Marksizmde Üstyapı Sorunsalı: İtalyan Tartışması | Kaan Eroğuz

0
2604

On dokuzuncu yüzyıl “katı olan her şeyin buharlaştığı”, insanlığın tabularını yıkmaya başladığı, toplumların ve toplumsal süreçlerin hızlı bir şekilde değiştiği ve dönüştüğü bir yüzyıldı. Bu değişimi anlamak, on dokuzuncu yüzyıl filozoflarının ve sosyal bilimcilerinin ortak sorunsalı olarak karşılarında durmaktaydı. Vahşi kapitalizmin doğum sancıları çektiği bu tarihsel aralıkta ortaya koyduğu kapsamlı sosyolojik analizleri ve sistem eleştirileriyle yüzyıla damga vuran isimlerden biri de Karl Marx’tı.

Marx, Sanayi Devrimi’nin toplumda yarattığı dönüşümü anlayabilmek için üretim ilişkileri ve üretim biçiminin tarihsel süreçte geçirdiği değişimi inceledi ve bu değişimin toplumsal ilişkilerin farklılaşmasında itici unsur olduğunu fark etti. Tarih, üretim araçlarına sahip olmak için birbiriyle sürekli mücadele halinde olan sınıf savaşımlarının tarihiydi. Üretim ilişkileri ve üretim biçimleri, üretim araçlarını ele geçiren her yeni sınıfın egemenliğiyle gelişiyor, gelişen üretim biçimi ise bu üretim ilişkileriyle uyumlu bir siyasal ve sosyal yapı oluşturuyordu. Marx’ın deyimiyle tekrar edecek olursak, “tarih sınıf mücadeleleri tarihiydi” ve “altyapı, üstyapıyı belirliyordu.”

Marx’ın kapitalizm analizinde temel çıkış noktası olan bu savları, on dokuzuncu yüzyıl Avrupası’nda fabrikaları dolduran işçi sınıfı ile günden güne ekonomik ve siyasal üstünlüğünü perçinleyen burjuvazi arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin yarattığı gerilimli sosyolojik yapıyı çözümlemede tutarlı bir yol haritası sundu. Hobsbawm’ın “Devrimler Çağı”ndan yeni çıkmış Avrupa, şimdi kentlerini ve fabrikalarını dolduran proleterlerin yeni bir “devrim hayaleti” ile karşı karşıyaydı.

Marx’ın ölümüne kadar ortaya koyduğu eserlerde kapsamlı bir üretim ilişkileri ve üretim biçimi -altyapı- analizi yapılıyor ancak sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı devlet ve siyasal iktidar -üstyapı- ikincil planda kalıyor ve doyurucu bir analizden mahrum bırakılıyordu. “Alman İdeolojisi”, “Fransa’da İç Savaş”, “Louis Bonaparte’nin 18 Brumaire’i” gibi eserlerdeki sınırlı anlatımları Marksizmin kapsamlı bir devlet ve siyaset teorisinden yoksun olduğunu gösteriyordu. Marksizmdeki bu eksiklik -veya boşluk- yirminci yüzyıl başlarında Sardunyalı bir İtalyan olan Marksist siyaset bilimci Antonio Gramsci ile aşılmaya başlanacak, Gramsci’nin üstyapı analizinde kullandığı özgün kavramsallaştırmaları kendinden sonraki Marksist teorisyenleri etkileyecek ve Marksizmin devlete ve siyasal iktidara dair yorumlarının çoğalmasını sağlayacaktır.

Marx’ın iddia ettiğinin aksine altyapı ile üstyapı arsında doğrusal ve tek taraflı bir ilişki bulunmadığını, kimi durumlarda üstyapının da altyapıyı etkilediğini, devletin “sadece” hakim sınıfın zor aygıtı olmadığını aynı zamanda “rıza” faktörünü devreye sokarak bağımlı sınıfları denetim altında tutabildiği bir “hegemonya” işlevinin de bulunduğunu ortaya koyarak kimilerine göre Marksizmden “sapmış”, kimilerine göre ise Marksizmi “aşmış, derinleştirmiş” bir düşünür olarak Gramsci, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Hegelyen Marksizmin ya da diğer adıyla Batı Marksizminin kapısını aralayan düşünür olmuştur.

