- Korporatizm Kavramı
Korporatizm kavramı, liberalizm ile sosyalizm ideolojilerine alternatif olarak ortaya çıkan ekonomik ve siyasal boyutları olan düşünsel bir mekanizmadır. Otoritenin kutsallığı, mutlak yönetim anlayışı ve toplumun bir organizmaya benzetilmesi görüşü bu ideolojinin felsefi alt yapısını oluşturmaktadır. Korporatizm düşüncesi ilk etapta, sanayi kapitalizminin artan enerjisine ve sosyalist fikirlerin arttırdığı sınıf bilincine karşı cevap verme niteliği taşımıştır. Ancak ilerleyen süreç, siyasal ve iktisadi amaçları olan totaliter ve otoriter yönetimlerden beslenen bir ideoloji halini almasına neden olmuştur (Öztan, 2008: 515-537).
Korporatizm kavramı mülkiyet ve özel teşebbüse önem veren kapitalist üretim yönteminin etkinliğinin olduğu toplumu düşleyen bir sistem olarak kabul edilmektedir. Bu tanımdan yola çıkarak korporatizm için anti-sosyalist ve anti-Marksist bir düşüncedir ifadesini kullanabilmekteyiz. Aynı perspektif ile bu düşünsel yapıyı iktisadi ve siyasal felsefesi açısından dikkate aldığımızda anti-liberal olduğunu ifade edebildiğimiz gibi anti-kapitalist olmadığını söylememiz mümkün olacaktır (Parla, 2009: 102). Taha Parla, bu açıklamaları ile korporatizmin üçüncü bir seçenek olduğu düşüncesine karşı çıkmakta ve liberalizm ile sosyalizm arasında bir sentez oluşturamayacağını belirtmektedir. Çünkü ona göre korporatizm, kapitalizmin bir eşdeğerini oluşturmakta ve kapitalizmin sorunlarının bir sonucunu doğurmaktadır (Parla, 2009: 103). Her ne kadar Parla, korporatizmin üçüncü bir seçenek olmadığını ifade etmiş olsa da genel kanı bu düşüncenin tam tersini oluşturmaktadır. Öyle ki Zafer Toprak, liberalizm ile sosyalizm arasındaki sorunların ortadan kaldırılarak adalet ile özgürlüğün aynı çatı altında sentezinin oluşturulmasını korporatizmin ana meselesi olarak açıklamaktadır. Ona göre, mülkiyet ve özel teşebbüse engelleme olmadan liberalizm ile sosyalizm arasındaki orta yolu bulma meselesi olan korporatizm, iktisadi açıdan devletin müdahale etme hakkını savunan, işçi sınıfını gözeten, sınıf çatışmasının oluşmasını engellemeye çalışan, uzlaşmacı ve dayanışmacı bir düşünsel yapıyı oluşturmaktadır (Toprak, 2017: 310-327).
Korporatizm 19. yüzyıldaki ekonomik ve sosyal sorunlardan faydalanmıştır. Bu süreçte korporatizmi sorun çözücü bir seçenek olarak kabul edenler meslek kuruluşlarının sosyal, iktisadi ve siyasi sorunları önlediğini savunarak meslekçilik üzerinde yoğunlaşmışlardır. 20. yüzyılı takiben devlet merkezli iktisadi politikalar taraf bulmuş ve kalkınma programı olarak korporatizm yükselişe başlamıştır. Korporatizmin yükselişi aşamasında dünya siyasetinde ön planda olan otoriter-totaliter rejimlerin varlığı kadar 1929 ekonomik buhranı da etkili olmuştur (Öztan, 2008: 515-537).
Korporatizm uygulandığı devletler de toplumsal ve iktisadi hedefler adına kullanılan paradigmalar genel olarak işçi-işveren konfederasyonları arasında devletinde katılımcı olduğu toplumsal anlaşma şeklinde ilerlemektedir. Anlaşma ve uyumun olması korporatizmin toplumsal açıdan olumlu tarafını yansıtmaktadır. Ancak toplumsal uyum iktisadi hedeflerin gerçekleşmesi ile daha anlamlı olmaktadır. Bu nedenle korporatist ülkelerin iktisadi politika hedeflerine ulaşabilmesi de son derece büyük önem taşımaktadır (Makal, 2002: 173-181).
