“Kız kardeşlik güçlüdür” sloganı ilk kullanıldığında müthiş bir etki yaratmıştı. Feminist harekete tam anlamıyla katılımım üniversitedeki ikinci yılıma rastlar. Stanford Üniversitesi’ne geçiş yapmadan önce bir yıl boyunca sadece kadınların eğitim gördüğü bir üniversitede okumuş biri olarak, karma sınıflar ile sırf kadınlardan oluşan sınıflar arasında, kadın özgüveni ve cesareti açısından nasıl bir fark olduğunu kendi deneyimlerimden biliyorum. Stanford’da bütün sınıflarda erkeklerin borusu öterdi. Kadınlar daha az konuşur, daha az inisiyatif alır, söz aldıklarında söyledikleri zar zor duyulurdu. Sesleri güçlü ve güvenli çıkmazdı. Daha da kötüsü, erkek profesörler zaman zaman bize erkekler kadar zeki olmadığımızı, asla “büyük” birer düşünür ya da yazar olamayacağımızı söylerlerdi. Tüm bunlar beni çok şaşırtıyordu çünkü entelektüel değerimizin ve ne denli kıymetli olduğumuzun, çoğu kadın olan profesörlerimizin hem bizim hem de kendileri için belirlediği akademik mükemmeliyet standartlarınca tasdik edildiği, tamamen kadınlardan oluşan bir ortamdan geliyorum.
Aslında, beyaz bir kadın olan ve en çok sevdiğim İngiliz dili ve edebiyatı profesörüme çok şey borçluyum. Kadın üniversitesinde yoğunlaştırılmış bir yazı programı olmadığından yeterli akademik yönlendirmeyi alamadığımı söyleyen de oydu. Stanford’da başvurmam için beni ceseratlendirdi. Günün birinde önemli bir düşünür ve yazar olabileceğime inanıyordu. Stanford’da ise yeteneğim sürekli şaibe altındaydı. Kendimden şüphe etmeye başlamıştım. Derken feminist hareket kampüsü sallamaya başladı. Kadın öğrenciler ve profesörler gerek sınıf içinde gerekse dışında toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını talep ediyordu. Çok yoğun ve müthiş zamanlardı. O ara, yazar Tillie Olsen’ın verdiği, ilk kadın araştırmaları dersimi aldım. Olsen, öğrencilerini, öncelikle işçi sınıfından gelen kadınların kaderi üzerine düşünmeye adeta mecbur bırakırdı. Yine bize hocalık eden ve günün birinde Anne Sexton’ın biyografisini yazacak olan Diane Middlebrook, bir gün şiirlerimden birini adımı vermeden tüm sınıfa dağıttı ve yazarın kadın mı yoksa erkek mi olduğunu sordu. Bizi, yazıya, toplumsal cinsiyete ilişkin önyargılar üzerinden değer biçme hususunda eleştirel biçimde düşünmeye iten bir deneydi bu. Orada Ain’t I a Woman: Black Women and Feminism (Ben Bir Kadın Değil miyim: Siyah Kadınlar ve Feminizm) adlı ilk kitabımı yazmaya başladım; on dokuz yaşındayım. Kadınlar arasındaki dayanışmanın temelini atan feminist hareket olmadan bu inanılmaz dönüşümlerin hiçbiri gerçekleşmezdi.
Söz konusu temel, içselleştirdiğimiz cinsiyetçiliğe tekabül eden ve o zamanlar “içimizdeki düşman” diye ifade ettiğimiz şeyin eleştirisine dayanıyordu. Hepimiz kendi deneyimlerimizden şunu biliyorduk: Ataerkil düşünce bizleri, kendisini erkeklerden aşağı gören, ataerkinin gözüne girmek için birbiriyle kıyasıya rekabet eden, kıskançlık, korku ve nefret besleyerek birbirini hor gören kadınlar olarak toplumsallaştırdı. Cinsiyetçi düşünce bize, birbirimizi merhametsizce yargılayıp acımasızca cezalandırmayı öğretti. Feminist düşünce ise biz kadınların kendimize duyduğumuz nefreti kafamızdan söküp atmamıza yardımcı oldu. Bilincimizi ataerkil düşüncenin boyunduruğundan kurtarmamızı sağladı.
…
Çağdaş feminist hareket ilk ortaya çıktığında, sahip olduğumuz “kız kardeşlik” tasavvuru politik dayanışmayı gerçeklik haline getirmek için tam olarak ne yapmamız gerektiğine dair somut bir anlayış içermiyordu. Bugün, deneyim ve çabalarımız sayesinde (ve tabii ki başarısızlıklarımızdan ve hatalarımızdan çıkardığımız sonuçlarla) bütünlüklü bir teorimiz ve ortak bir pratiğimiz var; feminist politikayla yeni tanışanlara, dayanışmamızı yaratmak, sürdürmek ve korumak için neler yapılması gerektiğini öğretecek durumdayız. Eleştirel bir bilinç geliştirmeyi amaçlayan feminist eğitim sürekli kılınmalı; zira bir dolu genç kadın feminizm hakkında pek az şey biliyor ve bu kadınların birçoğu cinsiyetçiliğin artık sorun olmaktan çıktığı gibi yanlış bir varsayımda bulunuyor. Yaşça daha büyük feminist düşünürler, genç kadınların yetişkinliğe geçerken feminizmin bilgisine zaten ulaştığı şeklinde bir yanılgıya kapılmamalıdır. Genç kadınların onların yol göstericiliğine ihtiyacı var. Kız kardeşliğin değeri ve gücü toplumumuzdaki kadınların geneli tarafından unutuluyor. Yenilenmiş feminist hareket, bir kez daha bayrağını yukarılara kaldırıp “kız kardeşlik güçlüdür” diye haykırmalı.
Radikal kadın grupları, kız kardeşliği inşa etme ve kadınlar arasındaki feminist politik dayanışmayı sürekli kılma davasına olan bağlılığımızı bugün de sürdürülüyor. Irk ve sınıflar ötesi bir bağ oluşturma çabamız devam ediyor. Şu gerçekliği teyit etmek üzere cinsiyetçilik karşıtı düşünce pratiği hayata geçiriyoruz: Kadınlar birbirlerini tahakküm altına almadan kendilerini gerçekleştirebilir ve başarıya ulaşabilirler. Şanslıyız; yaşadığımız her gün kız kardeşliğin somut anlamda gerçekleşebilir olduğunu, kız kardeşliğin somut anlamda gerçekleşebilir olduğunu, kız kardeşliğin hâlâ güçlü olduğunu biraz daha fark ediyoruz.
*bell hooks’un “Feminizm Herkes İçindir” adlı kitabının 26-27 ve 31. sayfalarından alıntılanmıştır.
hooks, b. (20014). Feminizm Herkes İçindir. (Çev. E. Aydın, B. Kurt, Ş. Özgün, A. Yıldırım). İstanbul: bgst Yayınları.