Giriş
Bu çalışmayla Aydınlanma Felsefesi’ne genel bir giriş yapmak amaçlanmaktadır. Öncelikle “Aydınlanma” kavramını açıklayarak, Aydınlanma Felsefesi’nin aslında ne anlama geldiğine açıklık getirilecektir. Sonrasında Aydınlanma kavramının felsefî anlamda tanımlarına bakılacaktır. Aydınlanma kavramının etimolojisine bakılacak, ilk kim tarafından kullanıldığı, ne anlama geldiği gibi konularda inceleme yapılacaktır. Son olarak Aydınlanma Felsefesi’nin temel kavramı, problemleri ve aydınlanma düşüncesine yapılan eleştiriler incelenecektir.
Aydınlanma felsefesi nedir?
Aydınlanma felsefesinin neliği üzerine incelemelerde bulunulmadan önce, ‘aydınlanma’ kavramının açıklanması gerekmektedir. Aydınlanma kavramı aslında çok geniş bir anlama sahip olmakla birlikte, farklı kullanım alanları da bulunmaktadır. Aydınlanma, İngilizce “Enlightenment”, Fransızca “Lumiéres” ve Almanca “Aufklârung” kelimeleriyle ifade edilen, ilk dönemlerde hava durumunu ve genellikle karanlığın zıddı olan aydınlığı kasteden bir anlam içermekle beraber, on dokuzuncu yüzyıl ve sonrasında felsefî bir hareket olan ‘Aydınlanma’yı ifade edecek şekilde özelleşmiştir.”(Şekerci, 2016: 15) Bunun dışında, belli bir dönemi kapsadığına yönelik anlamları da bulunmaktadır. “Buna göre, Aydınlanma terimi Avrupa uygarlığının tarihinde on yedinci yüzyılın son çeyreğinde başlayıp, on sekizinci yüzyılın sonlarına kadar uzanan bir döneme işaret etmek veya gönderme yapmak için kullanılmıştır.”(Cevizci, 2017:12)
Ancak aydınlanma kavramının günümüzdeki anlama en uygun ve ilk tanımını 18. yüzyıl filozofu Immanuel Kant yapmaktadır. “Nitekim, ‘Aydınlanmanın ne olduğu’ sorusuna, onu anlamlandırmak amacıyla verilen ilk yanıtın Almanya’dan, Kant’tan geldiğini ve aydınlanma konusunda yapılan çoğu yorum ve değerlendirmenin büyük ölçüde Kant’ın yanıtı üzerinden sürdürüldüğünü söylemek yanlış olmaz.”(Cevizci, 2017:12) Bu bağlamda son birkaç yüzyıllık serüveni olan aydınlanmayı, 18. Yüzyılın en önemli filozoflarından ve Alman Aydınlanması’nın en önemli isimlerinden olan Immanuel Kant; “İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.” şeklinde tanımlamaktadır.(Kant, 1984:213) Ergin olmama durumu ile kastedilmekte olan, kişinin bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kendi aklını kullanamıyor oluşudur. Immanuel Kant’a göre bu durumun en önemli sebebi tembellik ve korkaklıktır. Birey bu ergin olmama durumundan kurtulmayı başardığında ise, aydınlanma gerçekleşmiş olacaktır.
Her ne kadar kavramsal olarak ilk kullanımı Kant ile birlikte olsa da, aklîleşme ve sekülerleşme süreci Descartes’le(1596-1650) beraber ivme kazanmaya başlamıştı.(Çiğdem, 1999:18) Ancak kavram olarak Aydınlanma’yı tanımlayan ilk filozof Immanuel Kant’tır.