2. Osmanlı’dan Cumhuriyete Korporatizm Tartışmaları
Tesanüd kelimesi hem Meşrutiyet devri hem de Cumhuriyet devri toplum felsefesini yansıtmaktadır. Solidarizm ya da genel kullanımı ile tesanüdçülük, İttihatçılardan tek partili Cumhuriyet devrine miras kalan önemli bir öğreti olarak karşımıza çıkmaktadır. Birinci Dünya Savaşı zamanında “Yeni Mecmua” solidarizm ile ilgili yazılar yazarak bu düşüncenin üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dergi de Ziya Gökalp, Tekin Alp, Necmettin Sadık, Mithat Halim Sabit, Ahmet Emin, M. Zekeriya gibi isimler yoğun yazılar yazmış olsa da solidarizm ile ilgili iki isim ön plana çıkmaktadır: Ziya Gökalp ve Tekin Alp. Ziya Gökalp solidarizmi, “ictimai halkçılık” olarak ifade etmektedir. Ona göre solidarist düşünce milli bir meslek ve milli bir öğreti olarak Türk hukukunun doğasından beslenmektedir (Toprak, 2017: 310-327). Gökalp’e göre milli dayanışmanın güçlenmesi için vatani ahlak, medeni ahlak ve mesleki ahlakın geliştirilmesi en önemli vazifedir. Vatani ahlakın kuvvetli olması milli dayanışmanın en temel koşulunu oluşturmaktadır. Vatani ahlakı, milli mefkûre ve görevlerden oluşturulan ahlak olarak belirtmiştir. Diğer önemli aşama ise medeni ahlakın güçlenmesidir. Medeni ahlakın güçlenmesi için sadece Türk milletine değil diğer milletlere de saygı göstermek gerekmektedir. Ona göre, vatan ve millet seviliyorsa millettaşlar da sevilmelidir. Bu iki önemli aşamadan sonra diğer önemli aşama ise mesleki ahlakın güçlenmesidir. Gökalp’in mesleki ahlak öğretisine göre, her toplum sosyal bir iş bölümü çerçevesinde uzmanlık alanlarına ayrılır. Bu meslekler birbirine ihtiyaç duymakta ve dolayısıyla toplumsal tesanüd oluşmaktadır. Bu tesanüdün güçlenmesi için de ortak vicdana sahip bir toplum oluşturulmalıdır. Tüm bunlara ek olarak meslek toplulukları tüm meslek zümrelerini kapsayan milli teşkilatlar oluşturmalı ve her mesleğe göre kuralların oluşturulması gerekmektedir (Gökalp, 2014: 102-108). Gökalp’in solidarizm anlayışı sosyal devlet düşüncesine yakın unsurlar taşımaktadır. Ona göre liberal bir devlet veya jandarma devleti yetersiz bir unsur olmaktadır. Devlet sosyal hayatta aktif olarak düzenleyici ve yol gösterici bir vazife taşımalıdır. Kişi özgürlüğü ve sosyal adalete aynı imtiyazların verilmesinin gerekliliğinin altını çizerken bunu ferdi mülkiyet ile ictimai mülkiyetin sentezlenmesi ile mümkün olduğunu ifade etmektedir. Gökalp’in savunduğu solidarist düşünce Fransız toplumbiliminin etkisinde olmuştur. Solidarizm, Durkheim’in öğretilerinde önemli bir kavram olarak görülmektedir (Toprak, 2017: 310-327). Durkheim, solidarizm düşüncesinde Saint Simon, Proudhon ve Louis Blanch gibi isimlerden etkilenmiştir. Onun düşüncesine göre, korporasyon siyasal mekanizmanın temel yapısını oluşturmaktadır. Sanayi toplumlarının ilerlemesinin ardından eski siyasal örgütlenmelerin önem kaybettiğini savunmuş ve bölgesel ayrımların değerini kaybettiğini vurgulamıştır. Onun önerdiği sistemde ise korporasyonlara mecburi üyelik uygulanacak ve farklı meslek gruplarına ait olmaktan ortaya çıkan dayanışma ile ahlaki ve entelektüel bir birliktelik sağlanacaktır. Gökalp’in de Durkheim’den