Mitoloji, eskilerin inandığı anlamsız ve fantastik hikayelerden oluşan bir bütünden ibaret değildir. Tam aksine, insan dehasının ayrılmaz bir parçası olan anlama ve anlamlandırma çabasının sonucudur. Mitolojik bir hikâyeyi alıp en saf hâline getirdiğimizde karşımıza çıkan insanın benliğinden ve deneyimlerinden başkası olmayacaktır.
Mitoloji nedir? Mitoloji Kelimesinin Kökeni nedir?
İslam, Hristiyanlık, Musevilik gibi semavi dinler belli metinlere dayanır, temel iddialarını ve meşruiyetini bu metinlerden alır. Elbette bu dinlere mensup insanların paylaştığı inanışların tamamı kutsal kitaplarında yer almayabilir fakat bu yazılı metinler, Tanrı kelamı olarak kabul edilir ve dinlerin temel kaynağıdır. Semavi veya İbrahimi olarak adlandırdığımız sistemin dışında kalan dinlerde, inanç ve iddia yazılı bir kaynağa dayanmaz. Efsaneler, anlatılar ve inanışlar sonradan yazıya geçirilebilir. Ancak bunlar, söze, yani kuşaktan kuşağa aktarılan ve insanlar arasında yayılan, duyulan, işitilen kelama dayanır. Söz, inancın temel iddialarını taşır ve kuşaktan kuşağa aktarır. İşte bu söze mythos denir. Mitoloji terimi Yunanca mythos ve logos sözcüklerinin birleşiminden oluşur. Belli bir coğrafyada, kültürde veya inanç sisteminde görülen efsaneleri, inanç motiflerini ifade eder.
Sözün Yolculuğu: Mit nedir ve nasıl var olmuştur?
Sözün yolculuğu insan ile doğa arasındaki ilişkide başlar.
Bugün her ne kadar, doğayı domine eden canlılar olduğumuzu düşünsek de sahip olduğumuz medeniyet, doğadan korunmak için giriştiğimiz mücadelenin sonucudur. Zekâ, tarih boyunca insanın doğa karşısındaki yegane silahı oldu. Atalarımızın diğer hayvanlar gibi sivri dişleri, pençeleri yoktu. Kamufle olma, saklanma ve hızlıca kaçma becerisine de sahip değillerdi. Varlıklarını sürdürebilmeleri ise sosyal organizasyonlarıyla ve zekalarıyla mümkün olabildi. İnsan, hayatını sürdürebilmek ve soyunun devamını sağlayabilmek için gelişkin bir zekaya sahip olmak mecburiyetindeydi. Soyut kavramlar oluşturma yetisi, insanı diğer hayvanlardan ayıran zekanın ve hayatta kalma ihtiyacının doğal bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Alet Yapma ve Soyut Düşünme Yeteneği
İnsan, alet yapan tek canlı türü değildir. Diğer primat türlerinin, kargaların veya kunduzların buldukları dallarla, taşlarla alet yaptıkları bilinir. Fakat insanın becerisi alet yapmakla sınırlı değildir, onu aynı zamanda tasarlayabilir. Bir alet yapmaya karar verdiğinde, aletin bitmemiş hâlini kafasında canlandırabilir.
Alet tasarımı, insanın gelişiminde önemli bir yer tutar. Etrafındaki nesneleri kırıp yonttuktan sonra aletler ve tasarımlar yapabilen insan, fiziksel olarak dezavantajlı olduğu doğaya karşı bir avantaj kazanmıştır. Artık yağmur yağdığında bu duruma göstereceği tek tepki bir an önce kaçıp bir mağaraya sığınmak değildir. Kendisini yağmurdan koruyacak kulübeler inşa etmeye başlamıştır. Ya da büyük bir dal parçasını yontup yaptığı mızrakla kendini vahşi hayvanlar karşısında savunabilecek duruma gelmiştir.
Tüm bunlardan daha önemlisi, aleti tasarlamak, o esnada dünyada var olmayan bir şeyi hayal etmek anlamına gelir. Soyut kavramlar oluşturma yeteneği bu şekilde ortaya çıkmıştır. Soyut düşünebilen insanın doğayla ve etrafıyla ilişkisi, içgüdüsel ve reaksiyonel durumlardan ibaret değildir. Artık onlar üzerine düşünmeye başlar, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır.
Anlamlandırma Çabası ve İmge Oluşturma
İnsan, bir konu üzerine düşünürken gördüğü ve bildiği, aşina olduğu kavramları, nesneleri ve olguları kullanır. Keşfedilmemiş bir olguyu ise keşfetmiş olduklarıyla sembolize eder.
Eğer gök olaylarının ardındaki süreçler hakkında bilgilendirilmemiş olsaydık, muhtemelen yağmurun gökyüzünde yaşayan bir insan ya da hayvanın faaliyeti sayesinde mümkün olduğunu düşünürdük. Bulutların ardını ve içini göremediğimiz için buradaki boşluğu hayal gücümüzle doldurmamız gerekirdi. Hayal gücünün malzemesi de hâlihazırda bildiğimiz nesneler ve olgular olacaktı.