İçinde yaşadığı tarihsel dönemin aydınlanmış bir çağdan ziyade bir aydınlanma çağı olduğunu bildiren Kant’a (Cevizci, 2017:13) göre birey aydınlanmayı aslında istememektedir. Çünkü aydınlanmış birey, birçok anlamda sorumluluk almak durumunda kalacaktır. Dolayısıyla bu, birey için yorucu olmakla beraber, sonucunda karşılaşabileceği durumları da tam olarak kestiremediğinden korkutucu gelmektedir. Ayrıca yöneticiler için de aydınlanmamış bireyleri yönetmek daha kolay olmaktadır. Bundan dolayı yöneticiler de bireylerin aydınlanmaması adına çalışmalar yapmaktadır. Örneğin aydınlanma çabası içerisinde olan bireyleri cezalandırmak, aydınlanmasına izin vermemek adına çalışmaları olmaktadır. Dolayısıyla bireyler de başına gelebileceklerin korkusu ve tembellikleri sebebiyle aydınlanmaya ihtiyaç duymamaktadır. Bu sebeple Kant, içinde bulunduğu çağı bireyin bu tutumundan dolayı “Aydınlanmış Çağ” yerine “Aydınlanma Çağı” şeklinde adlandırmaktadır.
Bireylerin tembelliklerinin altında yatan sebeplerden biri de aydınlanmanın gereklerini bilmediklerinden dolayı zor ve meşakkatli bir yol olduğunu düşünmeleridir. “Oysa aydınlanma için özgülükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık kullanmak özgürlüğü.”(Kant, 1984:214) Ancak kişinin tek başına bunu gerçekleştirmesi de Kant’a göre zordur. Çünkü aydınlanmak isteyen bireylerin yeterince kararlı ve korkusuz olmaları gerekmektedir.
Ek olarak; Kant’ın ve Almanların aydınlanma için kullandığı terim, fiilen havanın aydınlanması ve mecazen de bir uyku halinden uyanıklık ya da bilinçlilik haline geri dönüş anlamına gelen “aufklaren” fiilinden gelen “aufklarung” terimidir.(Cevizci, 2017:14) Bu havanın aydınlanması metaforu ile kastedilen aydınlanma da bu döneme neden Akıl Çağı adı verildiğini net olarak göstermektedir.
Ayrıca bir döneme tekabül eden anlamı; ‘Aydınlanma’ kavramı ile “İngiliz Devrimi’yle başlatılıp, Fransız Devrimi’yle bitirilen felsefî bir hareket ve daha da önemlisi, bu hareketin sonuçlarıyla belirginlik kazanan toplumsal ve siyasal bir sürece göndermede bulunuyoruz.(Çiğdem, 1999:13) Kant’ın aydınlanma tanımına benzer şekilde, aslında bu hareketin amacı da yine bireyin kendi aklını kullanmasına yönelik çalışmalar yapılarak bireyi aklını kullanma cesaretini göstermeye götüren düzene ulaştırmasıdır. Ahmet Çiğdem bu hareketin amacını şu şekilde ifade etmektedir; “Bu hareketin amacı, insanları, esasta ‘kötü’, bu nitelikle ‘köleleştirici’ olduğuna inanılan mit, önyargı ve hurafenin (dolayısıyla da bunları üreten ve kurumsallaştırdığı varsayılan kurulu dinin) temsil ettiğine inanılan ‘eski düzen’den kurtararak, yine esasta ‘iyi’ ve ‘özgürleştirici’ olduğu çekincesiz kabul edilen aklın düzenine sokmaktır.”(Çiğdem, 1999:14) Bu bağlamda bakıldığında, Aydınlanma Çağı’nın “Akıl Çağı” olarak da adlandırılmakta olduğu görülmektedir.