etkilenmesini göz önüne aldığımızda toplumun gelişimini ve evrimini bu doğrultu da tanımladığını söylememiz gerekmektedir. Bu doğrultu da Gökalp, Türk toplum yapısının cemiyet türüne ait olduğunu ve ilerleyen süreçte kurulmasını öngördüğü korporatif sistemler ile bu cemiyet düşüncesinin korporatif toplum düşüncesine evrileceğini savunmaktadır (Toprak, 2019: 371-376). Tanıl Bora, Gökalp’in Durkheim öğretisini muhafazakârlaştırarak yorumladığını ifade etmiştir. Durkheim düşüncesinde modern toplumsal sorunu, toplumu ve toplumla birlikte kolektif bilinç kavramını ele almıştır. Ancak Gökalp, Osmanlı’nın dağılmasını sorununu gündemine alarak, toplum kavramı yerine millet ve kolektif bilinç kavramı yerine de milli vicdan kavramına odaklanmıştır. Aynı zamanda Durkheim bireyselliğe karşı toplumsal sorumluluk duygusuna sahip evrensel bir birey yaratmaya çalışırken Gökalp, bireyin üstünde cemiyet kavramına odaklanmış ve ahlakın amacını bu şekilde çözmeye çalışmıştır (Bora, 2018: 47).
Tekin Alp’te Alman sosyal demokrat fikir hareketinden etkilenmiş ve solidarizm üzerinde yazılar yazmış olan İttihatçıdır. Düşüncelerinde sosyal demokrat fikirlerinin yansıması bulunmaktadır. Tekin Alp düşüncesinde sosyalist fikri eleştirir ve ferdi mülkiyet yerine cemiyet mülkiyetinin tek tip mülkiyet ilişkisini yarattığını ve bunun da uzun ömürlü olamayacağını ifade etmektedir. Oysa ona göre, bireysel mülkiyetin yanında toplumsal mülkiyete de imkân tanınmalıdır. Sosyal ve hukuki düzen devam ederken aksayan yönler olduğunda doğal akışa müdahale edilmeli ve düzeltilmelidir. Aksi halde inkılâp yapılmasına karşı durmaktadır. Tekin Alp’e göre dünya savaşları sosyal darwinizmden dolayı yaşanmaktadır. Bu tarz savaşların solidarizm ile önlenebileceğini savunmakta ve toplumu uyum içinde yaşayan bir organizma olarak tanımlamaktadır (Toprak, 2017: 310-327). Organizmacı düşünce korporatizmin beslendiği paradigmalardan birini oluşturmaktadır. Bu düşünceye göre, toplum biyolojik bir olay olarak ele alınır, birey ve kurumlardan ayrı olarak düşünülür. Dolayısıyla toplumun tüm organik varlıklar gibi ayrı bir düşünce yaşam tarzı olduğu benimsenmiştir. Korporatist düşünce de toplumu organik bir bağ ile birbirine bağlayarak uyum ve dayanışma halinde olmasını gerektiğini savunmuştur (Öztan, 2008: 515-537). Meşrutiyet yıllarındaki düşünsel yapının arka planına baktığımızda Darvinizm evrim teorisinin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Evrimci düşünceden beslenen ve etkilenen Meşrutiyet düşünürleri toplumu bir organizma olarak ele almış ve toplumlarında değişebileceği prensibinden beslenmişlerdir. Comte, Durkheim, Spencer, Le Bon gibi isimleri okuyan ve düşüncelerini bu perspektif ile şekillendirerek Osmanlı’yı yıkılmaktan kurtarmayı planlayan Türk düşünce insanları (Beşir Fuad, Hoca Tahsin, Ahmet Rıza, Mustafa Suphi…) bu bağlamda evrimci teorinin paradigmalarından beslenerek düşüncelerine dayanak oluşturmuşlardır. Ancak bu aşamada ki en önemli mesele bu fikir hareketlerinin ne denli anlaşılıp anlaşılmayacağı olmaktadır. Derinlemesine bir sentezleme ve fikir alışverişinin olmaması Osmanlı düşünsel alt yapısının ana sorunlarından birine dikkat çekmektedir.
