıya alan bir yapıdır. Egemen güç, istisna halini yaratarak bireyler üzerinde kullanır. İstisna hali bir tür yasaklama ilişkisidir. Yasaklı birey ne tamamen hukukun dışına atılır ne de tamamen hukukun içinde tutulur. Yani yasaklı bireyin hukuk düzeninin neresinde olduğunu anlamak mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında Agamben egemenliğin paradoksunu şu şekilde açıklıyor: “Hiçbir şey hukuk dışında değildir. Hukukun hayat ile kurduğu ilk ilişki, geçerli olma değil terk etme ilişkisidir. Nomosun emsalsiz potansiyeli ve orijinal kanun gücünün temelinde şu gerçek vardır: Nomos, hayatı terk ederek bunu yasak alanında tutuyor.” (Agamben, 2020b, ss.40-41).

  Agamben’e göre, egemen nomos, hukuk ile şiddeti birleştirir. Egemen şiddet arasındaki belirsiz noktasıdır, şiddet hukuka karıştığı gibi hukuk da şiddete karışır. (Agamben’in bu açıklamalarında Walter Benjamin’in şiddet üzerine yazdıklarının etkisi görürüz.) Ayrıca, nomos egemen olduğu sürece doğa durumu ve istisna durumla bağlantılıdır. İstisna hali nomosun dışında bir şey değildir; temel olarak nomosun içindedir. Doğal durum ile istisnai durum tek bir sürecin iki farklı yüzüdür (Agamben, 2020b, ss.44-51).

  Agamben için, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, egemenliğin paradoksu, “Egemen (kişi), hukuk düzeninin aynı anda hem dışında hem de içinde” olmasıdır. (Agamben, 2020b, s.25). Egemenliğin paradoksunun gösterdiği en iyi yer ise anayasama gücü sorunu ve bunun siyasal güçle olan ilişkisidir. Anayasal güçler varlığını devletin içinde kazanır, bu güç mevcut anayasal düzenden ayrı düşünülemez. Anayasama gücü ise devletin dışında bulunur. Anayasama gücü belirli bir anayasal sistem tarafından sınırlandırılamaz (Agamben, 2020b, ss.53-54).

  Anayasaya aslında kendisini anayasama gücü olarak var ediyor. Bu durum da bize egemenliğin paradoksunu gözler önüne seriyor.  Egemen iktidar hem anayasama gücüne hem de anayasal güce dayanarak kendisini ikiye ayırıyor ve bu iki güç arasındaki belirsizlik alanına yerleşiyor.   Aynı zamanda, anayasama gücü ile anayasal iktidar arasındaki ilişki karmaşık bir ilişkidir. Egemenlik, her zaman kendisinde içkin bir potansiyellik barındırır[iii] (Agamben, 2020b, ss. 55, 59, 63).

  Agamben, ikinci bölüm olan “Homo Sacer” bölümüne kutsal insanın Roma’daki anlamını tanımlayarak başlar. Agamben kutsal insan’ı Pompeius Festus’tan aktararak açıklar: “Kutsal insan, bir suçtan dolayı halk tarafından yargılanan kişidir. Bu kişinin kurban edilmesine izin verilmez. Fakat bu kişiyi öldüren birisi cinayet işlemiş sayılmaz. Gerçekten de tribuna hukukunun ilk yasasında şöyle denmektedir: ‘Birisinin, plesibite/kamuoylamasına göre kutsal olan bir insanı öldürmesi cinayet sayılmaz’. Bundan dolayı kötü ya da murdar bir adama kutsal demek âdettendir.” (Agamben, 2020b, s.90).

  Kutsal insan figüründe iki şeyin göze çarptığı söylenebilir: Öldürülmesinin cezaya sebep olmaması ve kurban edilememesi. Roma’daki anlamıyla kutsal hayat, kurban edilemeyen fakat öldürülebilen bir hayattı. Bu kutsal hayat, egemenlik ile doğrudan ilişkidir. “Egemenlik (egemen iktidar) alanı cinayet işlemeksizin ve kurban etmeksizin adam öldürmenin meşru olduğu alandır ve kutsal hayat bu hayatta zapt edilen hayattır.” Dolayısıyla kutsal olan hayat, egemen yasağının pençesindeki yaşamdır. Egemenliğin ortaya koyduğu ilk etkinlik ise çıplak hayat üretme işidir. Egemen iktidar, hayatın ölümünü belirler, hayatı mutlak bir terk edilmeye maruz bırakır. Egemenin kararının nesnesi olan homo sacer, hem içleyici hem de dışlayıcı içinde işleyen çıplak hayatın adıdır (Agamben, 2020b, ss.101-106).

