“Sinema Bana Göre Yalnızca Bir Sanat Formu Değil; Aynı Zamanda Bir Söz Söyleme, Bir Duruş Sergileme Alanı” – Serpil Altın’la Söyleşi

Dünya prömiyerini 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştiren, yönetmenliğini Serpil Altın’ın, yapımcılığını Korhan Uğur ve Serpil Altın’ın üstlendiği bilimkurgu filmi “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”, gelecekte iklim krizinin yol açtığı kıtlık sebebiyle insanlığın kendini içerisinde bulduğu yeni koşullarda hayatını sürdüren bir ailenin hikâyesini konu ediniyor. Bir Zamanlar Gelecek: 2121; Amerika (6 farklı ödül), İngiltere, İtalya (3 farklı ödül), Avustralya, Güney Kore, Almanya, Kanada ve Ekvator’dan toplam on beş ödül aldı. Porto Riko, Portekiz, Brezilya, Rusya, Kanada, İspanya ve Romanya film festivallerinin resmi seçkilerinde yer aldı. İlknur Burcu Keser’in Serpil Altın’la gerçekleştirdiği söyleşiyi ilginize sunuyoruz.

İlknur Burcu Keser: Söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Doğrudan filmle ilgili sorulara geçmeden önce ekolojik mücadeleye dair birkaç soru sormak istiyorum. Günümüzde “çevre dostu bireysel alışkanlıkların” yaygınlaştırılması sıkça çözüm olarak sunuluyor: duşta az su kullanmak, plastik yerine kâğıt pipet tercih etmek, deodorant ve parfüm kullanımını azaltmak gibi… Bunlar elbette önemli çözümler olabilir. Fakat aynı anda altın madenleri su kaynaklarını kirletiyor, burjuvaların özel jetleri iklim adaletsizliğini derinleştiriyor. Doğaya en büyük tahribatı sermayenin enerji, maden ve inşaat gibi yatırımları yapıyor. Sizce sınıf bilinci ve sınıf mücadelesinden bağımsız bir ekolojik hareket ne kadar başarılı olabilir?

Serpil Altın: Söyleşi teklifiniz için ben teşekkür ederim. 🙂

Ekolojik hareketin sınıf bilincinden kopuk, yalnızca bireysel çözümler üzerinden ilerlemesi bana eksik görünüyor. Çünkü doğayı korumak, aslında sınıfsal eşitsizlikleri de sorgulamayı gerektiriyor. Ekoloji mücadelesi ile sınıf mücadelesi birbirine bağlı; sermaye düzenini ve tüketim kültürünü sorgulamadan gerçek bir dönüşüm yaratmak mümkün değil.

Benim için çevre bilinci, yalnızca “çöpümü geri dönüştüreyim” meselesi değil; aynı zamanda daha adil, daha eşitlikçi, doğayla uyumlu bir yaşamı talep etmek. Bu yüzden, ekolojik hareketin sınıf bilinciyle birleştiğinde güçleneceğine inanıyorum.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Filmden Bir Kesit

İlknur Burcu Keser: John Bellamy Foster’ın Karl Marx’a atıfla geliştirdiği “metabolik yarılma” kavramı, kapitalizmin doğa üzerindeki yıkıcı etkisini anlamak için önemli bir çerçeve sunuyor. Sizce ekolojik mücadeleyi sınıfsal zeminden koparmak, kapitalizmin ve sermayedarların doğa tahribatındaki sorumluluğunun görünmez kılınmasında bir araç değil midir?

Serpil Altın: Bana göre de John Bellamy Foster’ın “metabolik yarılma” kavramı çok çarpıcı bir gerçekliği işaret ediyor: Kapitalizm, insan ile doğa arasındaki dengeyi koparıyor ve bu kopuşu sürekli derinleştiriyor. Kapitalist üretim modeli, doğayı sınırsız bir kaynak deposu gibi kullanırken, aynı zamanda yaşamın devamı için gerekli ekolojik döngüleri kırıyor.

Dolayısıyla ekoloji mücadelesini sınıfsal zeminden koparmak az önceki soruda da belirttiğim gibi bana göre çok tehlikeli bir yanılsama yaratıyor. Çünkü bu durumda asıl sorumlular -yani sermaye sahipleri, enerji ve maden şirketleri, büyük inşaat yatırımları- görünmez hale geliyor. Bireylerin tüketim alışkanlıklarına odaklanıp sistemi aklamak, aslında tam da kapitalizmin işine yarıyor.