Solidarizm ile gündeme gelen meslekçilik meselesi üzerine de yazılar yazılmıştır. Ziya Gökalp’in meslekçilik meselesi toplumu bir organizma olarak ele alması ile şekillenmiştir. Buna bağlı olarak mesleki gruplara önemli görevler vermiş ve toplumun ilerlemesi için iş bölümü ve uzmanlaşma ile dayanışmanın ortaya çıkacağını savunmuştur. Toplumun meslek grupları ile birbirine bağlı olacağını ve dayanışmanın bu şekilde artacağına inanmıştır. Mesleki dayanışmanın ahlaki bir çerçevede olması gerektiği üzerinde durmuş ve böylece milli bir ekonomi ve sermayenin oluşacağını savunmuştur. İsmail Hakkı, meslek ahlakı üzerinde yoğunlaşmış ve meslekler arasındaki dayanışma sayesinde Türk toplumunun ahlaki kaostan kurtulacağını belirtmiştir. Necmettin Sadık da toplum için ahlak meselesi üzerinde durmuş ve ülkenin genel olarak büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğunu belirtmiştir. Savaşların insanları bireyselleştirdiğini ve kişisel çıkarların ulusal çıkarların üstünde bir rol aldığını söylemiştir. Var olan bu ahlak meselesinin mesleki ahlakın geliştirilmesi ile aşılabileceğinin altını çizmiş ve Osmanlı toplumsal yapısında mesleki korporasyonların eksikliğinden dolayı mesleki ahlakın gelişmediğini savunmuştur. Dolayısıyla çözüm olarak mesleki sınıfların gelişimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Mithat Metya ise meseleyi sanayi toplumlarının bir sorunu olarak görmüştür. Ona göre Fransız ve sanayi devriminin üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa dahi ahlaki kargaşanın aşılamamış olması kişisel çıkarcılık düşüncesini ve ahlaki çöküntüyü artırmıştır. Çözüm olarak toplumsal dayanışma kuvvetlendirilmeli ve mesleki özendirme üzerinde durulmasını önermiştir. Osmanlı’nın yaşanan kargaşalara rağmen dirençli olmasını esnaf teşkilatına bağlamış ancak batılılaşma faaliyetlerinin bu teşkilatı olumsuz etkilediğinin ve Osmanlı kaynaklarını yok ettiğinin altını çizmiştir. Bu düşünceler ışığında İttihatçı cephe mesleki temsil üzerinde de yoğunlaşmıştır. Kör Ali İhsan korporatif bir oluşum önermiş ve mesleki dayanışmadan yoksun olan ülkenin mesleki temsil ile kuvvetlenmesinin altını çizmiştir. Ülkede, Batı’da olduğu gibi toplumsal sınıflar olmadığından sınıf meselesi daha kolay çözülecektir. Yunus Nadi ise halkın demokrasi de etkin olmasının yeterli olmadığını mesleki temsilcilerin tüm halkı kapsayacak bir yapı olacağını savunmuştur. Ona göre meslek sınıfları birbirini dışlamak yerine korumayı tercih edecek ve toplumsal dayanışma bu şekilde güçlenecektir. Mesleki temsil meclis gündemine taşınsa dahi Mustafa Kemal gözünden taraf bulamamıştır (Toprak, 2019: 371-376). 1923 İzmir İktisat Kongresi’nin oluşumu korporatif düşüncenin izlerini taşımış ve Meşrutiyet’in düşünsel birikiminin Cumhuriyet’e devretmesi gözlemlenmiştir. Kongrenin mesleki temsile göre düzenlenmiş olması bu bağlamda dikkat çekici olmuştur. Cumhuriyet devrinde korporatizm düşüncesinin önemli isimlerinden biri olan Mahmut Esat Bozkurt’un bu tavrı Mustafa Kemal tarafından olumlu bir karşılık bulamamıştır (Makal, 2002: 173-181). Ancak tüm bunlara rağmen mesleki düşünce ve mesleki temsil Cumhuriyet’in ilk devrinde taraf bulmuştur. Muhittin Birgen ve arkadaşlarınca çıkarılan Meslek dergisi bunun en net örneklerinden biri olmuştur. Meslek dergisi