Gramsci’nin Mussolini faşizminin hapishanelerinde ortaya koyduğu çalışmaları, dünyada ve özellikle Marksist çevrelerde -yapısalcılığın yükselişiyle eşzamanlı olarak- 1960’lardan itibaren konuşulmaya başlanmış, Louis Altusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları”, Nicos Poulantzas’ın “Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar” çalışmaları ve yine 1970’lerin başlarında Poulantzas ile Miliband arasında “New Left Review” sayfalarında yaşanan tartışmalar Marksizmin üstyapı analizlerini zenginleştirmiştir. Bu isimler arasında, Kapitalist devletin doğası, burjuvazi ile iktidar seçkinleri arasındaki ilişki, bürokrasinin konumu ve yapısı gibi birçok konu hakkında yaşanan metodolojik ve epistemolojik tartışmaların derinliğine inmeden yazımızın ana tartışmasını oluşturan ve tüm bu tartışmaların üstüne görece daha güncel bir tartışma olan “İtalyan Tartışması’na” eğilebiliriz.

İtalyan Tartışması

“İtalyan Tartışması” terimi Noberto Bobbio’nun 1975 yılında “Marksist Bir Devlet Teorisi Var mıdır?” başlıklı yazı dizisinde Marksist teoriler hakkında başlattığı tartışmadan kaynaklanarak kullanılmıştır. 1970’lerin ortasından 1980’lere kadar devam eden tartışmanın üç ismi bulunmaktadır. Tartışmaya adını veren Noberto Bobbio’nun dışındaki iki isim, Lucıo Colletti ve Pietro Ingrao’dur. Tartışma, şimdiye kadar anlattığımız Marksizmin üstyapı sorunsallarından farklı olarak sosyalizme geçişin teorisine odaklanmakta bu minvalde temsili demokrasiyi veya Marksist söylemle burjuva demokrasisini inceleme kapsamına almaktadır.

Lucio Colletti’nin görüşlerini açıklarken Louis Althusser’in “Kapital’i yeniden okumasına” benzer şekilde “Lenin’i yeniden okuması” ve Lenin’in ünlü eseri “Devlet ve Devrim”den yola çıkarak yaptığı Lenin yorumu devlete ve siyasal iktidara karşı görüşlerini açıklamasını sağlamıştır. Colletti çalışmalarında problematiği devletin gerçekten yıkılmasının gerekip gerekmediği sorusu üzerinden kurar çünkü Lenin’in eserlerinde asıl mesele “eski devlet aygıtının yıkılması” gerektiğidir. Bundan dolayı Colletti’ye göre devletin ele geçirilmesi hem iktidarın yıkımını hem de iktidarın dönüşümünü sağlamalıdır. Burjuva iktidarına yapılan saldırı bu yapının demokratik olmayan özüne karşı yapılan bir saldırıdır ve dönüşüm toplumun sosyalizmle gerçek demokrasiye kavuşturulmasını hedef alır. Hayatı boyunca İtalyan Komünist Partisi’ne ve partinin Sovyet yanlısı pozisyonuna karşı sol eleştirel bir tavır alan Colletti, Lenin’in demokratik ideallerinden uzaklaşan Stalinist-tek ülke sosyalizmini yargılar ve Marksist siyaset teorisinin başarısızlığının ana faktörü olarak görür.