Benim için çevreyi savunmak, yalnızca bir “yeşil hassasiyet” değil, aynı zamanda sermaye düzenine karşı durmak anlamına geliyor. Bu sebeple sanatı, sinemayı farkındalık öğesi olarak kullanmayı tercih ettim. Ekoloji hareketi sınıfsal boyutuyla birlikte düşünüldüğünde gerçek bir dönüşüm potansiyeli taşıyor. Aksi halde, mücadele yüzeyde kalıyor ve kapitalizmin doğa üzerindeki yıkıcı etkisini perdelemekten öteye geçemiyor.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Filmden Bir Kesit

İlknur Burcu Keser: Distopyalar çoğunlukla bir tür politik uyarı olarak görülebilir: “Bakın, eğer böyle devam ederseniz ileride yaşayacağınız düzen budur.” şeklinde bir mesaj çıkarılabilir. Bir Zamanlar Gelecek 2121’de günümüz dünyasında otoriterleşme, iklim krizi, gözetim, baskı, bireysel hayata katı müdahaleler… hepsi mevcut. Sizce sinema bu koşulları yansıtırken bir “politik manifesto” olabilir mi? Sizin böyle bir amacınız var mıydı?

Serpil Altın: Benim için distopya anlatıları yalnızca geleceğe dair bir hayal değil, bugünün gerçekliklerine dair güçlü bir uyarı niteliği taşıyor. Bir Zamanlar Gelecek: 2121’i çekerken de aklımdaki şey tam olarak buydu: İklim krizi, otoriterleşme, gözetim, baskı, insanların en temel haklarına yönelik müdahaleler… Bunlar uzak bir geleceğin ihtimalleri değil, aslında bugün yaşadığımız dünyanın yansımalarıdır.

Sinema bana göre yalnızca bir sanat formu değil; aynı zamanda bir söz söyleme, bir duruş sergileme alanı. Bu anlamda, evet, sinema bir “politik manifesto” olabilir. Ama ben filmi doğrudan bir bildiri metni gibi kurgulamadım. Daha çok seyircinin kendisini o dünyanın içinde bulmasını, “Eğer bu düzen böyle devam ederse biz de aynı şeyleri yaşayabiliriz” diye sorgulamasını istedim.

Dolayısıyla Bir Zamanlar Gelecek: 2121, benim açımdan hem sanatsal hem de bir ifade biçimidir. Bir manifesto gibi doğrudan slogan atmıyor ama seyirciyi düşünmeye, bugünü yeniden değerlendirmeye çağırıyor.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Alışıldık distopyalarda kahramanların tüm çabasına rağmen sisteme yenildiğini, düzeni kabullendiğini görüyoruz çoğunlukla. Ernst Bloch ise Umut İlkesi’nde distopyaların bile ütopya kıvılcımı taşıdığını söyler. Bir Zamanlar Gelecek 2121’de de özellikle son sahnedeki saygı duruşu anonsuna itaat edilmemesi ve elma sahnesinde bir direniş işareti var. Sizce umudun distopik anlatılardaki işlevi nedir?

Serpil Altın: Benim için distopya anlatılarında umudun çok özel bir işlevi var. Çünkü distopyalar sizin de ifade ettiğiniz gibi genelde karanlığı, baskıyı, yenilgiyi gösterir. Ama eğer orada en küçük bir umut kıvılcımı yoksa, o hikâye sadece bir çaresizlik tablosuna dönüşür. Seyircinin de izledikten sonra elinde hiçbir şey kalmaz. Sizin filmimizle ilgili bu tespitiniz için çok teşekkür ederim, beni çok mutlu etti.

Bir Zamanlar Gelecek: 2121’de özellikle son sahnede -saygı duruşu anonsuna itaat edilmemesi ve elma sahnesi- benim için çok bilinçli tercihlerdi. Çünkü karanlığın içinde bile direnişin, itaatsizliğin, hayır deme cesaretinin var olduğunu göstermek istedim. Bu günlerde Nepal’de olanlar da içimize su serpmedi mi? Ernst Bloch’un söylediği gibi, “distopyaların içindeki ütopya kıvılcımı” seyircinin zihninde yanarsa, bugüne dair bir dönüşüm ihtimali doğar.

