Gazze’de Emperyalizmin Şiddeti / Sümeyye Demir

7 Ekim 2023’te başlayan “Aksa Tufanı” operasyonu ve bunu izleyen İsrail saldırıları, yalnızca bir devletin güvenlik güdüleriyle açıklanamayacak kadar karanlık ve tarihsel süreçlerin ürünüdür. Gazze’de yaşananlar, bir “çatışma” değil; emperyalizmin, sömürgeciliğin ve mâli oligarşilerin çıkarları doğrultusunda şekillenen sistematik-stratejik bir soykırım, yerinden etme ve yok etme projesidir.

Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır ve beş temel özelliğe dayanır: üretimin ve sermayenin yoğunlaşması sonucu tekellerin ortaya çıkması, mali sermayenin sanayi sermayesiyle kaynaşarak mali oligarşiyi oluşturması, sermaye ihracının ön plana çıkması, dünya piyasalarının büyük sermaye grupları arasında bölüşülmesi ve bu gruplar arasında dünya topraklarının paylaşılması (Lenin, 1917/2020, s. 85). Buradan hareketle İsrail, yalnızca bir ulus-devlet değil; Batı emperyalizminin bölgedeki ileri karakolu olarak işlev gören, sürekli militarize edilmiş bir sermaye-devlet kompleksidir. Gazze’ye yönelik saldırılar, bu kompleksin sürekliliği için elzem görülmektedir.

ABD’nin bu süreçteki rolü, emperyalist karakterinin en çıplak haliyle ortaya çıktığı bir örnektir. Biden yönetimi, 7 Ekim sonrası İsrail’e tam destek sunmuş, 14 milyar dolarlık yeni bir askeri yardım paketini onaylamış ve Doğu Akdeniz’e uçak gemileri göndermiştir (Al Jazeera, 2023). Bu doğrudan işgal, Lenin’in emperyalizmi açıklarken özellikle vurguladığı “savaşlar ve krizler yoluyla dünya pazarlarının yeniden paylaşımı” ilkesinin açık bir örneğidir (Lenin, 1917/2020, s. 97). Bu işgal, aynı zamanda ABD’nin silah endüstrisini besleyen bir savaş ekonomisinin parçasıdır. Naomi Klein’in “şok doktrini” kavramında ifade ettiği gibi, krizler ve felaketler, kapitalist sistem için yeni kâr alanları yaratır (Klein, 2007, s. 6). İsrail’in Gazze’de uyguladığı yıkım ve yok etme politikası, yalnızca militarize amaçlarla sınırlı değil; altyapının yok edilmesi, sağlık sisteminin çökertilmesi, enerji kaynaklarının kesilmesi gibi adımlarla, yerleşim alanlarının yaşanamaz hale getirilmesi, haberleşme ağlarının kesilmesi yoluyla bir “zorunlu göç- yerinden etme ” dayatmasıyla tamamlanmaktadır.

Bu bağlamda Gazze, modern kapitalizmin ve emperyalizmin laboratuvarı haline gelmiş durumdadır. Filistin halkının yaşadığı bu trajedi, Edward Said’in ifadesiyle “Avrupa sömürgeciliğinin ve 20. yüz yıl emperyalizminin canlı bir enkazı”dır (Said, 1992, s. xxiii). İsrail-Filistin sömürgeci tahakküm ilişkisi, sistemin çelişkilerinin yerel ve global ölçekte tezahür ettiği ancak küresel sermaye hareketleri tarafından kontrol edilen  bir tahakküm sürecidir. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, tüm bunlara ek olarak jeopolitik ve jeostratejik düzlemde yeniden konumlanma çabasıdır. Doğu Akdeniz’in enerji hatları, limanları ve geçiş yolları üzerinde kurulan bu tahakküm, emperyalizmin yalnızca finansal değil aynı zamanda mekânsal yayılma biçimini de temsil eder. Bu bağlamda Filistin toprakları, küresel sermaye için bir laboratuvar olduğu kadar jeopolitik bir düğüm noktasıdır. Harvey’in mekânın üretimi ve sermaye birikim rejimleri üzerine geliştirdiği analiz ışığında, sermaye birikiminin tıkandığı anlarda yeni kâr alanları ve denetim bölgeleri yaratma zorunluluğu, Gazze gibi alanları hem fiziki hem ideolojik olarak hedef haline getirir (Harvey, 2001, s. 25). Buradan hareketle siyonist yayılmacılık, yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda jeostratejik bir mekanizmadır. Bu süreç, klasik sömürgeciliğin yerini alan “postmodern sömürgeleştirme”nin, yani işgalin güvenlik söylemleriyle meşrulaştırıldığı yeni emperyalist stratejilerin çarpıcı bir örneğidir. İsrail’in ABD ve Batılı güçlerle kurduğu bu askeri-jeostratejik ilişki, yalnızca Filistin’in değil, tüm bölgenin siyasal ve toplumsal özerkliğini hedef almaktadır.

Gazze’de yaşananlar aynı zamanda uluslararası hukukun çöküşünü ve insan haklarının yalnızca Batı’nın jeopolitik arzularına ve egemen bloklarının çıkarlarına göre işlediğinin bariz bir göstergesidir. Soykırım Sözleşmesi’ne aykırı tüm koşullar oluşmuşken, uluslararası kuruluşlar etkisiz kalmış, Batılı devletler İsrail’i açıkça desteklemiş, yerel işbirlikçiler ise bu sürece payanda olmuşlardır. Bu süreçte Filistin halkının direnişi, yalnızca bir hayatta kalma mücadelesi değil; aynı zamanda sisteme karşı ezilenlerin meşru savunusudur, sistemin şiddetli krizlerinin, çelişkilerinin sahnelendiği bir perdedir.

İşgalin arkasında, kapitalist üretim tarzının ve mali oligarşilerin çıkarları yatmaktadır. Filistin’deki adalet arayışı, tüm dünya ezilenlerinin mücadelesiyle birleştiği oranda başarıya ulaşabilecektir. Marx’ın da belirttiği gibi ezilen sınıfların kurtuluşu aynı zamanda bütün insanlığın kurtuluşu anlamına gelir (Marx & Engels, 1848/2012, s. 46). Gazze’deki direniş de bu bağlamda yalnızca yerel bir mücadele değil, egemen sisteme karşı yürütülen tarihsel bir direniş biçimidir. Unutulmamalı ki hepimiz özgür olana dek, hiçbirimiz özgür olamayacak.  


Kaynakça

  • Al Jazeera. (2023, October 20). US Senate passes $14 billion aid package for Israel. https://www.aljazeera.com
  • Klein, N. (2007). The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism. New York: Picador.
  • Lenin, V. I. (2020). Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (Çev. A. Bener). İstanbul: Sol Yayınları. (Orijinal eser 1917)
  • Lenin, V. I. (2020). Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine (Çev. A. Bener). İstanbul: Sol Yayınları. (Orijinal eser 1916)
  • Marx, K., & Engels, F. (2012). Komünist Manifesto. İstanbul: Yordam Kitap. (Orijinal eser 1848)
  • Poulantzas, N. (1978). State, Power, Socialism. London: NLB.
  • Said, E. W. (1992). The Question of Palestine. New York: Vintage Books.
  • Harvey, D. (2001). Spaces of Capital: Towards a Critical Geography. New York: Routledge.
  • Said, E. W. (1992). The Question of Palestine. New York: Vintage Books.