Bütün ölümlülere bahşedilmeyen tanrısal ayrıcalıklar talep eden yazarların tavrını paylaşmıyorum, ne de göğsüne vurup elbiselerini yırtarak faydasız bir eğilimin hizmetinde yaşadığı için halktan özür dileyenlerin tavrını paylaşıyorum.
Ne o kadar tanrıyız, ne de o kadar böceğiz. Sınırlarımızın bilinci bir acizlik bilinci değildir: Edebiyatın, bir eylem biçimi olarak, doğaüstü güçleri yoktur. Ama yazar eseri aracılığıyla buna gerçekten değen eylemlerin ve insanların yaşamaya devam etmelerini sağlayarak birtakım büyücü özellikleri gösterebilir.
Eğer yazılan etkilenmeden okumamışsa ve bir ölçüde okuyanın bilincini değiştirmiş ya da beslemişse, yazar değişim sürecindeki payını talep edebilir: Ne kibirlenerek ne de sahte alçakgönüllülükle, çok daha büyük bir şeyin küçük bir parçası olduğunu bilerek.
Kendi gölgeleriyle monologlar ve sonsuz labirentler geliştirenlerin sözü yadsımaları bana tutarlı geliyor ama biz insanlık durumunun bir lağım olmadığı saptamasını kutsamak ve paylaşmak isteyenler için sözün anlamı vardır. Konuşacaklar arıyoruz, hayranlar değil; diyalog sunuyoruz, gösteri değil. Okurun, bize ondan gelip cesaret ve kehanet olarak yine ona dönen sözlerde bir ortaklık bulmasını amaçlayan bir buluşma girişiminden yola çıkarak yazıyoruz.
Edebiyatın kendi kendine gerçekliği değiştireceğini varsaymak çılgınlık ya da kendini beğenmişlik olurdu. Bir şeylere yardımcı olabileceğini reddetmek de bana daha az saçma gelmiyor.
Bilinçlerimizin sınırı, kesin bir biçimde, gerçekliğimizin de sınırıdır. Umutsuzluk ve şüphe sisinin ortasında şeylerle yüz yüze karşılaşmak ve onlarla göğüs göğüse çarpışmak mümkün: Sınırlarımız içerisinde ama onlara karşı.
Bu anlamda, zaten ikna olmuşlar için yazılan “devrimci” edebiyat kaçış edebiyatı sayılır; tıpkı kendi göbeğine bakarak kendinden geçmeye adanmış tutucu bir edebiyat gibi. Apokaliptik tonda, önerilen ve aktarılanla önceden hemfikir olan kısıtlı bir kitleye yönelen “ultra” bir edebiyatı işleyenler var: Ne kadar devrimci olduklarını söylerlerse söylesinler eğer onlar gibi düşünen ve hisseden bir azınlığa yazıyor, onlara almayı bekledikleri şeyi veriyorlarsa bu yazarların aldıkları risk ne? O zaman başarısızlık olasılığı yok, ama başarı olasılığı da yok. Sistemin muhalif mesaja koyduğu bloğu karşısına almak için değilse yazmak ne işe yarar?
Bizim etkililiğimiz, cesaretimize ve aklımıza, açıklığımıza ve çekiciliğimize bağlı. Umarım, konformist yazarların alacakaranlığı selamlamak için kullandıklarından daha gözüpek ve daha güzel bir dil yaratabiliriz.
*Eduardo Galeano’nun “Biz Hayır Diyoruz” kitabının 25-26 sayfaları alıntılanmıştır.
Galeano, E. (2021). Biz Hayır Diyoruz. (Çev. B. Kale). İstanbul: Metis Yayınları.