Mekan ve Tüketim Kültürü Üzerine Bir İnceleme: İstifçiler | Dilhun Develi

Uygarlık tarihine baktığımızda üretim ve artı değer ilişkilerinin aynı zamanda toplumların sosyolojik yapılarını ve zaman içerisinde kültürel değerlerini de etkilediğini görürüz. Tarım üretiminden, madenlerin işlenmesine geçildiğinde yaşanan kültürel değişim ve uygarlıkların sahip olduğu ekonomik sistemlerin günlük yaşamımıza tesiri zaman içinde büyük bir değişim ve dönüşüm geçirse de etkisini kaybettiğini söyleyemeyiz. Rönesans, reform ve sonucunda ortaya çıkan aydınlanma felsefesi ilkeleri dünya çapında düşünmenin kapsamını kökünden değiştirmiştir. Skolastik düşüncenin yıkılmasının ardından ortaya çıkan ve değer kazanan bilimsel düşünce ve akılcılık, Endüstri devrimini yaratmıştır. 18. yüzyıl öncesine baktığımızda bu dönem toplumları klasik toplumlardı. Tüketecekleri kadar üretmeye kanaat ediyorlardı. Artı değeri oluşturan ürünler zaman içerisinde ticareti doğursa da günümüzde olduğu gibi bir para istifçiliği ya da yatırım anlayışı yoktu. 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda, sanayileşme sonrasında bilinen üretim anlayışının değişim yaşaması ise toplumlar üzerinde derin etkilere sebep oldu.

 El emeklerinin yerini alan makineler, köy halklarının kente doğru akın etmesini ve kültürel değişimlerin fitilinin ateşlenmesine sebep oldu. Üretimin tüketeceğimizden fazla hale gelmesi ve seri üretim gibi kavramlar da toplum hayatına ve tüketim alışkanlarına girmiş oldu.

 İlgili programı ele alırken göz önünde bulundurmamız gereken bir diğer temel unsur istifçilik kavramı olacak. İstifçilik iki şekilde değerlendirme alanı bulmaktadır. İlki koleksiyonerliği içermekte ancak bu yazının konusu olmamaktadır. İkincisi ve bizi ilgilendiren anlamı ile istifçilik klinik psikolojinin inceleme alanına giren bir davranış bozukluğudur. Obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun içinde kişinin semptomlarına göre tanı bulan istifçilik sendromunda kişi her şeyi biriktirmektedir. Nedenleri noktasında homojenlik yoktur. Genetik kaynaklı ya da travmatik yaşam deneyimlerinin sebep olduğu bilinmektedir. İstifçiliğin kapitalist üretim tarzıyla başladığını düşünen pek çok sinirbilimci bulunmaktadır. Hoarders (Discovery Studios, 2010–2014) programına baktığımızda ise her bölüm iki farklı kişinin istifçilik öykülerini ve psikiyatrlar eşliğinde evlerinde istifledikleri eşyalardan kurtulma çabalarını izliyoruz. İlgili bölümde hikayesine yer verilen ilk kişi olan Terry bipolar bozukluk sahibi ve sevgi dolu eşiyle birlikte yaşayan bir kadın. Eşinin kardeşi ise Terry’nin istifçiliği sebebiyle 10 yıldır evlerine gelmiyor. Aslında gelemiyor, çünkü ev insanların gelemeyeceği seviyede tehlikeli bir hal almış durumda. Aynı zamanda Terry’nin eşi evin doluluğu nedeniyle kardeşinden utanıyor. Terry, kızı ve torunu ile de istifçiliği sebebiyle kısıtlı süre geçirebiliyor. İstifçilik çok çeşitli ürünlerin biriktirilmesi ile ortaya çıkıyor. Bu bazen para, bazen yemek, bazen aynı kupanın farklı renkleri, bazen ise boş yoğurt kapları olabiliyor. Yani temelde kişinin ihtiyaç duyduğundan fazla metayı yanında güvende tutma hissiyle yaşadığı tatmini merkeze alıyor. Ve mantıkdışı bir biriktirme döngüsüne giriliyor.

 Gramsci’nin tüketim anlayışına baktığımızda kapitalist üretim biçimlerini ele aldığını görürüz. Ancak kendisi ekonomik üretimin, kültürü veya dini yaşantıyı etkilemediğini düşünmektedir. Bu noktada yarattığı hegemonya kavramına bakmamız gerektiği kanaatindeyim. Hegemonya içinde barındırdığı geniş çaplı etki unsuru ile birey ve toplum hayatının farklı alanlarına nüfuz etmektedir. Aynı şekilde Veblen’in tüketim psikolojisi ve Simmel’in metropolitan yaşam üzerine yaptığı kuramsallaştırmalarda istifçilik kavramının fizyolojik etkenler dışında bireyin maruz kaldığı ve sosyo-ekonomik temelli değişimlerle şekillenen yeni kültürün bir ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Modern dönem başında tüketim olgusu, tüketim gruplarını oluşturan insanların yeni bir toplumsal kimlik duygusuna sahip olmasına olanak sağlıyordu. Özellikle sanayileşmenin yüksek oranlarda gerçekleştiği Batı Avrupa ve ABD’de böyle tüketim grupları oluşmaya başladı.

 Bulvarların askerler ve yoksullar arasında gerçekleşen protestolar gibi toplumsal olaylara sahne olmasının ardından, tüketim kültüründe yaşanan değişimlerle insanların kendilerini ve giysilerini sergiledikleri yerler haline dönüştü. Modernleşme, sanayileşme ve kentleşme sürecinin bir ürünü olan ve bulvarlardan sonra tüketimin merkezi haline gelen alışveriş merkezlerine baktığımızda da bu mekanlar bireyin boş zamanlarının kurumsallaşmasına aracılık etmektedir.