  Agamben, ikinci ölümde kutsal hayatı açıkladıktan sonra, üçüncü bölüm olan “Modern(liğ)in Biyosiyasal Paradigması Olarak Kamp” bölümünde kutsal insanın yakın geçmişteki, günümüzdeki durumuna ışık tutmuştur. Agamben, Foucault’nun biyopolitika çalışmalarını önemli görmesine rağmen, modern biyopolitikayı totaliter devletlerle bağlantı kurmadığı için eleştirmiştir. Agamben için, “Siyasetin bugüne dek eşi benzeri görülmemiş bir derecede totaliter siyaset haline gelmesini mümkün kılan tek şey, çağımızda siyasetin tamamen bir biyosiyasete dönüşmesiydi.” (Agamaben, 2020b, ss.143-145).

  Bu noktada, Agamben’in Tanık ve Arşiv, Auschwitz’den Artakalanlar kitabına(2021) değinmekte fayda vardır. Agamben bu kitabında, Nazi rejiminin Holokost kamplarından olan Aushwitz’de gerçekleşen olayları, orada esir tutulmuş olan insanların tanıklığına başvurarak yorumlar. Kamp, istisna halinin gerçekleştiği yerdir. Kitaptaki Muselmann figürü ise kutsal insanın kendisidir. Tanık ve Arşiv, Foucault’nun biyopolitikayı totaliter devletle ilişkilendirmemesine bir yanıt olarak bakılabilir.

  Günümüz açısından bakıldığında siyaset ile çıplak hayat kavramları iç içe geçmiştir. Modern demokrasiler kutsal hayatı ortadan kaldırmadığı gibi, kutsal hayatı parçalamış, bütün insanların siyasal bedenine dağıtmış ve böylece kutsal hayatı siyasal çatışmaların nesnesine dönüştürmüştür. Günümüzde çıplak hayat belli bir şeyle sınırlı olmayıp her canlının biyolojik bedenindedir (Agamben, 2020b, ss.145, 150, 167).

  Günümüzde kutsal hayat dediğimiz şey modernliğin nomosu olarak kamplardır. Kamplara tarihsel olarak bakıldığında -ilk ortaya çıkış 19. yy. sonudur- ortaya çıkışı normal hukuktan değil, istisna durumundan ve sıkıyönetim uygulamalarındandır. Kamp, istisnai durumun kural olarak gerçekleştiği yerdir. Kamptaki bir biyosiyasal mekandır. Kamplardaki insanlar, her türlü siyasal statünden sıyrılan, çıplak hayata indirgenen insanlardır. Agamben’in ifadesiyle, “Kamp, gerçek ile hukuku, kural ile uygulamayı, istisna ile kuralı birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı; ama buna rağmen, bu ikisini sürekli birbirinden ayıran bir mekandır.” (Agamben, 2020b, ss.199, 203, 204).

  Dolayısıyla kampın özüne bakıldığında istisna durumun somutlaştırıldığı, çıplak hayat ile hukukun bir belirsizlik içinde bir arada olduğu bir mekandır. Kampın ortaya çıkışı ise temelde devletlerin yeni vatandaşlık yasalarının çıkarılması ve bazı insanların vatandaşlıktan çıkarılmasıyla eş zamanlı olmuştur. Günümüzde ise siyaset, ulus devlet ile çıplak hayatın giderek birbirinden ayrılıyor. “Yersizleştiren bir yerleştirme” olan kamp, günümüzde siyasetin gizli bir yapısı olarak kendisini devam ettiriyor. (Agamben, 2020b, ss.208-209).

  Agamben’in böylece üç sonuca ulaştığı söylenebilir: “1. Orijinal/ilk siyasal ilişki yasaklama ilişkisidir (dışarı ile içeri, dışlama ile içleme arasındaki belirsizlik mıntıkası olarak istisna durumdur). 2. Egemen iktidarın temel etkinliği, siyasetin orijinal unsuru olarak, doğa ile kültürün, zoe ile bios’un eklemlendiği eşit olarak çıplak hayatı üretmektir. 3. Bugün, Batı’nın temel biyosiyasal paradigması şehir değil; kamptır.” (Agamben, 2020b, s.215).

  Son olarak, Agamben’nin Gelmekte Olan Ortaklık eserine (2012) değinmekte fayda vardır. Agamben gelmekte olan siyasetin devletin denetimi ya da ele geçirilmesi için bir mücadele olmayacağını söyler. Mücadele devlet ve insanlık arasında olacaktır. Agamben, kimlik politikalarının ötesinde bir siyaset anlayışı geliştirir. Bunun nedeni kimliklerin insanları dışlayarak kapsayıcı olmamasıdır. Çözüm ise yeni bir ortaklık anlayışıdır, bu anlayış kişinin kendine ait özelliklerinin ötesine geçen bir varoluş halidir (Agamben, 2021, ss.85, 109-112).