Bütün bunların dışında başta Kant olmak üzere, bütün Aydınlanma düşünürleri, gerçek aydınlanmanın, vahye veya imanın sırlarına müracaat etmekten ziyade, bireysel, sosyal ve politik hayatın problemlerine aklı ve felsefi yöntemleri uygulamak anlamına geldiğini söyler.(Cevizci, 2017:14) Aklın bu kullanımı bireyi ergin olmama durumundan çıkaracak ve birey artık aydınlanmış olacaktır. Aydınlanmış olan bireyleri yönetmek de zorlaşacak ve birey tamamıyla özgürlüğe ulaşmış olacaktır. Aydınlanmış toplum daha düzenli bir hale ulaşmış olacaktır. Her anlamda, başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kendine yetebilen bireylerin oluşturacağı toplum çok daha düzenli olmaktadır. Çünkü kendi hastalığına çare bulabilecek kadar kendini eğitmiş ve aydınlanmış olan birey artık kendi sağlığı için bir doktora ihtiyaç duymayacaktır. Böylece toplumda hasta insan sayısı azalacaktır. Benzer şekilde işleyeceği suçun sonuçlarını bilen bir bireyin haksız yere cezalandırılması -istisnai durumlar hariç- çok fazla mümkün olmayacaktır. Ve işleyeceği suçun sonuçlarını bilen bireylerin, cezaların caydırıcılığından dolayı suç işleme oranları da azalacaktır. Aydınlanmış bireylerin seçeceği yöneticiler de dolayısıyla aydınlanmış olacaktır. Bu şekilde olan toplumlar da her anlamda daha fazla gelişecektir.
Aydınlanmanın anlamından yola çıkılarak; Aydınlanma felsefesi, 18. Yüzyılda, bu felsefenin adlandırmasıyla Aydınlanma Çağı’nda özellikle Fransa’da olmak üzere, gücüne katışıksız bir inanç duydukları aklın işlersel kılınmasının sağladığı bir ortamda, bir grup philosophe’un varolan değerler ve toplumsal kurumların eleştirisini amaçlayan bir felsefe hareketinin adıdır…(Çiğdem, 1999:15) Aydınlanma felsefesinin asıl amacı hayatın bir incelenmesi değildir. Gerçekten de Aydınlanma felsefesinin temel eğilimi ve en önemli çabası hayatı gözlemlemek ve onu refleksif düşünce yoluyla betimlemek değildir. Bu felsefe, daha ziyade düşüncenin bir özgün kendiselliğine inanır; o felsefeye sadece taklit edici bir fonksiyon değil fakat esas hayatın kendisini şekillendirme gücü ve görevi verir.(Cevizci, 2017:18)
Aydınlanma Felsefesinin Dayandığı Temel İlkeler
a) Bilim ve Doğa
17. yüzyıldaki keşiflerden sonra 18. Yüzyıl bir uygulama dönemi olmuştur. Düşünürler ve krallar bile doğa bilimlerine merak sarmışlardır. Voltaire, matematiği incelemiş, Newton basitleştirerek anlatmaya çalışmıştır. Diderot ise; anatomi, fizyoloji ve kimya alanlarında araştırmalar yapmıştır.(Atabay, 2015:18) Dönemin en önemli özelliklerinden biri ise, bilim insanlarının alan fark etmeksizin her alanda araştırmalar ve çalışmalar yapıyor olmalarıdır. “Akıl Çağı” veya “Aydınlanma Çağı” olarak adlandırılan 18. Yüzyılın en önemli özelliklerinden biri de bu şekilde bilim insanlarının her alana eşit olarak yönelimidir.
b) Mutluluk
18. Yüzyıl aydınlanma düşünürlerinin en önemli özelliklerinden biri de mutluluğa verdikleri önemdir. Ancak burada değerli kılınan mutluluk ortak mutluluktur. Peşin yargılar mutluluğa, daha doğrusu bu dünyada mutluluğa karşıdır.(Atabay, 2015:18)
c) Erdem
Erdem ilkesi laikleşmiştir. Erdemli kişi, kendi yurttaşlarına en fazla yararı dokunan kişi olarak kabul edilmiştir.(Atabay, 2015:18) Dolayısıyla aydınlanmış birey aynı zamanda erdemli olan bireydir yorumu yapılabilir. Çünkü kendi aklını kullanabilen, başkasının aklî yönlendirmesine ihtiyacı olmayan birey yurdu için her zaman en doğru olanı düşünüyor olacaktır. Bu bağlamda aydın birey, erdemli birey de olmuş olacaktır.