etrafında birleşenler toplumdaki sınıfları olgu olarak ele alarak siyasal parti ve demokrasi temelli seçim sisteminin eksik olduğunu belirtmişlerdir. Devlet ve halk arasında meslek gruplarının aktif olmasını yeni bir parlamenter sistem ile mesleki temsilin varlığını savunmuşlardır. Meslek dergisinin bu düşünsel aktiviteleri Âli İktisat Meclisi’nin kurulması ile karşılık bulmuştur (Toprak, 2019: 371-376). Bu bağlamda “İzmir İktisat Kongresi, Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu, Âli İktisat Meclisi’nin kurulması, İzmir İşçi ve Esnaf Kurumları Birliği, Basın Birliği ve İş Kanunu” çalışmaları Cumhuriyet dönemi korporatizm ve meslekçilik düşüncelerinin gündeme geldiği ve tartışmalarının yaşandığı meseleler olmuştur (Makal, 2002: 93). Bunlara ek olarak 1930’lu yıllarda gerçekleştirilmeye çalışılan “köycülük” oluşumu korporatist düşüncenin dayandığı bir fikir olmuştur. Korporatist düşünceyi savunanlarca ortaya atılan bu fikir köy hayatının sorunlarına çözüm üretmek adına oluşturulmuş ve köylüyü “milletin efendisi” olarak nitelendiren bir proje olarak planlanmıştır. Bu plan ile köylünün kapitalist sisteme eklenmeden köyde durması öngörülmüştür. Bu düşünceler etrafında şekillenen “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” uzun süre sonunda 1945 senesinde kanunlaştırılmış ve Demokrat Parti ile korporatist fikrin siyasal fikrinin bertaraf olmasına neden olmuştur (Kansu, 2019: 253-267).
Korporatizm tartışmalarını İslamcı bir bakış açısı ile değerlendirdiğimizde Türk-İslam devletleri, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet dönemini oluşturan siyasal kültürün devleti, toplumsal yapıyı koruyan ve kontrol eden bir mekanizma olarak ele alması son derece etkili olmuştur. Öyle ki Meşrutiyet devri düşünce akımlarında Ahmet Rıza isminin ön plana çıktığı pozitivist düşünce de İslam ve Batı sentezinin olması İslamcı düşüncenin beslendiği paradigmalardan birini oluşturmaktadır. Yine Ziya Gökalp ve Necmettin Sadak gibi isimlerin Türkçülük düşüncelerinde Batı ve Doğu sentezinin olması ve Doğu sentezinde İslamcılık düşüncesinin etkisi bu temel paradigmalardan birini oluşturmaktadır. Buradan hareketle devletin devamı için toplumsal dayanışmanın esas alınması fikri ve uyumlu bir toplumsal düzenin organizmacı düşünceden beslenmesi Meşrutiyet devrinin bir mirası olarak Cumhuriyet devlet prensibinde de benimsenmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devam eden bu korporatist bakış açısını İslamcı düşünce, Osmanlı ve İslam sentezinin yarattığı siyasal kültürden kaynaklandığını savunmaktadır. Bu düşüncelere bağlı olarak Cumhuriyet’i Batıcı bir tavır ile Osmanlı toplumun siyasal, kültürel ve toplumsal açıdan yeniden düzenlenmesi olarak ifade etmişlerdir (Çaylak&Çelik, 2008: 55-70). Şerif Mardin de bu konuda Meşrutiyet dönemi fikirlerinin arka planında İslami kaynakların olduğunu ve bunun genellikle göz ardı edildiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak Mardin’e göre genel olarak üzerinde durulması gereken mesele Meşrutiyet dönemi düşüncelerinin temelinde entelektüel eksikliğin göze çarpması olmalıdır (Mardin, 2017: 454). Tanıl Bora ise entelektüel eksiklik meselesini alarmizm-aceleci tavır çerçevesinde değerlendirerek dönemin düşünsel altyapısını analiz etmiştir (Bora, 2018: 36).