 David Frisby’nin, Simmel’in metropolitan yaşam tarzı kuramsallaştırmasına karşı ürettiği fikirlere de bu kapsamda baktığımızda, Frisby aşırı bireyselliğin fazlaca nesnelleşmiş metropol kültüre bir cevap olduğu görüşündedir. Bireyin sosyal ilişkide karşılaştığı ilgisizlik karşısında kendini kabul ettirme çabası olarak görmüş; birey artık mümkün olan en kısa zamanda çarpıcı bir etki uyandırabilmeyi amaçlamaya başlamıştır. Bu noktada “fark edilir olma arzusunun” temel motivasyon kaynağı olduğunu söylemek mümkündür. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine baktığımızda, piramit beş ana kategoriye ayrılmaktadır. Bizi burada ilgilendiren kategori ise üçüncü basamakta yer alan sosyal ihtiyaçlardır. Sosyal ihtiyaçlar, içerisinde aidiyet, sevgi, kabul görme ve sosyal yaşam gibi unsurları barındırmaktadır. Konumuza dönecek olursak birey karnı doyduktan ve güvenli bir yere geçtikten sonra kabul görme ve takdir edilme ihtiyacını tatmin etmeye çalışacaktır. Yaşanan ekonomik dönüşümler sonrası tüketimin sosyal hayatın merkezine konuşlanması ile bazı kesimler için takdir görme arzusu, tüketim metaları aracılığıyla kişinin doyuma ulaşmasını sağlayabilmeye başlamıştır.

 Toplu tüketim, ABD’de diğer dünya ülkelerine göre daha erken başlamıştır. Böylece toplumsal olarak yeni şekillenen tüketim anlayışı her yere daha kolay nüfuz etme imkanı bulmuştur. Amerikan rüyası konsepti üzerinden kendini var eden Amerika, (bahçeli bir ev, güzel bir iş, bir araba, bir eş) sürekli tüketim mekanizmaları üzerinden kendini yücelten bir anlatı oluşturmuştur.

 İstifçilikte olduğu gibi aşırı tüketim ise atık maliyetinin oluşması, kişinin hayat kalitesinin bozulması, tasarrufa engel olması, bireysel ve toplumsal kaynakların boşa kullanımı gibi hem bireysel hem de toplumsal bazı sorunlara yol açar. İsraf durumunda yeni ürünle çöpe giden eski ürün söz konusudur. İstifleme hususunda ise farklı çeşit bir israfın söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Bu nokta da tüketicinin yaşam pratikleri önem kazanmaktadır.

 Bölümde yer alan ikinci kişi ise Nancy’dir. 1994 yılında kızı trajik bir şekilde öldürülmüştür. Ve o günden beri kırık porselenleri dahi evinde tutmaya devam etmektedir. Kocası sağlık sorunları yüzünden evden taşınmak zorunda kalmıştır. Nancy, yaşadığı travma sonrasında, geçmişe obsesif bir bağlılıkla yaşamaktadır. Ancak artık hayatını ve eşinin hayatını geri almak istemektedir.

 İstifçiliğin psikolojik yönüne tekrar döndüğümüzde istiflenen her meta sahiplik duygusunu güçlendirmektedir. Sahiplenme duygusu altında üç temel olgu vardır. Bunlar: yarar ve etki, kişilik ve kimlik ve son olarak yer-mekan-mülkiyet sahibi olmadır. Pişmanlık yaşama endişesinin benlik duygusunun bir uzantısı olduğu göz önüne alındığında bu endişe istifleme sonrasında ciddi oranda azalma gösterir. İstifçilik bağlanmaya yol açar ve maddeden kopma kaygısı yaratır. Tüm bunları düşündüğümüzde istifçilik birey için kişisel yarar ve çevreye karşı hakimiyet sağlayacağı için dışsal tatmin yaratmaktadır. Aynı zamanda kimlik tanımlama hususu diğer bir köşede durmaktadır. 

 Bölüm sonunda Terry, anı ve fotoğraflarını istiflediği diğer ürünler yerine kurtarmıştır. Bu durum bize metalarla doldurulmaya çalışılan şeyin anılar ve ilişkilerde yaşanan tatminsizlikler olduğunu gösterir. Günün sonunda iki kadında ailesiyle birlikte zaman geçirmeyi öncelemiş ve geçmişi bırakıp hayatlarında yeni bir sayfa açmışlardır. İstifçiler her bölümüyle yaşadığımız dönemin insan, tüketim kültürü ve hayat pratikleri üzerinde nasıl bir değişim ve dönüşüme sebep olduğunu vurucu bir şekilde seyirciye sunmaktadır. Bunu yaparken mülkiyet kavramını, aidiyet, sahiplik ve meta gibi kavramlar üzerinden şekillendirmekte ve incelenecek ya da üzerine düşünecek pek çok yeni vaka ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA:

  1. Discovery Studios, 2010- 2014, Hoarding: Buried Alive (Türkçe adı: İstifçiler), 5.sezon, 5.bölüm ,The USA. 
  2. Grisham, Jessica R.; Frost, Randy O.; Steketee, Gail; Kim, Hyo-Jin; Hood, Sarah (2006). “Age of onset of compulsive hoarding”. Journal of Anxiety Disorders. 20 (5): 675–686.
  3. Frisby D.(2002). Georg Simmel (2nd edition). Routledge.
  4. Samuels, Jack; Costa, Paul T. (2012). “Obsessive-Compulsive Personality Disorder”. Widiger, Thomas (Ed.). The Oxford Handbook of Personality Disorders. Oxford University Press. s. 568.