Yani benim için umut, distopik anlatılarda seyirciyi pasif bir izleyici olmaktan çıkarıp, aktif bir şekilde düşünmeye, “Ben olsam ne yapardım?” diye sorgulamaya davet eden bir güçtür. Umut, distopyayı sadece karamsar bir gelecek tasviri olmaktan kurtarıp, bugünü değiştirmek için bir çağrıya dönüştürüyor.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Filmin başında ev halkı fark etmese de daha sonra sistem tarafından dinlendiklerini ve gözetlendiklerini öğreniyorlar. Bu durum Foucault’nun “panoptikon” kavramıyla ve günümüzün dijital gözetim toplumlarıyla nasıl ilişkilendirilebilir?

Serpil Altın: Bahsettiğiniz sahnelerin kurgusu Foucault’nun “panoptikon” kavramıyla çok doğrudan ilişkili: birey kendisini gözetleyen gözün nerede olduğunu bilmez, ama sürekli izlenme ihtimali davranışlarını belirler. Yani görünmez bir baskı mekanizması, insanın en kişisel alanına kadar sızar.

Bugün de dijital gözetim tam olarak böyle işliyor. Sosyal medya, telefon uygulamaları, kameralar, algoritmalar… Bize “özgürce” yaşıyormuşuz gibi hissettiriyor ama aslında verilerimiz toplanıyor, davranışlarımız yönlendiriliyor. Ev halkının yaşadığı o fark ediş anı, bugünün dijital toplumlarının bir metaforu: Biz de ancak bazı anlarda, bir veri sızıntısı olduğunda ya da hesaplarımızın izlendiğini öğrendiğimizde, o büyük gözetim ağının farkına varıyoruz. KVKK’ya selam olsun. 🙂

Bir Zamanlar Gelecek: 2121’de bunu göstermek istedim. Çünkü bana göre asıl tehlike, gözetimin sadece “devletin zoruyla” değil, teknolojinin gündelik hayatımıza entegre olmasıyla çok daha içselleştirilmiş bir hale gelmesi. Yani panoptikon artık sadece hapishane değil; evimizin salonu, cebimizdeki telefon, attığımız her adım.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Filmde bir “duygusuzluk hali” hâkim ve sanki bu duygusuzluk bir sonraki nesle artarak aktarılıyor. Karakterlerin isimleri yok; sistem içinde özne ile nesne arasında bir yerde konumlanıyorlar. Tutuklanma ya da ölüm gibi olaylara yoğun duygusal tepkiler verilmediğini görüyoruz. Her ne olursa olsun “mutlu hayatlar” diyerek yaşamaya devam ediyorlar. Bugün de kadın cinayetleri, hukuksuzluk ve adalet eksikliği karşısında toplum olarak benzer bir “alışmışlık” halindeyiz sanki. Sizce, kötülüklere alışmak ve tepkisizlik bugünün distopyasıdır diyebilir miyiz?

Serpil Altın: Evet, kesinlikle diyebiliriz. Benim için Bir Zamanlar Gelecek: 2121’deki o “duygusuzluk hali” en az iklim krizi ya da otoriterleşme kadar önemli bir meseleydi. Çünkü sistemin en büyük başarısı, insanları kötülüklere alıştırmak. Karakterlerin isimlerinin olmaması, onların sistem içinde birer “özne” olmaktan çıkıp neredeyse “nesneleşmesi” bu yüzden. Birinin tutuklanması ya da ölmesi karşısında gösterilen kayıtsızlık, aslında sistemin istediği şey: Normalleştirme, kanıksatma, duyguları köreltme.

Sizin de ifade ettiğiniz gibi bugün de benzer bir durumu yaşıyoruz. Kadın cinayetleri, adaletsizlikler, hukuksuzluklar… O kadar çok tekrar ediliyor ki, toplum giderek daha az tepki veriyor. Her şeye rağmen “mutlu hayatlar” diyerek devam etmek, bana göre bugünün distopyası. Çünkü umutsuzlukla değil, alışkanlıkla sessizleştiriliyoruz.