6.Sonuç

 Giorgio Agamben, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sındaki toplumsal, ekonomik ve sosyal bağlamdan etkilenmiş, eserlerinde dönemindeki krizleri incelemiş, sorunlara ise çözüm önerileri getirmiş bir düşünürdür. Agamben, özellikle neoliberalizm, küreselleşme dönemindeki modern hukuk ve siyasetin çıkmazlarını incelemiştir.

  Agamben, eserlerinde de görüleceği üzere, temel olarak Carl Schmitt, Walter Benjamin ve Michel Foucault ve Martin Heidegger’den etkilenmiştir. Agamben, Schmitt’in egemenlik ve istisna hali arasında kurduğu ilişkiden etkilendiği söylenebilir. Schmitt istisna halini hukukun içinde görmüş ve istisna hali uygulamasını diktatörlük ile ilişkilendirmiştir. Agamben ise Schmitt’in bu görüşlerine karşı çıkarak, istisna halini farkı bir düzeye oturtmuştur. Agamben’in Walter Benjamin ile ilişkisi hukuk ve şiddet ilişkisi üzerinedir. Foucault’nun Agamben üzerine etkisi ise doğrudan biyopolitika üzerinedir. Son olarak, Heidegger’in Agamben’nin üzerindeki etkisi ise varlık ve dil üzerinden olmuştur. Agamben dilin ifade ediş biçimlerine, anlamına eserlerinde önemli bir boyut atfeder.

  Agamben’in eserlerindeki temel kavramlardan biri olan potansiyellik kavramı, doğrudan dil ile ilişkili bir kavramdır. Yapabilecekken yapmama, gerçekleştirebilecekken gerçekleştirmeme imkânı barından şey olan potansiyellik kavramı, doğrudan hukuk ve egemen iktidar ile ilişkilidir. Egemen iktidar, istisna haline karar verendir, bu durumda egemen iktidar bir şey yapma veya yapmama potansiyeline sahiptir. Egemen iktidar kutsal insanı (homo sacer) potansiyelsizleştirme gücüne sahiptir. Yani egemen iktidar kamptaki kutsal insanı ölüme terk etme potansiyeline sahiptir.

  Agamben istisna halini ise ne hukukun tamamen içinde ne de hukukun tamamen dışında görür. İstisna halinin bu arada olan tutumu, hukukun askıya alınması ortadan kaldırılması anlamına gelmediği gibi, bu yasasızlık bölgesi hukuk düzeniyle bağlantısız da değildir. İstisna hali doğrudan egemen ile yaratılan bir durumdur.

  Egemenliğin paradoksuna bakıldığında, egemen iktidar hukukun hem içinde hem de dışındadır. Egemen iktidar neyin istisna olup olmadığını belirleyerek hukuku askıya alabilme gücü vardır. Egemen istisna haline karar vererek, istisna durumu gerek kuraldan dışlar. Fakat istisna hali hukuk düzeni tarafından tamamen dışarı itilmez, dışarıda tutulur. Bu istisna hali doğrudan kutsal insan ilişkilidir.

  Kutsal insan (homo sacer), kurban edilmesine izin verilmeyen ama öldürülebilen insandır.  Dolayısıyla kutsal insanı öldürmek hukuk düzeninde ceza sebebi değildir. Egemen iktidar, istisna hali yaratarak, kutsal hayatı, çıplak hayatı üretir. Egemen iktidar, hayatın ölümünü belirlediği gibi, hayatı mutlak bir terk edilmeye maruz bırakır. Çıplak hayat, kamp ile yakından ilişkilidir.

  Kamp, gerçek ile hukuki olanın, kural ile uygulamanın, istisna ile kuralın birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı; fakat buna rağmen, bu ikisini de sürekli birbirinden ayıran bir mekandır. Kamp, istisna halin somutlaştırıldığı, çıplak hayatın yaşandığı mekandır.

  Günümüzde modern devlet ve siyaset bir krizdedir. Bu krizin temelinde modern devlet bireyleri belirli kimlere hapseder. Modern devlet giderek biyopolitik bir aygıt haline gelmiştir. Devlet bedenleri kontrol ederek bireysel özgürlükleri yok eder. Agamben’in bu soruna önerisi ise bireylerin “herhangi bir tekillik” olarak var olmalarıdır. İnsanların yeni ortaklığı varoluş temelinde kimliksiz bir yaşamdır.

Kaynakça

Agamben, G. (2012). Gelmekte olan ortaklık. (B. Parlak, Çev.) MonoKl Yayınları.

Agamben, G. (2020a). İstisna Hali. (K. Atakay, Çev.) Ayrıntı Yayınları.

Agamben, G. (2020b). Kutsal insan: Egemen iktidar ve çıplak hayat. (İ. Türkmen, Çev.) Ayrıntı Yayınları.