Bu anlamlandırma çabası, mit dediğimiz olguyu meydana getiren ve mümkün kılan temel unsurlardan biridir. Ancak düşünen insanın doğayla olan ilişkisi onu anlamaya çalışmaktan ibaret olmamıştır. Aynı zamanda onu etkilemek istemiştir.
Doğayı Etkilemek – Ritüelin Kökenleri
İçinde yaşadığımız zamanda, doğaya karşı kesin bir üstünlüğe sahip olduğumuza inanıyoruz. Ona karşı tutumumuz, umarsızca tahrip etmekle korumaya çalışmak arasında gidip geliyor. Fakat bir yandan, sahip olduğumuz tüm olanaklara ve üstünlük düşüncesine rağmen, doğa karşısında çaresiz durumdayız. Bir tsunami dalgası inşa ettiğimiz devasa binaları yerle bir edebiliyor ya da yarasadan kaynaklandığı söylenen bir virüs bütün yaşam alışkanlıklarımızı değiştirebiliyor.
Tüm bu modern olanaklara sahip olmadan önce, insan doğaya karşı büyük bir dezavantaj içinde olduğunun farkındaydı. Doğal işleyişi doğaüstü fenomenlerle açıklıyordu. Eğer bir ağaç rüzgarda devriliyorsa, bu ağaca öfkelenmiş görünmez bir insanın ya da hayvanın marifeti olmalıydı. Nihayetinde doğada olup bitenler insanın yaşamını etkiliyordu. Örneğin, günlerce süren şiddetli bir yağmur sığındığı yerde mahsur kalmasına sebep olabilirdi. Böyle bir durumda, yağmurun ardında olduğuna inandığı gücü etkilemesi ve yağmuru durdurması gerekirdi.
Eğer gök gürültüsünün yukarıda yaşayan bir hayvanın kükremesinden kaynaklandığını düşünüyorsa, bu hayvanla gündelik yaşamda karşılaşması hâlinde yerine getireceği pratikleri tekrarlaması gerekiyordu. Hayvanı memnun ederek kükremesini ve ardından gelen şiddetli yağmuru durdurabileceğine inanmışsa, ona kurbanlar sunması ve bir vahşi hayvanı sakinleştirirken yaptıkların tekrarlaması gerekirdi.
Mit, bu açıdan baktığımızda doğal bir kaygıdan doğmuştur. Nihayetinde ritüelin amacı, var olan duruma karşı pratik bir çözüm üretebilmektir. Doğaüstüne hitap eden bir faaliyet olsa da temelde doğal ve fiziksel durumlar vardır.
Kargo Kültü Örneği
II. Dünya Savaşı yıllarında, Amerikan uçakları Melanezya adalarında yakıt ikmali yapıyorlardı ve adalara bu amaçla havaalanları kurmuşlardı.
Uçakların adalara inmesi yerliler için daha önce hiç tatmadıkları besinlerle, görmedikleri eşyalarla karşılaşmak ve bunlara sahip olmak anlamına geliyordu. Gelip giden uçaklar; yerlilerin o zamanlara kadar tatmadıkları hazır besinleri, konserveleri, şekerlemeleri ve gramofon, radyo gibi aşina olmadıkları aletleri taşıyordu. Şüphesiz ki bu yerliler için doğaüstü bir deneyimdi.
Savaş bittiğinde uçakların bu adalara inmesi için bir sebep kalmadı. Ortada gayet rasyonel ve doğal bir durum vardı fakat yerliler uçakların aslında neden geldiğinden başından beri haberdar değildi. Uçakların buralara inmemesi, yerlilerin kargo adını verdikleri eşyalardan ve gıdalardan mahrum kalması anlamına geliyordu.
Yerliler, bu uçakların geri gelmesi için bambudan havaalanları inşa edip uçuş görevlisi gibi giyinmiş liderlerinin öncülüğünde ayinler yapmaya başladılar. John Frum adlı mesihin kargolarla dolu bir uçakla döneceğine ve adalarda yaşanan açlığın, kıtlığın bu şekilde sona ereceğine inandılar.
Kargo kültü, yukarıda anlatılan tüm meselelerin bariz bir örneği olarak kabul edilebilir. Yerliler, kargoların tekrar gelmesini arzuladıkları için, geldiği zamanlarda olanları taklit etmeye başlamış ve bu ritüellerin John Frum’un gelmesiyle sonuçlanacağına inanmışlardır. John Frum adının da o dönem adaya gelen görevlilerden birinin isminden türetilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Sonuç olarak; mitoloji bir anlama ve anlamlandırma çabasının sonucudur. Mitlerin kökenlerine indiğimizde ve nedenini sorguladığımızda, anlayamadığı fenomenleri aşina olduğu kavramlarla açıklamaya çalışan insanın çabası vardır.