Ben bu noktada sinemanın görevinin, o “alışmışlık” perdesini yırtmak olduğuna inanıyorum. Seyirciye “Bak, sen de bu toplumun parçasısın, sen de bu duygusuzlaşmanın içinde yaşıyorsun” dedirtebilmek istedim. Yani filmdeki duygusuzluk hali, aslında bugüne tutulmuş bir ayna. Bu tercihimi derinlikli bakma eyleminden kaçan seyirci her ne kadar “kötü oyunculuklar” olarak nitelendirse de bir gün bunu yaşayarak öğrenecekleri umudu hep içimde saklı.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Filmden Bir Kesit

İlknur Burcu Keser: Mark Fisher, Kapitalist Gerçeklik’te “geleceğin iptali” kavramını kullanır. Filminizde kurgulanan düzen, iptal edilmiş bir geleceği mi temsil ediyor yoksa alternatif bir tahayyül imkânı mı yaratıyor?

Serpil Altın: Benim için Bir Zamanlar Gelecek: 2121’de kurduğum dünya, Mark Fisher’ın söylediği gibi “geleceğin iptali”ni çok güçlü bir şekilde yansıtıyor. Çünkü orada insanlar kendi kaderlerini belirleyemiyor, sistemin dayattığı sınırlı bir hayatı yaşıyorlar. Umut yok, hayal kurma kapasitesi yok; yani aslında gelecek dediğimiz şey elinden alınmış durumda.

Ama ben tamamen karanlık bir tablo çizmek istemedim. Filmin bazı sahnelerinde, örneğin “elma ya da itaatsizlik anlarında” bir kıvılcım var. O kıvılcım, alternatif bir tahayyülün mümkün olduğuna dair işaret. Yani evet, film bir “iptal edilmiş gelecek” düzenini gösteriyor; ama o düzenin mutlak olmadığını, direnişin ve umudun hâlâ var olabileceğini de söylüyor.

Bence sanatın, özellikle de sinemanın önemi burada: Geleceğin iptal edildiği bir dünyayı resmederken bile seyirciye “başka türlü bir gelecek mümkün” duygusunu hissettirebilmek. Benim için film tam da bu ikili gerilimin içinde yer alıyor.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Walter Benjamin’in Paul Klee’nin Angelus Novus(Yeni Melek) eseri üzerinden geliştirdiği “tarih meleği” alegorisi, geçmişin yıkıntılarıyla geleceğe bakan bir meleği anlatır. Bir Zamanlar Gelecek 2121’deki zaman akışını, geçmişin izleri, şimdinin krizi, geleceğin karanlığa daha yakın griliğini bu kavramla ilişkilendirmek mümkün mü?

Serpil Altın: Walter Benjamin’in “tarih meleği” alegorisi, benim filmim Bir Zamanlar Gelecek: 2121’de kurduğum zaman akışıyla güçlü bir bağ kuruyor. Benjamin’in sözünü ettiği melek, geçmişin yıkıntılarını gözlerinin önünde görür; ama ona doğru bakarken, arkasından esen fırtına onu geleceğe doğru sürükler. Bu fırtına ilerleme fikridir, ama aslında ardında yıkım bırakır.

Benim filmimde de zaman çizgisi, geçmişin izlerini silinemez bir tortu olarak taşıyor. İnsanlığın bugünkü krizleri, ekolojik yıkım, toplumsal eşitsizlik, duygusuzlaşma şimdiyi belirleyen ağırlıklar olarak karşımıza çıkar. Gelecek ise çoğunlukla umutlu bir aydınlık değil, Benjamin’in meleğinin baktığı o birikmiş yıkıntıların devamıdır; gri, bulanık, belirsiz bir alan.

Dolayısıyla filmdeki zaman akışı, tam da Benjamin’in “tarih meleği”ne benzer bir yerde konumlanıyor: Geçmişin enkazı şimdiyi kuşatırken, gelecek de bu enkazın üzerine kurulacak gibi görünür. Ama aynı zamanda meleğin yüzündeki o dehşet gibi, filmde de seyircinin karşılaştığı manzara sadece felaketin sürekliliğini değil, o gri alanın içinde başka bir tahayyülün kıvılcımlarını da düşündürür. Yani Bir Zamanlar Gelecek 2121, tarih meleğinin bakışını günümüze taşıyarak, enkazın içinde bile başka ihtimallerin aranabileceğini hissettirmeye çalışıyor.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Filmde kadın karakterlerin konumlanışı, feminist bilimkurgu ve distopya geleneğinin (Le Guin, Atwood vb) izlerini taşıyor. Siz kendinizi bu geleneğin bir parçası olarak görüyor musunuz? Ayrıca Türkiye’de sinema sektöründe erkek egemen bir yapı olduğunu biliyoruz, siz bu yapının içinde kadın yönetmen olarak distopik bilimkurgu gibi alışılmadık bir türde ilk uzun metrajlı filminizi çektiniz. Bu deneyim size nasıl bir yük ve imkân sundu?