Colletti’nin Lenin’in eserlerinden yola çıkarak yaptığı analizlerden yıllar sonra Noberto Bobbio 1977 yılında Colletti’nin çalışmalarını hedef alarak İtalyan Tartışmasını başlatır. Bobbio’ya göre Colletti’nin Lenin yorumları doğru olsa bile sosyalist demokrasi iddiası Lenin’in görüşlerine dayandırılamaz. Bobbio’ya göre burjuva devleti yıkıp komünist topluma geçişi sağlayacak bir geçiş teorisi Marksizmde bulunmamaktadır. Bunun nedeni ise Marx’ın devleti Hegel’deki tanımının tamamen zıttı bir şekilde “zorunlu bir kötülük” olarak algılamasıdır. Diğer iki düşünüre kıyasla sosyal demokrat tezlere daha yakın olan ve burjuva demokrasisi olarak nitelenen parlementer sistemin işçi sınıfının büyük mücadeleleri sonucu geliştiğini bundan dolayı sosyalist mücadelenin parlamenter demokrasiyi yıkmaktan ziyade onu geliştirici bir perspektifte ele alması gerektiğini belirten Bobbio’ya göre sorun parlamenter demokraside değil onun tam olarak işleyememesindedir. Bu bakımdan Bobbio’nun stratejisine göre kapitalist toplumlarda uygulanan demokrasi demokratik sosyalizme yani gerçek -doğrudan- demokrasiye ulaşmada bir basamaktır. Devleti sınıf mücadelesinin yaşandığı “en önemli alan” olarak gören Bobbio, Gramsci’nin mevzi savaşı kavramına atıfta bulunarak demokrasiyi işçi sınıfının en önemli mevzi savaşı silahı olarak görür.

Colletti ve Bobbio’nun çalışmalarına eleştirel yaklaşan ve ortaya koyduğu teorik açıklamalarla Nicos Poulantzas’ı da etkileyen İtalyan Komünist Partisi’nin üst düzey yöneticisi Pietro Ingrao, İtalyan Tartışması kapsamında görüşlerini inceleyeceğimiz son düşünürdür. Kitle hareketiyle demokrasiyi eşdeğer gören Ingrao, Bobbio’ya temsili demokrasinin işçi sınıfının bir kazanımı olduğu noktasında katılmakla beraber temsili demokrasiyi demokratik taleplerin tek ifade biçimi olarak görmesi noktasında karşı çıkar. Ingrao bu noktada Bobbio’nun tezlerine karşı Gramsci’nin, geçiş dönemi aşamasında gerçek demokrasi burjuva parlamentosu aracılığıyla değil, burjuva hegemonyası dışında kalan kurumlarla kurulur, ifadeleriyle özetleyebileceğimiz görüşüne yaklaşır. Ingrao’nun “tabanın demokrasisi” kavramıyla açıkladığı doğrudan demokrasinin gerçekleşebilmesi için son kertede kitle hareketlerine ihtiyaç vardır ve temsili demokrasi ancak böyle bir harekete dayandığı ölçüde burjuva devletin sönümlenmesine ve gerçek demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmuş olabilir.

Reel sosyalizmin krizinin billurlaşmaya başladığı 1980 yılı başlarında Marksist çevrelerde yaşanan temsili demokrasi ve Marksizmin alternatif demokrasi arayışları günümüzde halen devam eden tartışmaların başında gelmektedir. Kapitalist ülkelerde yaşanan otoriterleşme eğilimi Bobbio’nun iddia ettiği gibi kapitalist-liberal demokrasiye içkin olan anti-demokratik eğilimin bir göstergesi midir? Marksist siyaset teorisi, Sovyet ve Doğu Bloku ülkeleri deneyiminden sonra liberal demokrasiye alternatif ve uygulanabilir bir demokrasi anlayışı geliştirebilecek midir? Tüm bu sorular ve daha fazlası günümüz Marksist siyaset ve devlet teorisinin İtalyan Tartışmasından devraldığı güncelliğini koruyan sorunsallarıdır.

Kaynaklar

Althusser Louıs, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İthaki Yayınları, 2019

Carnoy Martin, Devlet ve Siyaset Teorisi, Dipnot Yayınları, 2015

Colletti Lucıo, Sosyalist Toplumda İktidar ve Demokrasi, Birikim Dergisi(32-28)

Forgacs David, Gramsci Kitabı, Dipnot Yayınları, 2018

Lenin V. İlyiç, Devlet ve Devrim, Yordam Yayınları, 2016

Marx Karl, Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 2013

Marx Karl, Fransız Üçlemesi, Yordam Yayınları, 2016

Poulantzas Nicos, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Epos Yayınları, 2014

Ralph Miliband-Nicos Poulantzas-Ernesto Laclau, Kapitalist Devlet Sorunu, İletişim Yayınları, 1990