3.Sonuç
Osmanlı Devleti’nin son devrinde oluşturulmaya çalışılan sosyolojik alt yapının temel düşüncelerinden biri solidarist düşünceden etkilenilerek oluşturulan tesanütçü düşünce olmuştur. Osmanlıcılık fikri ile bu son dönemde ayrışmasız bir toplum yapısı oluşturmak istenmiştir. Bu fikir kalabalığının içinde toplumsal dayanışmayı ve bu şekilde ilerlemeyi kabul eden tesanütçülük Cumhuriyet’in ilk yıllarında da kendisine taraf bulmuştur. Temelinde toplumsal ayrışmayı kabul etmeyerek dayanışma odaklı bir fikir olan tesanütçülük, devletçi ekonomi ve halkçılık fikirleri ile de birbirine dayanak oluşturmuştur. Ancak buradaki asıl mesele Meşrutiyet devrinden itibaren bu fikrin ne kadar anlaşılıp anlaşılamayacağı olacaktır. Önemli temsilcilerinden biri olan Gökalp’in düşüncesini beslerken Durkheim’in iş bölümü ve toplumsal dayanışma fikrini yanlış yorumladığını yukarıdaki paragraflarda değinmiş ve temel yanlışlıklar üzerinde yoğunlaşmıştık. Böyle bir düşünsel arka planda hayata geçirilmesi düşünülen ve Cumhuriyet’i kuran isimlerin Meşrutiyet mirasından etkilenmesi göz önüne alındığı vakit sosyolojik boyutta derine analiz yapılamaması meselesi büyük bir sorun olarak arka planda devam etmiştir. Dolayısıyla otoriter mekanizmayı kuvvetlendiren bu düşünce Türk siyasi fikrine yansırken de bu paradigmaları esas almış ve merkezi kuvveti öngören korporatizm olarak benimsenmiştir. Cumhuriyet düşüncesinin resmi ideolojisini oluştururken, farklılıkları göz ardı ederek, mesleki bütünlük etrafında toplumsal dayanışmayı savunan ve herkesin kabul ettiği ortak bir ideoloji fikrinin oluşumu düşünüldüğünde Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e bu fikrin devam edişi daha net anlaşılabilmektedir. Sonuç olarak korporatizm ile toplumsal dayanışma fikri etrafında siyasal otoritenin kuvvetlendiğini, tek tip bir ideolojik ve iktisadi bakış açısının miras olarak devrolduğunu ve bu bağlamda resmi ideolojinin oluşturulmaya çalışıldığını söylemek mümkün olmaktadır.
KAYNAKÇA
Adem Çaylak & Adem Çelik, “Osmanlı Modernleş(tir)mesinden Cumhuriyet Modernleş(tir)mesine Geçiş: Tarihsel/Teorik Bir Okuma”, Muhafazakar Düşünce Dergisi, S: 18, 2008, s. 55-70.
Ahmet Makal, Türkiye’de Tek Parti Dönemi ve Korporatizm Tartışmaları, Toplum ve Bilim, S. 93, 2002, s. 173-181.
Aykut Kansu, “Türkiye’de Korporatist Düşünce ve Korporatizm Uygulamaları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, C: 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 2019, s. 253-267.
G. Gürkan Öztan, “Korporatizm: Özgünlükten Yoksun Bir Üçüncü Yol Vaadi”, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, Ed: H. Birsen Örs, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s. 515-537.
Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları.
Taha Parla, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, İstanbul: Deniz Yayınları, 2009.
Tanıl Bora, Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İstanbul: İletişim
Yayınları
Zafer Toprak, “Osmanlı Devleti’nde Korporatif Dünya Görüşü: Meslekçilik”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C: 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 2019, s. 371-376.
Zafer Toprak, “Osmanlı’da Toplumbilimin Doğuşu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, C.1, İstanbul: İletişim Yayınları, 2017, s. 310-327.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün
Esasları, İstanbul: Ötüken Yayınları.