Serpil Altın: Filmimdeki kadın karakterlerin varlığı, feminist bilimkurgu ve distopya geleneğiyle doğrudan bir bağ kuruyor. Ursula K. Le Guin’in dünyaları ya da Margaret Atwood’un kadın bedenine ve topluma dair açtığı alanlar, bana da ilham veren kaynaklar arasında. Onların yaptığı gibi ben de kadın karakterleri yalnızca temsil düzeyinde değil, aynı zamanda iktidar, beden, hafıza ve gelecek tahayyülü üzerinden düşünmeye çalıştım. Dolayısıyla kendimi bu geleneğin bir parçası olarak görüyorum; hatta bu geleneği Türkiye’den besleyen bir katkı sunma niyetindeyim. Umarım başarırım.

Türkiye’de erkek egemen bir sektörün içinde, hele ki bilimkurgu gibi yerleşik olmayan bir türde film yapmak, elbette ciddi bir yük taşıyor. Çoğu zaman hem tür sinemasıyla ilgili önyargılarla hem de kadın yönetmen olmanın görünmez bariyerleriyle karşılaşıyorsunuz. (Türkiye’deki film festivallerinde bunu deneyimleyerek öğrendik.) Ama aynı zamanda bu yük, bana güçlü bir imkân da sundu: Yeni bir dil açmak, alışılmış kalıpları kırmak ve kadın bakışını bilimkurguya yerleştirmek. Yani zorluğu, kendim için bir özgürleşme alanına çevirdim.

Benim deneyimim, aslında “distopya”nın sadece ekranda değil, sektörün içinde de var olduğunu gösteriyor. Ama yine de bu distopyanın içinde üretmek, kadın yönetmenler için alternatif yollar açabileceğimiz bir imkân barındırıyor.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Türkiye’de bilimkurgu filmi yapmak, özellikle bütçe ve prodüksiyon açısından büyük zorluklar içeriyor. Siz bu süreçte sinemanın ekonomi-politik yönünü nasıl deneyimlediniz?

Serpil Altın: Bu durum gerçekten de sinemanın ekonomi-politik yönüyle doğrudan yüzleşmek anlamına geliyor. Filmi çekerken şunu çok net hissettim: Türkiye’de sinema sektörü, daha çok belli türlere yatırım yapmayı tercih ediyor; melodram, komedi ya da festival dolaşımına uygun “güvenli” sanat filmleri. Bilimkurgu ise hem maliyetli hem de “riskli” bir tür olarak görülüyor. Bu nedenle bütçe bulmak, prodüksiyon desteği almak, hatta çekim sürecinde gerekli teknik altyapıyı sağlamak başlı başına bir mücadeleye dönüşüyor.

Benim için bu süreç, sadece yaratıcı değil aynı zamanda politik bir deneyim de oldu. Çünkü sinemanın ekonomi-politik yapısı, aslında hangi hikâyelerin anlatılacağına, hangi tahayyüllerin mümkün olduğuna karar veriyor. Ben bu engelleri aşmaya çalışırken, bir yandan da “gelecek kimin hayalinde şekillenir, kimin sesi duyulur?” sorusuyla uğraştım. Yani üretim süreci, tıpkı filmdeki gibi bir distopik atmosfer taşıyordu; ama aynı zamanda bu atmosferi aşmaya çalışmak, bana başka bir dayanıklılık kazandırdı.

Kısacası, Türkiye’de bilimkurgu filmi yapmak sadece teknik bir zorluk değil; aynı zamanda hayal etmenin politik bir eylem olduğunu yeniden hatırlamak demekti.

Bir Zamanlar Gelecek:2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak: Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Filmde yasaklı elma, isyancılara “çapulcular” denilmesi, herkesin aynı tulumu giymesi gibi güçlü semboller var. Bu açıdan filmi bir “sistem eleştirisi” olarak okumak mümkün mü? Siz, sinema ile siyaset arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?

