Eduardo Galeano: Bir Otoportre İçin Notlar

0
1436

Saplantı

Çok kötü bir tarih öğrencisiydim. Bana tarihi, seramik müzesine ya da ölüler ülkesine ziyaret olarak öğrettiler. Geçmişin sessiz ya da dilsiz olmadığını keşfettiğimde yirmi yaşımı geçmiştim. Bunu Carpentier romanları, Neruda şiirleri okuyarak keşfettim. Bunu kafelerdeki buluşmalarda Uruguay kırlarında ihtiyar bir savaşçı, o kadar ihtiyar ki yorgun göz kapaklarını açık tutmak için arasına küçük bir portakal sapı yerleştiren ama bir taraftan da mızrağının ucunda düşman bir süvariyi kaldıran çok ihtiyar bir savaşçı üzerine hikayeler dinleyerek keşfettim. Sorarak keşfettim. Sorarak ve kendime sorarak; yaşadığımız bu gezegen nereden geliyordu, her dakika otuz çocuğun açlıktan ya da hastalıktan ölmesi için her dakika silahlara bir milyon dolar harcayıp hiçbir ceza görmeyen bu dünya nereden geliyordu? Sorarak ve kendime sorarak: Bu dünya, bizim dünyamız, bu mezbaha, bu tımarhane tanrının eseri mi, insanların eseri mi? Hangi geçmiş zamandan doğdu bu şimdiki zaman? Niçin bazı ülkeler diğer ülkelerin sahibine dönüştü, bazı insanlar diğer insanların, erkekler kadınların, kadınlar çocukların, mallar insanların sahiplerine dönüştü?

Ben tarihçi değilim. Ben bir yazarım, Amerika’nın belleğine saplantısı olan, özellikle Latin Amerika’nın, belleksizliğe mahkum edilmiş şefkatli toprakların belleğine saplantısı olan bir yazar.

Araştırma

Üç ayda, doksan gecede yazdım Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı. Pek çok okumanın, pek çok yolculuğunun, öfkenin, aşkın, şaşkınlığın sonucu oldu. Ve özellikle pek çok şüphenin sonucu doğdu: hep bir şeylere gebe olan verimli şüphenin.

On üç yıl geçti ve pişman değilim. Kesik Damarlar bugünkü Latin Amerika gerçekliğinin herhangi bir çözülemez lanetten gelmediğini gösteren olayları anlatıyor. Ben tarihi araştırmak istedim; tarihi yapmaya teşvik etmek için, geçmişin kurbanlarının bugünün kahramanları olması için, özgürlük alanları açmaya yardım etmek için. Bana öyle geliyor ki kitap epey yararlı oldu, okuryazarlığın olmadığı sefalet ve diktatörlük topraklarında bir kitap ne kadar yararlı olabilirse o kadar: altının, gümüşün, bakırın ve petrolün çalınmasından, aynı zamanda sesin ve belleğin çalınmasından acı çekenler için faydalı.

Şarkı

Pişman değilim ama yine de Kesik Damarlar’ın tarihi tek boyuta indirgediğini düşünüyorum. Ve eğer tarih diyorsam, gerçeklikten bahsediyorum. Ve eğer tarih diyorsam, gerçeklikten bahsediyorum; gerçekliğin canlı belleği, yaşayan yaşam diyorum, şarkısını pek çok farklı sesten söyleyen yaşam; insanlığın bütün kültürlerinin ve bütün çağlarının birbiriyle harman olduğu Latin Amerika’da bu ses farklılıkları sonsuz gibidir. Ağzım o seslere yaraşır mı bilmiyorum, buna karşılık hiçbir edebi eserin bu seslerin tamamını kucaklayamayacağını biliyorum. Ancak o kadar yoğun çınlıyorlar ki, bu çağrıya direnmek mümkün değil. Şu anda da, gizlerini paylaşma arzusuyla bu Amerika’yla, özellikle Latin Amerika’yla sohbet etme çağrısına ölesiye kapılmış haldeyim; sanki Latin Amerika bir insanmış, bir kadınmış gibi. Hangi çamurdan doğdu? Hangi aşk maceralarından, kaç tecavüzden geçti?

Adı Ateş Anıları, bir üçleme olacak. Bugünlerde ikinci cildini bitirdim. İki kuyruklu bir köpek gibi mutluyum, bedenim ne kadar protesto etse de: Bu maceraya giriştiğim dört yıldan beri, bir zamanlar hayli gür olan saçımın son tellerini de kaybettim, bir onikiparmak ülseri ve disk kayması edindim.

Sonuç

Şimdi bu satırlarda bir otoportre yazdığım varsayılıyor. Koyu Katolik çocukluğumu da ekleyebilirim, Tanrı’nın, Evrensel Polis Şefi Tanrı’nın gözünde her şeyin suç olduğu, ruhun ve bedenin sırasıyla Güzellik ve Canavar olduğu çocukluğumu; ya da Marksizmin dogmatik versiyonlarıyla, insanı doğadan, mantığı duygudan ayıran Tek Hakikat’i savunan versiyonlarıyla olan anlaşmazlıklarımdan bahsedebilirim. Ya da farklı mutsuzluklarda at sürdüğümü, pek çok kere attan düştüğümü, bazı korkunç olayları içerden tanıdığımı ve sürgünün her zaman kolay olmadığını anlatabilirim. Pek çok acının ve ölümün sonunda, güzellikler karşısında hayrete düşme ve alçaklıklar karşısında öfkelenme yeteneğimi hala koruyabildiğimi ve beni güldürmeyen hiçbir şeyi ciddiye almamamı öneren şairin hakikatine inanmayı sürdürdüğümü anabilirim.

Bir otoportre. Operalardan, plastik masa örtülerinden ve bilgisayarlardan nefret ettiğimi söyleyebilirim, denizden uzakta yaşayamayacağımı, neredeyse her şeyi elle yazdığımı, üç kere evlendiğimi… ama kendimden bu kadar bahsetmekten sıkılıyorum. Sıkılıyorum: Bunu fark ediyorum, itiraf ediyorum, onaylıyorum.

Bir zaman önce, bir aynayı didikleyen bir tavuk gördüm. Tavuk kendi görüntüsünü öpüyordu. Sonra hemen uyudu.

1983

*Eduardo Galeano’nun “Biz Hayır Diyoruz” kitabının sayfa 14-16 arası alıntılanmıştır.

Galeano, E. (2021). Biz Hayır Diyoruz. (Çev. B. Kale). İstanbul: Metis Yayınları.