d) Akıl
San Lambert’e göre “Akıl, mutluluğumuz için gerekli gerçekleri bilmektir.” Diderot’a göre ise, “Yasa, genel olarak yeryüzünün tüm haklarını yöneten insan aklıdır. Milletlerin siyasal ve medenî yasaları, bu insan aklının uyguladığı değişik özel durumlardan başka bir şey değildir.”(Atabay, 2015:18) Akıl, Aydınlanma felsefesinin en önemli ilkelerinden biridir. Çünkü aydınlanmanın temelinde aklın yer alması onu en önemli ilke haline getirmektedir. Ayrıca bu ilke, insan aklının her türlü rehberliği yapacak güçte olduğunu ve başka hiçbir kaynağa gerek olmadığını dile getirir.(Çüçen, 2006:31) Akıl aydınlanmalıdır, çünkü aydınlanmış bir akıl doğru düşünceye ulaşmış olacaktır. Aydınlanmacılara göre akıl, hem doğru düşünmeyi hem de doğru eylemi verecek tek kaynaktır; yeter ki onun bu işleyişini engelleyecek dış faktörler olmasın.(Çüçen, 2006:31) Dış faktörlerle, daha önce de bahsedilmiş olan korkaklığın ve tembelliğin asıl sebepleri ve bireyin aydınlanmasının önüne geçebilecek her türlü engel kastedilmektedir. Çünkü aklın doğruya ulaşmasını engelleyen en önemli unsurlar kilise (bozulmuş dini inançlar), devlet (toplumsal sözleşmeye ve hukuka dayanmayan devlet), batıl inançlar, bilgisizlik, yöntemsizlik ve önyargılardır.(Çüçen, 2006:31)
e) Faydacılık
Bireyin rahatlığına katkıda bulunan, onun haz duyma olanağını artıran şeyler, bireyin faydasına, çıkarına uygundur. Bu faydacılık anlayışı ahlakla kişinin çıkarlarını birbirine karıştırmamakta, ekonomik sorunları politikadan üstün tutmaktadır. (Atabay, 2015:19)
f) Aydınlanmış Din:
Aydınlanma düşünürleri, aklın ve bilimin egemenliğinde ve kılavuzluğunda teist din anlayışına, kilisenin baskıcı öğretisine karşı çıkarak, dinde de yenileşmenin ve değişmenin yani aydınlanmanın gerekli olduğunu savundular. Mucizeleri, batıl inançları ve çelişkileri içermeyen yeni din yorumları öne sürdüler.(Çüçen, 2006:31) Dolayısıyla bu düşünce, aydınlanma karşıtlarınca farklı yorumlanarak, aydınlanmanın önüne yeni setler eklenmesine neden olmaktadır.
g) Metafiziğin Reddi:
Aydınlanma düşünürleri, bilimsel bilginin temelinde olgu, gözlem ve deneyin olduğunu ileri sürdükleri için doğal olarak metafizik öğretileri reddettiler.(Çüçen, 2006:31) Dolayısıyla aydınlanma düşünürleri için öznel nedenler yerine, nesnel neden ve açıklamalar daha büyük anlama sahip olmaktadır. Böylece aydınlanmanın önüne geçen nesnel bir açıklamanın mümkün olmadığı sebepler ortadan kalkacaktır.
h) İlerlemecilik:
Aydınlanmacılar bilim ve teknolojideki ilerlemenin yanı sıra tarihte de bir ilerleme olduğunu savundular.(Çüçen, 2006:31) Bu ilerleme ile aydınlanma da gerçekleşecektir. Çünkü Kant’ın aydınlanmasına göre henüz tam bir aydınlanma gerçekleşmemiştir. İlerleyen tarih ile birlikte aydınlanma da gerçekleşmiş olacaktır.
i) İnsancılık:
Aydınlanmacı düşünürler, ilerlemenin insan için olması gerektiği görüşünde hem fikirdir. İnsan kendisi olma çabasını giderek daha çok gerçekleştirmektedir. (Çüçen, 2006:31) Dolayısıyla aydınlanmış insan kendini gerçekleştirmiş, kim olduğunu anlayarak o şekilde ilerlemeye devam ediyor olacaktır.
j) Bireycilik:
“Aklını kullanma cesaretini göster” temel ilkesi aslında Aydınlanmanın temel bir ilkesinin de birey yani kişi olma olduğunu ifade etmektedir.(Çüçen, 2006:32) Kant’ın kastettiği aydınlanma öncelikle birey içindir. Ancak tamamen aydınlanmış bireylerin oluşturduğu toplumlar da aydınlanmış toplum olmuş olacaktır.