Serpil Altın: Evet, Bir Zamanlar Gelecek: 2121 elbette bir sistem eleştirisi içeriyor. Bahsettiğiniz semboller doğrudan bugünün dünyasının toplumsal ve politik hafızasına dokunuyor. Aynı zamanda bunların hepsi sadece distopik bir evrenin dekoru değil; aksine, yaşadığımız dünyanın sıkışmışlıklarını, baskılarını ve iktidar ilişkilerini görünür kılan işaretlerdir.

Sinema ile siyaset arasındaki ilişki oldukça güçlüdür. Çünkü her film, ister istemez bir politik tavır içeriyor; hangi hikâyeyi anlatmayı seçtiğiniz, kime söz verdiğiniz, hangi dünyayı hayal ettiğiniz, başlı başına sistemin alanına giriyor. Benim filmimde bu tercih, “itaat mi, isyan mı?” sorusu üzerinden ilerliyor. Bu yüzden seyircinin filmi bir sistem eleştirisi olarak okumasını ve bu durumla yüzleşmesini hedefledim.

Ama sinemada siyaset derken sadece doğrudan slogan ya da mesaj taşımaktan söz etmiyorum. Benim için asıl mesele, seyircide bir soru uyandırabilmek, sorgulama ihtiyacını tetiklemek. Bir Zamanlar Gelecek: 2121’in en büyük politik gücü de bence burada: Sistemle ilgili doğrudan bir cevap vermiyor ama seyirciyi “başka türlü olabilir mi?” diye düşündürüyor.

Bir Zamanlar Gelecek: 2121 – Kamera Arkasından Bir Kesit (Kaynak Serpil Altın)

İlknur Burcu Keser: Türkiye’de distopya ve bilimkurgu türündeki filmlerin gelişimini geçmişten günümüze nasıl yorumluyorsunuz? Siz, sonraki projelerinizde bilimkurgu türünde devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Serpil Altın: Türkiye’de distopya ve bilimkurgu türündeki filmler aslında sinema tarihimizde çok sınırlı örneklerle var olabildi. Genellikle melodram, komedi ya da toplumsal dram gibi türler baskın oldu. Bunun en büyük nedenlerinden biri hem prodüksiyon maliyetleri hem de seyirci alışkanlıklarıydı. Bilimkurgu ve distopya, daha çok Batı sinemasının güçlü görsel efekt kültürüyle özdeşleştirildi. Ama aslında bizim coğrafyamızın mitleri, masalları, toplumsal belleği bu türü çok besleyebilecek potansiyele sahip. Son yıllarda ise bağımsız sinemacıların cesaretiyle birlikte, bu alanda yeni denemeler görmeye başladık. Benim filmim bu çizgide hem yerel hem evrensel bir bakışla kendi geleceğimizi tahayyül etmeye çalışan bir iş oldu. Evrensel de 15 ödül almasıyla da bizi ve ekibimizi motive etti.

Sonraki projelerimde de bilimkurguya devam etmeyi çok istiyorum çünkü bu tür, yalnızca geleceği değil, bugünü de sorgulamanın çok güçlü bir yolu. Distopya ya da bilimkurgu, aslında toplumsal eleştiriyi görünür kılan bir mercek işlevi görüyor. Bu yüzden yeni hikâyelerimde de bu türün imkânlarını kullanarak farklı gelecek senaryoları kurgulamayı planlıyorum. “Bir Zamanlar Gelecek” patentini aldığımız bir fikir. Bu konseptte bir üçleme hayal ettik. “2121, Mutlu Hayatlar” bu üçlemenin ortanca filmi. Diğerleri ise “2071, Genç Devrim” ve “2222, Cennet Dünya”. Şu anda 2222 için çalışmaya başladık. 🙂

Ayrıca, Türkiye’de bilimkurgu alanında film çeken ilk kadın yönetmen olarak bu alanda üretmeye devam etmenin bir sorumluluk olduğuna inanıyorum. Yalnızca kendi sinemasal yolculuğum için değil, aynı zamanda benden sonra gelecek kadın sinemacılar için de bu türde yeni kapılar açmanın ve cesaretlendirmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Bir Zamanlar Gelecek:2121

İlknur Burcu Keser: Toplum ve Ütopya’ya vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Serpil Altın: Ben size teşekkür ederim.