Agamben, G. (2021). Tanık ve arşiv: Auschwitz’den artakalanlar. (A. İ. Başgül, Çev.) Dipnot Yayınları.

Aristoteles. (1996). Metafizik. (A. Arslan, Çev). Sosyal Yayınlar.

Bakır, S. (2019). Giorgio Agamben’in politik felsefesi bağlamında “istisna hali” ve “egemenlik” üzerine inceleme (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Üniversitesi.

Bekmen, A. (2024). İktidar: Temel konular ve yaklaşımlar. A. Bekmen (Ed.), Siyaset sosyolojisi: Siyasallaşmanın alanları, özneleri ve araçları (ss. 17-63) içinde. İletişim Yayınları.

Benjamin, W. (2010). Şiddetin eleştirisi üzerine. (E.G. Çelebi Çev.) A. Çelebi (Ed.), Şiddetin eleştirisi üzerine (ss. 19-43) içinde. Metis Yayınları.

Benjamin, W. (2014). Pasajlar. (A. Cemal, Çev.) Yapı Kredi Yayınları.

Dellaloğlu, B. F. (2017). Walter Benjamin ve politik teoloji. M. E. Kardeş (Ed.), Dar kapıdaki mesih: Walter Benjamin ve politik felsefesi (ss. 49-60) içinde. İthaki Yayınları.

Ediş, V. (2020). Giorgio Agamben: İstisna hali ve egemenlik kavramları üzerine bir inceleme (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Dokuz Eylül Üniversitesi.  

Ertuğrul, T. (2017). Bir Benjamin Okuması: Şiddet, yasa ve adalet. M. E. Kardeş (Der.), Dar kapıdaki mesih: Walter Benjamin ve politik felsefesi (ss. 115-140) içinde. İthaki Yayınları.

Gros, F. (2021). Michel Foucault. (İ. Birkan, Çev.) İletişim Yayınları.

Kardeş, M. E. (2017). Walter Benjamin’in politik felsefesine dair öğeler. M. Kardeş (Ed.), Dar kapıdaki mesih: Walter Benjamin’in politik felsefesi (ss. 29-48) içinde. İthaki Yayınları.

Kardeş, M. E. (2022). Şiddet ve politika: Felsefede temel tartışmalar ve konumlar. VakıfBank Kültür Yayınları.

Lemke, T. (2022). Biyopolitika. (U. Özmakas, Çev.) İletişim Yayınları.

Melville, H. (2017). Kâtip Bartleby. (H. Koç, Çev.) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Murray, A. (2013). Giorgoi Agamben. (A. Aydın, Çev.) Phoenix Yayınevi.

Özmakas, U. (2019). Biyopolotika: İktidar ve direniş. İletişim Yayınları.

Schmitt, C. (2021a). Hukuki düşüncenin üç türü. (T. G. Esgün, Çev.) Pinhan Yayıncılık.

Schmitt, C. (2021b). Siyasal kavramı. (E. Göztepe, Çev.) Metis Yayınları.

Schmitt, C. (2024a). Parlamenter demokrasinin krizi. (A. E. Zeybekoğlu, Çev.) Dost Kitabevi Yayınları.

Shmitt, C. (2024b). Siyasi ilahiyat: Egemenlik kuramı üzerine dört bölüm. (A. E. Zeybekoğlu, Çev.) Dost Kitabevi Yayınları.

Uslu, A. (2017). Politik ve entelektüel bağlamı içinde Walter Benjamin’in şiddet teorisi. M. E. Kardeş (Ed.), Dar kapıdaki mesih: Walter Benjamin ve politik felsefesi (ss. 89-113) içinde. İthaki Yayınları.

Yıldırım, D. (2016). Giorgio Agamben’in egemenlik düşüncesinde hukukun temellendirilmesi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Üniversitesi.


[i] Agamben, Carl Shmitt ve Walter Benjamin ilişkisine, 4.bölüm olan “Bir Boşluk Çevresinde Devlet Savaşı” bölümüne değinir. Çalışmamızın kapsamını aştığı için değinme gereği duymadık. Giorgio Agamben, İstisna Hali, çev: Kemal Atakay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2020a, s.62-82.

[ii] Bu yüzden biz bilinçli bir tercih olarak ilk olarak İstisna Hali’nden bahsettik.

[iii] Agamben, Kutsal İnsan kitabında potansiyeli şöyle tanımlar: “Potansiyel (hem olma hem de olmama biçimindeki ikili potansiyeliyle), Varlığın kendi kendisini egemen olarak inşa etmesine aracılık eden şeydir; egemen olarak, yani kendi olmama kabiliyeti dışında, kendisini önceleyen ya da belirleyen hiçbir şey olmadan.” (s.62).