k) İnsan hakları ve özgürlük ilkesi:
Aydınlanma ancak insan hak ve özgürlüklerinin tanımlandığı, korunduğu ve yasal güvenceye alındığı toplumlarda gerçekleşeceği için, Aydınlanma düşünürleri bireyin haklarını, özellikle Locke’ un temel ilkeleri olan “yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakları”nı ortaya koyacak ahlak ve politik sistemleri öne sürmüşlerdir. (Çüçen, 2006:32) Haklarını ve özgürlüklerini savunan, bunun bilinciyle yaşamını sürdüren bireyler aydınlanmış bireylerdir. Yani kendi haklarını savunmaları için herhangi bir kimseye başvurma ihtiyacı duymamaktadırlar. Zaten aydınlanmanın temel problemlerinden birisi de aklını başkasının kılavuzluğuna gerek duymaksızın kullanılmasıdır.
l) Evrenselcilik:
Her şeyi akıl ve bilim ölçütü ile değerlendiren Aydınlanmacı düşünürler, evrenin ve toplumun yasalarını bulmakla da evrenselci bir anlayışı savunmaktalar.(Çüçen, 2006:32) Öncelikle aydınlanmanın birey için olduğunu savunan düşünürler, genel anlamda bakıldığında aslında aydınlanmanın evrenin yararına olduğunu da görmekteler. Bireyin ön planda olduğu aydınlanma, genel anlamda evren için de var olmaktadır.
Aydınlanmaya Yapılan Eleştiriler
Hegel ve 19. yy romantik filozofların aydınlamaya karşı yaptıkları en önemli eleştiri, insanın ve doğanın tek bir boyutla ele alınması ve bu tür toplumsal dönüştürme sürecinin de evrensel olduğunun öne sürülmesidir.(Çüçen, 2006:33) Yani insanlar yaşadıkları kültüre göre, yaşanmışlıklarına göre değişiklik göstermekteler. Dolayısıyla aydınlanma düşüncesi tek tip birey baz alınarak oluştuğundan, eleştirenlere göre, bu toplumsal hatalara yol açabilir.
Hans-George Gadamer gibi yorumcu düşünürler, Kant’ın soyut ve biçimsel özne anlayışının insanı gerçek yaşamdan kopardığını ileri sürerler. Maddi ve akılcı yaşamı öne süren aydınlanma, insanı tinsel ve toplumsal yaşamdan koparmaktadır.(Çüçen, 2006:34) Çünkü insan doğduğundan itibaren bazı durum ve olaylara maruz kalmaktadır. Bu her toplumda, her kültürde değişkenlik göstermektedir. Toplumsal ve kültürel değişiklikler baz alınmadan oluşturulmak istenen aydınlanma düşüncesi eksik olacaktır. Çünkü her insanın belli bir kimliği vardır ve buna uygun hareket etmelidir. Dolayısıyla her kültürden insan aynı şekilde aydınlanamayacaktır.
Kaynakça
Atabay, Mithat(2015), Aydınlanma Çağı ve Avrupa, Ankara, Nobel Yayın
Cevizci, Ahmet(2017), Aydınlanma Felsefesi, İstanbul, Say yayınları
Çiğdem, Ahmet(1999), Aydınlanma Düşüncesi, İstanbul, İletişim Yayınları
Çüçen, Kadir, “Batı Aydınlanmasının Düşünsel Kökenleri ve Eleştirisi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi(İLKE), Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılı ve Cumhuriyetimizin 83. Yılı Özel Sayısı
Kant, Immanuel(1984);”’Aydınlanma Nedir?’ Sorusuna Yanıt(1784)”, Immanuel Kant; Seçilmiş Yazılar(iç), Derleyen ve Çeviren: Nejat Bozkurt, İstanbul, Remzi Kitabevi
Şekerci, Ahmet Erhan(2016), Aydınlanma ve Din, İstanbul, İnsan yayınları